Gaileli Söyleşiler: Kemal İnal ile Eğitim Üzerine*

Birkaç üniversite (Boğaziçi, ODTÜ, Bilkent vb.) hariç diğer yerlerde genelde “çöp” niteliğinde eserler üretiliyor.


 

Kemal İnal

inalkemal@gmail.com

 

 

  1. Kemal İnal kimdir? Kıbrıslıların sizi tanıması bağlamında kısaca kendinizden söz eder misiniz?

1964 yılında İzmir’de doğdum. Sosyoloji lisans ve yüksek lisans ile eğitim sosyolojisi alanında doktora yaptım. Ankara Üniversitesinde, Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesinde ve Gazi Üniversitesinde öğretim üyeliği yaptım. Daha çok eğitim, sosyoloji ve iletişim alanlarında çeşitli eserler ürettim. Evrensel ve Birgün gazetelerinde eğitim üzerine köşe yazarlığı yaptım.  Halen Alternatif Eğitim dergisinin editörlüğünü yapmaktayım. 1 Eylül 2016 tarihinde KHK ile üniversitedeki görevimden ihraç edildim.  Şu anda işsizim.   

  1. Türk Eğitim Sisteminde birçok sorun yaşandığı görülmektedir ve eğitimbilim literatüründe bu konu sıklıkla ele alınmaktadır. Size göre en önemli sorun veya sorunlar nelerdir? Bu sorunlar nasıl çözülebilir?

Bu sorunlar genelde yapısal sorunlardır. Eğitimde nitelik ve eşitsizlik en önemli sorunlardır. Nitelik, verilen eğitim hizmetinin çağdaş standartların çok altında olmasıyla ilgilidir. Eğitimde nitelik düşüklüğünün birçok nedeni vardır: MEB’in kamu eğitimine yeterli bütçe ayırmaması, öğretmen yetiştirme sisteminin sorunları, sınav merkezli sistem, ezbercilik gibi geleneksel meseleler, öğrenciyi yeterince motive edemeyen pedagojik ortam, eğitimi yönetenlerin yetersizliği, müfredat ve ders kitaplarının çağın ihtiyaçlarını karşılayamaması vb. Eşitsizlik ise Türkiye eğitimi sisteminin sınıfsal ve etnik olarak birkaç parçaya bölünmesini ifade ediyor. Öncelikle tüm Türkiye’de üst ve orta sınıflara hitap eden görece nitelikli bir eğitim veren okul ve çeşitli pedagojik örgütler var; bu sınıfların çocukları birçok bakımdan avantajlıdır (anne-babanın eğitim,  gelir ve bilgi düzeyinin yüksekliği gibi) ve kaliteli okullarda geleceğin yöneticisi olarak yetiştirilmektedirler. Diğer okullarda (gecekondu, kasaba, köy vb) okuyan yoksul çocuklar ise ara-teknik eleman,  kamu çalışanı, işçi vb olarak yetiştirilir. Bu iki soruna bağlı olarak daha alt düzeyde, tali, sorunlar vardır: Mesela anadilinde eğitim, okullarda cinsiyet ayrımcılığı vb.   

  1. Türkiye’de Cumhuriyetten itibaren tarihsel sürece bakıldığında öğretmene verilen değer sizce değişti mi?

Geçmişte öğretmene daha fazla değer veriliyordu çünkü ona bir misyon yüklenmişti: toplumu aydınlatmak. Bugün o misyon kalkmış durumda. Cumhuriyetin öğretmeni dini çevrelerin imamı karşısında yenilmiş durumda. Toplum bugün öğretmeni değil, imamı dinliyor. Öte yandan geçmişte öğretmene en azından biçimsel saygı duyulurdu, bugün o da yok. Mesela polisler çok rahat biçimde öğretmenleri dövüp gazlayabiliyor. Bunda öğretmenin hem ekonomik olarak zayıflamasının hem de okur-yazar veya aydın kesimlere günümüz muhafazakâr kültürün hınç beslemesinin önemli payı var. Eskisi gibi artık öğretmenden yaratıcı fikirler, esneklik, inisiyatif vb. almak da gerekli görülmüyor. Öğretmenin giderek işçiler gibi proleterleştiği iddiaları var. Yani beyaz yaka, temiz ve masa başı meslek imajı gelirle doğru orantılı; gelir azaldıkça öğretmenliğin prestiji de düşmektedir.  “Limon satan öğretmen” bir imaj değil, gerçekçi bir durumdur. Sistem için öğretmen değil, imam daha önemlidir. Camide imamın vaazını dinleyen yüzlerce kişi varken, bir kahvede konuşan öğretmeni bir-kaç kişi bile dinlemeyebiliyor.

  1. Kıbrıs’ın kuzeyinde öğretmen sendikalarının yasal olarak önemli bir statüsü ve yasal hakların korunması konusunda yetkisi vardır; ancak bu durum birçok muhafazakâr-milliyetçi kesim tarafından ciddi bir tehlike olarak görülmektedir. Türkiye’de eğitim sendikalarının genel durumunu nasıl değerlendirirsiniz?

Türkiye’de eğitim sendikaları genelde çok güçsüz. Öğretmenler korkudan sendikalardan uzak duruyor ya da özel birtakım işlerini halledebilmek için devlete-hükümete yakın sendikalara üye oluyorlar.  Fakat sendikalara hükümetlerin bakışı hala güvensiz. Öte yandan sendikaların toplu görüşme yapma hakkı var ama greve gitme hakkı yok. Bu da sendikaları güçsüzleştiriyor. Sendikaların kadroları da sendikal faaliyetleri hakkıyla yapabilmek için yeterli değil. Öte yandan öğretmenler ve akademisyenler kendilerini emekçi değil de, orta sınıf veya beyaz yakalı olarak gördükleri için çok da militanca bir tutum almıyorlar. Devletten hakkını aramaktansa, devletle işbirliğine gitmeyi tercih eden sendikalar var. Oysa devlet bir işveren, özel okul sahipleri de. Hak arama arayışı genelde çok güçlü olamadığı için eğitime örneğin çok fazla bütçe aktarılamıyor, bu da öğretmenlerin nitelikli eğitim vermesini engelliyor.   

  1. Türkçe yazılan eğitimle ilgili makale, tez, kitap ve projelerin bilimsel niteliğini nasıl görüyorsunuz?

Birkaç üniversite (Boğaziçi, ODTÜ, Bilkent vb.) hariç diğer yerlerde genelde “çöp” niteliğinde eserler üretiliyor. Birincil kaynakları kullanamayan, sistematik çalışma yapacak donanıma sahip olmayan, kafası eleştirel çalışmayan, resmi ideoloji içinde düşünmeye alışmış akademisyenden düzgün bir çalışma çıkmıyor. O yüzden ülkemizde özgün, dikkat çeken, alana katkı getiren çalışma neredeyse yok gibidir. Herkes sadece araçsal akla (makam-mevki, unvan vb almak gibi) hizmet eden bir çerçevede durumu idare eden çalışmalar yapmaktadır. Tezler birbirine benzemekte, yöntem ve kuramsal çerçeveleri yetersiz çalışmalar üretilmektedir. O yüzden, bilhassa 2002’den bu yana Türkiye’de eğitim iflas etmiştir. PISA bunun en net göstergesidir. Okul ve üniversitelerde partizan kadrolar, eğitimin niteliğini her geçen gün daha da aşağı çekmektedir.    

  1. Türkiye’de eğitim ve siyaset ilişkisini değerlendirir misiniz? Kanun Hükmünde Kararnamelerle ihraç edilen eğitimciler konusunda neler söylemek istersiniz?

Türkiye’de eğitim kurumu her zaman ideolojik devlet aygıtı olmuştur. Okul ve üniversiteler hiçbir zaman özerk olmamıştır. Hocalar kendilerini hep kapı kulu olarak görmüştür. Memurluktan kamu çalışanına terfi bir türlü olmamıştır. Öğretmenler ve akademisyenler, eleştirel, bilimsel ve laik tutum alacaklarına okullarda devletin ileri karakolu rolünü oynamışlardır. Düşünce özgürlüğü olmadığı için bir imza yüzünden akademisyenler hem işlerini kaybetmişler hem de ölümle tehdit edilmişlerdir. Bu utanç vericidir. Bütün bunlar dünyanın gözleri önünde olmuş, AB ülkeleri aman Suriyeli sığınmacılar bize gelmesinler diye maalesef akademisyen kırımını görmezden gelmişlerdir. Bugün Türkiye’nin en nitelikli akademisyenleri tasfiye edilmektedir. Kalanları ise korkudan ve vicdansızlıktan dolayı susmakta, sıranın kendilerine gelmeyeceği avuntusuyla hiçbir şeye ses çıkarmamaktadırlar.  Yaşananlar insanlık tarihinde en büyük akademik tasfiyenin yaşandığını göstermektedir. Okul ve üniversiteler hükümetlerin denetimleri ve baskısı altında olduğu için eğitim asla gelişmez. Kriz hep baki kalır.  

  1. Türk eğitim sistemi ile diğer gelişmiş (özellikle Avrupa) eğitim sistemlerini karşılaştırdığınızda ne gibi benzerlik ve farklılıklar vardır?

Pek benzerlik yok. Ama hemen her şey farklı. Örneğin, bir Avrupa okulunda bir öğretmeni kolayca KHK ile işten atamazsınız. Çünkü hakları vardır ve onu tüm toplum savunur. Bizde imzacı akademisyenleri neredeyse bulundukları kentlerde öldüreceklerdi. Müfredat, ders kitapları, okul mimarisi, öğretmen, veli, eğitim materyalleri… Hemen her şey Avrupa’nın 100 yıl gerisinde. Hiçbir Avrupa ülkesinde biyoloji biliminin temeli Darwin’in Evrim Teorisi’nin okutulmaması diye bir şey söz konusu değildir. Ezbercilik bizdeki kadar başvurulan bir yöntem değil.  Orada öğretmenlerin hem maaşları fazla hem de çalışma koşulları çok iyi. Orada Eğitim Bakanlığı öğretmenin her şeyine (sakalına, bıyığına, elbisesine, sigarasına vb.) karışmaz. Sadece işini iyi yapıp yapmadığına bakar.

  1. Türkiye’de din eğitimi sizce bir tehlike midir yoksa demokratik bir hak olarak mı değerlendirilmelidir? Din eğitimini değerlendirebilir misiniz?

Din eğitimine karşı değilim. Talep varsa yapılmalı. Layıkıyla yapılsa çok da işe yarar. Din eski bir kurum ve ülkemiz de dindar bir toplum olduğuna göre bu konuda bilgi verilebilir. Ama bizde din eğitimi bilimsel eğitimin alternatifi gibi sunuluyor, görülüyor, uygulanıyor. Dine ilişkin sosyolojik, felsefi vb bilgiler çok sınırlı; ibadet temelli veriliyor ve sadece tek dinin bilgi ve değerleri aktarılıyor; diğer dinler ya görmezden geliniyor ya da müfredatlarda bunlara çok az yer ayrılıyor. Bu da eşitsizlik yaratıyor. Bir de, din eğitimi zorunlu olmamalı; isteyen seçmeli. Seçmeyen de deşifre edilmemeli ve baskı görmemelidir. Dini öğretirken cihat gibi şiddete davetiye çıkaran kavramlar öğretilmemeli;  dinlerin güzel tarafları aktarılmalıdır. Bir de, erken yaşlarda din eğitimi olmamalıdır.  

  1. Alternatif Eğitim Dergisinin editörüsünüz. Bu derginin amacı, felsefesi ve duruşu hakkında Gaile dergisi okurları ile neler paylaşmak istersiniz.

Dergimizin amacı, sadece eleştirmek değil ve fakat eleştirse bile alternatifini önermektir. Türkiye’de eğitim son derece başarısız bir kurum. O yüzden bu başarısızlığın nedenlerini tespit edip yeni düşünce, uygulama, model ve yöntemleri düşünmeliyiz. Dergimiz, sıradan, aşina olunan, alışılan, hep yapılagelen şeylerin dışında düşünmeye dayalıdır. Fakat şu ana değin çıkan üç sayımızda pek de alternatifler önerebildiğimizi söylemek mümkün değil. Çünkü ülkemizin eğitimi, akademisyen ve aydınları son derece yetersizdir.   İlerleyen sayılarda alternatif bulma konusunda daha fazla çalışacağız.

*Söyleşiyi gerçekleştiren: Ahmet Güneyli

 

Dergiler Haberleri