FLORYA

FLORYA


Stella Aciman

19. yüzyılın son günlerindeyiz. Yeşilköy’ü geçince deniz kıyısında çınarlar altında havuzlu bir gazino karşımıza çıkıyor. Florya Mesiresi denilmekte… Bu bölge Kalitarya(Rumcada sütçüler köyü demek) köyüne bağlıdır. 1898 yılında Tercüman-ı Hakikat gazetesinde yayınlanan bir ilandan, buranın yeni yeni gidilmeye başlanan bir mesire yeri olduğunu anlıyoruz. Bahçede bir büfe kurulmuş ve Bomontı Birası satılmaya başlanmıştır. Ayrıca kahve, mastika, şarap, konyak gibi çeşitler de bulunmaktadır. Bahçeye geleceklerin kiralayacakları hasır, sandalye, masaların ücretleri de uygundur. Şimendifer kumpanyası da, trenleri tam bahçe önünde durmaktadır, üstüne üstlük gidiş dönüş biletlerinde özel indirim yapılmıştır. Hemen hemen aynı yıllarda Florya Bahçesini ziyaret eden Sermet Muhtar Alus burayı şöyle anlatır: “Ağaçların altına vardık. Önü meydanmış, ortasında yosunlar içinde bir havuz, yamacında çerden çöpten yapılmış bir kahve. Gerilerde beş on kişi var. Tertipli gelmişler. Mandolinlerini, kitaralarını çalan, havalara ayak uydura uydura polkaya kalkışan, ‘zito’ları da çınlatan Rumlar; ut zımpırtıları ile gazeli, türküyü tutturan Ermeniler…”

FULURYA-FLORYA

Aradan on beş kadar yıl geçer. Florya’yı yeniden ziyaret etmek için bu kez Ziya Osman Saba’nın çocukluk anılarına kulak veriyoruz. “O zamanların Ayastefanos’undan (Yeşilköy) sonra bir Kâğıthane sefasına çıkılır gibi uzun uzadıya arabayla varılan Florya, geniş kumsalıyla elbette ki vardı ama oraya, ilk görüşümde, çocuk gözlerime bir çöl tesiri bırakmış kızgın kumlara uzanarak güneşte yanmaya değil, bilakis, tren yolunun beri tarafındaki yüksek ağaçların gölgesinde oturup serinlemeye, ‘kuş dinlemeye’ gidilir, adı da, o kuşun adıyla ‘Fulurya’ telaffuz edilirdi… O zamanların Arap harfleriyle Fulurya’sının berisinde uzanan, bugünün Latin harfleriyle Florya’sı ise, başınıza güneş geçer tehdidiyle gitmemiz, ilerlememiz menedilen, merak veya cesaret edip birkaç adım atacak olsak, süslü iskarpinlerimizin içine, kabahatimizi ne de çabuk meydana çıkaracak, bizi hemen de eleverecek müzevir kum tanelerinin doluverdiği, zaten bir iki adımdan sonra ilerleyemez olduğumuz, gözlerimiz kamaşmış, tabanlarımız kızışmış, kendimizi hemen çayırların sahil-i selamet’ine  attığımız, yasak, yalnız yasak mı, yasak olduğu kadar da korkunç bir bölgeydi.”

İstanbul Ansiklopedisi ise buranın adının ‘flurya’ şeklinde söylenmesinin yanlış olduğunu ileri sürerek şöyle yazar:” Asıl adı Kanuni Sultan Süleyman’ın ünlü başdefterdarı İskender Çelebi’nin buraya yaptırdığı bir av köşkünün ve bir dinlenme yeri güzel bahçenin adına nisbetle ‘Florina” dır. Aslen Arnavut olan ve İstanbul’a küçük yaşta köle olarak getirilmiş bulunan İskender Çelebi’nin Arnavutluk’ta Florina kasabasından olduğu tahmin edilir.”

FLORYA’NIN RUS DİLBERLERİ

Adının kaynağı ne olursa olsun, Florya’nın plajlar tarihindeki yeri 1920’lerin başında yazılmaya başlanır. Bu yıllarda Bolşevik Devrimi’nden kaçarak İstanbul’u geçici bir süre de olsa mesken tutan Beyaz Rusların bir bölümü, Florya kıyılarına yerleştirilmiştir. Biraz sıcaktan biraz da yolculukta kaptıkları parazitlerden kurtulmak amacıyla denize giren Beyaz Rusları görmek için, İstanbullular akın akın bu kıyılara gelirler. Willy Sperco bu ilk günleri şöyle anlatır: “ Başlangıçta boşta kalan subaylarla kendilerini tatilde sayan ve güz sonu Rusya’ya döneceklerini hayal eden Petersburglu ve Moskovalı dilberler, yakıcı güneşte, altın kumlarda çıplaklıklarını sergiliyorlardı. Güzel Moskovalıların kendilerini gösterdikleri bu yerlere ‘Cuir de Russie’nin (Rus derisi anlamına gelen bir parfüm adı) sarhoş eden kokusunun cazibesine kapılan Türk ve yabancı erkekler akın akın gelmeye başladılar. Az sonra buralarda açık hava koltuk meyhaneleri ile banyo kabinlerine benzer tahta yapılar belirmeye başladı.”
Sonrasını ise bir dönemin ünlü gazetecisi Feridun Kandemir’in bir röportajından aktarayım: “Anastas ismindeki bir Rum, Solaryum’un olduğu yere küçük bir baraka kurarak bir Açıkhava meyhanesi işletmeye koyuldu. Florya’nın ilk tadını çıkaran işte bu barba Anastas’tır. Anastas’ın meyhanesinde demlenenler denize girmeye niyetlendiklerinde ne yapacaklar? İşte bu konudaki boşluğu ilk değerlendirenler ise yine iki Rum vatandaşı oldu; Uzun Aleksandr ile Küçük Aleksandr… Bunlar operatör Murat beyden kiraladıkları yerde, şimdiki Solaryum plajını kurdular. Solaryum kâfi gelmeyince biraz öteye Haylayf (Highlife) plajı kuruldu. Ve ondan sonrası malum… Artık Florya’nın yıldızı parlamıştı.”

FLORYA VE ATATÜRK

Florya’nın diğer plaj bölgelerinden farklı bir konuma gelmesi için ise bir yıl daha beklememiz gerekiyor. 1936 Haziran’ının ilk Cuma’sı Atatürk olağan kent gezilerinden birini yapmaktadır. Birbirini izleyen üç otomobil Topkapı’dan çıkmış, Edirne şose yolu üzerinde hızla gitmektedir. Yeşilköy’ü geçer geçmez Florya sırtlarında arabalar durur. Yol kötüdür, etraf yeşilliğe hasrettir ve ıssızlık manzaraya egemendir. Atatürk sahile bakar bakar ve yanındakilere “bu deniz bize küskün görünmüyor mu?” diye sorar. İşte bu soru Florya’nın kaderinin değişmesinin başlangıcı olacaktır. O gece Florya’daki bir evde kalan Atatürk, sabah burada deniz köşkü yaptırma kararıyla uyanır. Bunu gerçekleştirmek için hemen işe başlanır. Florya Deniz Köşkü için üç ayrı proje hazırlanır. Atatürk bunlar arasından Güzel Sanatlar Akademisi profesörlerinden Seyfi Arkan’ın planlarını beğenerek uygulanmasını ister. İnşaat hemen o gün başlatılır, rekor denecek bir hızla, tam 43 günde tamamlanır. Projeyi gerçekleştiren Seyfi Arkan o günlere ait anılarını şöyle anlatır:”Atatürk milletini çok seven büyük bir insandı. Halkın arasında yaşamakla mesut ve bahtiyar olduğunu her zaman söylerdi. Florya gibi tabiatın bu müstesna yerinde bulunan köşkündeki yatağında yatar ve altındaki birkaç metrekarelik denizden faydalanırken bile milletinin sağlığını, neşesini düşünürdü.”
Florya’nın bu yeniden doğuşunda gerçekleşen yalnızca Cumhurbaşkanlığı Deniz Köşkü’nün yapımı değildir. Onun hemen yanında yaverlik, kâtiplik apartmanları ve halk tipi lojmanlar inşa edilir. Plaj, yollar, parklar yeniden düzenlenir. Ardından Trakya’ya kadar bütün yollar asfaltlanır. Atatürk de son yıllarının en güzel günlerini burada geçirmiş ve İngiltere Kralı VII. Edward’ı Florya Deniz Köşkü’nde konuk etmiştir.

BENİM FLORYAM

Anılarımda Florya 1960’lı yıllarıma denk gelir. Yeşilköy’de doğmuş ve büyümüş biri olarak Florya Plajının bende ayrı bir yeri vardır. O yıllar arabaların tek tük görüldüğü yıllardı, Yeşilköy’de ulaşımı faytonlar sağlardı. Bisikleti de unutmamak gerekir. İstepan ve Mehmet Efendi… Annemin vazgeçemediği faytoncularıydı ama Mehmet efendiyle diyalogu bir başkaydı. Henüz bebekken kaybettiği babasının yerine koymuştu onu sanki. Annemle Mehmet Efendi’nin sabah kahvelerini salonda, pencerenin önündeki berjer koltuklarda karşılıklı oturarak içtiklerini ve sohbet ettiklerini hala dün gibi hatırlarım. O yıllarda Yeşilköy’de Kapri’ye veya Çınar Oteli’ne giderdik denize girmeye. Haftada bir gün ise Florya Plajına… Mehmet Efendi sabah eve gelir, annemle kahvelerini içerlerdi. O sırada ben ve ağabeyim kapıda duran Mehmet efendinin faytonuna kurulur, sabırsızlıkla annemin gelmesini beklerdik. Sonra ver elini Florya… Ahşap köşkleri çevreleyen asırlık ağaçların arasından geçerek Florya’ya ulaşırdık. Uzun bir sahil, altın gibi bir kum ve pırıl pırıl bir deniz… Florya Gazinosu’nda yediğim balıkların, pavuryaların, ıstakozların tatları hala damağımda, tabii balığın bol ve ucuz olduğu yıllardan söz ediyorum. Ağırlıklı olarak azınlıkların gittiği bir plajdı. Etrafta Rumca, Ermenice, Fransızca ve Ladino lisanlarını konuşan bir sürü insan görürdüm etrafımda. Modern mayoların hatta bikinilerin giyildiği, kimsenin kimseyi rahatsız etmediği yıllardı henüz. Yıllar yılları kovaladı, İstanbul’da birçok yer gibi Florya da zamana yenildi. Bugün artık o güzelim ahşap köşklerin yerlerinde çok katlı apartmanlar yükseliyor. Hatta artık bir AVM’si bile var Florya’nın. Eskinin o naif gazinoları yerlerini kebapçılara bırakmış durumda. ‘Peki, denizi nasıl?’ diye sorarsanız… “Marmara’da denize girecek yer kaldı mı ki, Florya Plajı olsun” diye cevap veririm.  

 

------------------------------------------------------------

 

Kaynaklar
Yaz Gezintileri, Değişen İstanbul-1959, s.27
Yüzyılın Başında İstanbul-1989, s.79
Kandemir, Florya’da Bir Gün-Hafta 27 Ağustos 1949
Hafta, 8 Ağustos 1934
Aydabir, Ocak 1953

Dergiler Haberleri