Firari Bedenler: Bir Başkalaşım Göstereni

Firari Bedenler’in oluşturduğu aura ne güzeli ne ideal olanı imler. Hatta bu kavramları tartışmaya dahi açmadan bir queer var oluş hali çizer ve çerçeveleri reddeder.

Seçkin Tercan
tercans@yahoo.com

Bedenle olan alakamız bizde saklıdır. Kendi varlığımıza dair bir oluş ve uzantıyı tanımlama aracıdır beden. Sadece kendimize değil, bizimle beraber varlığını sürdüren tüm öznelere özel bir oluşu anlamlandırma aracı olarak da görürüz bedeni. Toplumsal yönlendirmeler ise bedenle olan ilişkimizi çoğunlukla daraltan ve kısıtlama altına alan norm belirleyici bir yapı oluşturur. Sanatın ya da kültürün performatif bir parçası olarak gösterilen beden, çoğul katmalar dizgesi oluşturarak mistik bir aura yaratır. Beden ya da bedenle olan ilişkimiz tarihsel olarak bize dair olana yüklediğimiz anlamlarla da şekillenmiştir. Tanrısal olanı ilişkilendirdiğimiz ve çevremizdeki diğer birçok nesne ve canlı ile kendi bileşimimizi yarattığımız bir öge olmuştur. Mitolojide ve birçok dinî öyküde de antropomorfik tanrısal formlara dönüşen kendi ilk yurdumuzla, bedenimizle karşılaşırız.

Karşımıza çıkan en eski beden formlarından biri küçük bir kadın figürinine aittir. Willendorf Venüsü ortalama 30.000 yaşındadır ve döneme özel bir algıyı bugüne taşır.  Oysa bu tarihten önce de bedenimizle yüzleştik, onu izledik ve yorumladık. Bedenlerimiz insanlık tarihindeki birçok ritüelin ana ögesi oldu ve muhtemelen insansı kıldığımız doğa ve diğer canlıları bugünden çok daha farklı algıladık. Binlerce yıl boyunca anonim kalmış prehistorik bedenler birer arkeolojik buluntu olarak karşımıza çıkmaya başladığında bugünün beden algısına pek de benzemeyen formlar gördük. Dahil oldukları kültürden ziyade, bulundukları coğrafyayla tanımlanmış bu figürinler esasında kendi geçmişimizden gelen temsilciler oldu.

Hüseyin Özinal’ın ‘Firari Bedenler’ resimlerinde her bireyin başka bedenler görmesi muhtemeldirEserlerinde, kendi geçmişimizle ve deneyimlerimizle ilintili beden imgeleriyle yüzleşeceğimiz aşikârdır ve hem bireysel hem de toplumsal bağlamda bir aşınmadan bahsetmek de mümkündür. Bu, Walter Benjamin’in  kelimelerdeki aşınmadan bahsettiği gibi bir aşınma değildir belki, ancak normatif olanın oluşturduğu baskı neticesinde oluşan bir aşınmadan bahsedilebilir. Gözle görülür olanın yaşadığı fiziksel bir aşınmadan bahsetmek yerine; toplumsal ve birçok sosyal katmana sahip bir kavram olarak değerlendirmek gerekiyor aşınmayı. Bedenin kendi özüne dahil olmayan dışarıdan müdahaleler aşınmayı gerçekleştirendir. Belirlenmiş normatif kalıplara sığmaya çalışan bedenin bu süreçte uğradığı zorunlu dönüşümdür aşınma.    

Preshistorik bedenin doğrudan oluş hali, bizi kendi dolaylı algımızla başbaşa bıraktığı gibi, Özinal’ın Firari Bedenler’inde karşılaştığımız formlar tarihsel birikimle beraber daha özel bir algıyı tetikliyor. Çizgilerdeki dönüşmüş bedenler, alımlayana kendi uzuvlarıyla olan ilişkisini hatırlattığı kadar temas halinde olduğu bedenlerle olan ilişkisini de imliyor. Bu temas hali tanımsızlık içeren bir yapıda tesis edilmiş Firari Bedenler’de; bir cinsiyeti kavramaya zorlamadığı, hatta bir özne üzerinden tahakküm kurmadığı görülebiliyor. Özinal’ın resimlerinde ideal olanın sınırlarına hapsedilmiş beden anlayışının dışına taşınmış figürler izleriz. Merkez barındırmayan bir tanımlamaya sahip olan bedenler, heteroseksüel norm anlayışına karşı duran ve bu norm üzerinden kendini tanımlamayı reddeden figürler  halindedir. Cinsiyet limitlerinin ve sınırlarının içine hapsolmak yerine öteki formu benimseyen hiçbir figür üzerinde tanımlayıcı baskı kurmayan bir algı yaratır, Özinal.

Tekil bir var oluş sergileyen resmin; ne kalıbı alınıp yeniden üretilebilir, ne de negatifi sayesinde yüzlerce baskısı yapılabilir. Firari Bedenler’de gördüğümüz ise her figürün kendine özel bir iç güdüsel eyleme sahip oluşudur. Hareket barındıran bu çizgisellik bir ideali barındırmadığı için beden bağlamında da kendine özel biricik bir oluşa sahiptir. LGBT bireylerin de çoğaltılabilir / çoğaltılmış norm kalıplarına uymuyor olmaları, bugünkü toplumsal limitlerin içine girmek üzere zorlanmalarına karşı oluşturdukları aktivist duruş, kendi tekil varlıklarıyla queer bir eylemlilik barındırır. Queer’in kendine özel olması ve bunun bir tanıma hapsedilmemesi tamamen bireyin öznel tavrı ile belirlenir. Beden üzerinde kurulan tahakkümün yüzlerce yıldır bir ideal üzerine inşa edimesi ve bu idealin kurgulanması bedenin belirlenmiş formun dışına çıkamaması ya da bir arzu nesnesine dönüşmesi şeklinde olmuştur. Bugün beden üzerinde yaşatılan çok yönlü talep, esasında bedeni özgürleştirmek amacıyla değil, hiç olmadığı kadar baskı altına almak üzere biçimlenmektedir. Güzel ya da doğru kavramlarının genişletildiği bir yapıyla beden tüm yönelimler için ön yargılardan oluşan bir çerçevenin içindedir. Firari Bedenler’in oluşturduğu aura ne güzeli ne ideal olanı imler. Hatta bu kavramları tartışmaya dahi açmadan bir queer var oluş hali çizer ve çerçeveleri reddeder. Bu öznel tasarruf aynı prehistorik bedenlerdeki gibi bir anlamda anonim olabilir ancak eril söylemlerin inşa ettiği belirleyici tavra da karşıdır.

Arkeolojik buluntulara dönüşen kimi heykeller toprak altında ve üstünde aldıkları darbeler ve örselenmeler ile dönemlerinde tanımlandıkları ideal formu kaybetmiştir. Uzun süre toprak altında kalmış antik heykeller farklı noktalarında aşınmalara ve kırılmalara uğrar.  In-situ halde ya da müze ortamında bağlamından uzakta yeni bağıntılar kazanan form, kırıklarla / kırılmalarla doludur. Antik dönemlerden bugüne kalan bir heykel formundan arda kalan bu kalıntılar, zaman içinde kaybettikleri üzerinden değil, bugün oluşturdukları form ile izlenirler. Bu kırıklar ve aşınmalar belki de bir anlamda özgürleşmenin yeni biçimi olacaktır. Tanımlanmış kimliklerden uzaklaşmak geçmişte edinilmiş zorunlu kabuğu kırmak anlamına da gelecektir. Toprakla ilişkilendirilebilecek bu kırıklar ve aşınmalar esasen bir firari derinliktir. Bu bağlamda Firari Bedenler’de oluşmuş kırıklar bedenle olan temasımızda kimliksiz ve öteki olana dair anlamlar barındırır. Bu, zorunluluk barındırmayan bir dönüşümdür! Yüzyıllar içerisinde bedenin uğradığı dönüşümlere benzer bir metaforik altyapıya sahiptir. Firari Bedenler’de betimlenen beden, anlamıyla bir tarafsızlık içerdiği gibi merkezsiz, hüküm kurmayan bir çehreye de sahiptir. Bunun nedeni kurgulamadığı ya da inşa etmediği erktir. Kolektif bir temsil vardır bedende, tarihsel bağlamda oluşan katmanlar bu temsiller bütününü anlamlandırmamızı sağlar. Firari Bedenler’de izlenen form bir anlamda da Özinal’ın kendi içsel yolculuğunun çizgisel uzantısıdır ve kimi zaman tanıdığı bir bireyi anıştırırken kimi zaman da tamamen bağımsız anonim dizgeleri gösteren bir uzantı olur.

Queer’in bir uzlaşı düzleminde tanımının olmaması gibi, beden üzerine oluşan algının da genel geçer kabul gören bir formüle sahip olması sorunludur. İnterseks bedenlerin ve queer’in kapsayıcılığı içinde kimliksiz bir oluş hali yaşayan tüm bireylerin, kendini ifade edebilmesi yine bu kimliksizlik haliyle mümkündür. İkili cinsiyet anlayışının kurguladığı zorunlu kalıplara direnen LGBT aktivizm; heteronormatif kalıplara girmeyi reddeden, aynı zamanda fallosentirik kurguyu da yıkıma uğratan bir eylemlilik içinde olmuştur. Sosyal yaşam kadar bireylerin kendi bedenleri üzerindeki tasarrufa parmak basan özgürlükçü algı, sadece LGBT oluşları değil toplumda var olma mücadelesi veren tüm ötekleri temsil eden bir durumdadır.

Ne ki, bedenin alışılageldik tanımının karşısında duran formlar kimi bireyler için bir kaygının tetikleyicisi olabilir. Kendi ideal formumuz için karşı değer oluşturacak formlar değildir Firari Bedenler; sanatın bize gösterdiği geçmişimiz ve bedene yüklediğimiz tüm başkalaşımlardır ve beden üzerinde kurgulanmış ritüeller kimi zaman da bedenleri örselemek üzerine olmuştur. Güvenli alandan çıkıp normatif olandan uzaklaşmak ve belirleyici bir tanıma gitmemek, toplumdaki her oluşu özgürleştirecektir.

 

Dergiler Haberleri