Erhürman Tripotu ve Mülkiyet Meselesi

Esasa dair üç temel mücadele başlığı ortaya çıkar:1. Bütünlüklü ve kapsamlı çözüm,2. Güven yaratıcı önlemler,3. İç politika, ekonomik ve sosyal kalkınma için siyasi istikrar.

Erhürman Tripotu ve Mülkiyet Meselesi

Mutlu Azgın

mutluazgin@gmail.com
 

Cumhurbaşkanlığı seçimleri eli kulağında, önümüzdeki Ekim ayında gerçekleşecek.

2020 Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde CTP adayı Tufan Erhürman’ın ortaya koyduğu temel tezler hâlâ geçerliliğini korumakta ancak konjonktürel kamplaşma nedeniyle bu tezlerin yeterince dikkate alınmadığını düşünüyorum. 

Toplum olarak ihtiyaç duyduğumuz yeni paradigmayı işaret eden bu tezler, özellikle mülkiyet rejimiyle bağlantılı olarak kendi ayağımıza kurşun sıkan yanlış siyasi hattın en erken zamanda terk edilmesi gerektiğini de ortaya koymaktadır.

Erhürman Tripotu, aynı anda karşılıklı belirlenim gücü ve işlevine sahip üç temel bacaktan oluşmaktadır. Yıllarca siyaset, tek bacaklı bir belirlenim üzerinden şekillenmiş, Kıbrıs Sorunu’na yaklaşım farklılıkları temel belirleyici olurken, farklı tezlerin “yöntem kardeşliği”ni doğurmuştur.

Kıbrıs Sorunu Yapısalcılığı olarak kavramlaştırabileceğimiz bu yöntem kardeşliği uyarınca, demokratik toplum nezdinde tartışılan ve yarışan fikirler, kapsamlı ve bütünlüklü çözüm hedefinden hareketle rekabet eden farklı siyasi kimliklerin ortaya çıkmasına yol açmıştır.

Ancak, kapsamlı ve bütünlüklü çözümün gerçekleşmemesi ve özellikle 2004 Referandumu sonrası oluşan yeni durum, Erhürman Tripotu’nun önemine olgusal dayanak sağlamaktadır.

Aşamacılık ve belirlenimcilik olmaksızın, eşit güç ve önemdeki üç ayaklı mücadele ve siyasi örgütlenme öneren Erhürman Tripotu’na göre, bütünlüklü ve kapsamlı çözüm arayışları, güven yaratıcı önlemler ve iç politikada ekonomik ve sosyal kalkınma hedefi, beş yıllık cumhurbaşkanlığı görev süresinin yaratacağı siyasi istikrar ortamı ile iç politikada Cumhurbaşkanı’nın anayasal ve siyasi görevlerinden kaynaklanan işlevsel liderlik fırsatıyla mümkün olacağı savlanmaktadır.

Bu zihinsel haritayı özetlersek, bazı yan unsurlar, çok taraflı iletişimsel eylemlilik, üslup, birlik ve beraberlik çağrılarını rafineden geçirip damıttığımızda, esasa dair üç temel mücadele başlığı ortaya çıkar:
1. Bütünlüklü ve kapsamlı çözüm,
2. Güven yaratıcı önlemler,
3. İç politika, ekonomik ve sosyal kalkınma için siyasi istikrar.


Uluslararası siyaset, uluslararası hukuk ve küreselleşme tartışmalarında yıllardır gündemde olan iç ve dış siyaset etkileşimi meselesinde, Tufan Erhürman’ın “karşılıklı kuruculuk” yöntemini önerdiğini söyleyebiliriz.

Örneğin, güven yaratıcı önlemler genellikle dış politika konusu olarak görülse de, geçiş noktalarının artırılması, Yeşil Hat Tüzüğü kapsamının genişletilmesi, mali yardım tüzüğü, enerji ve telekomünikasyon alanındaki iş birliği, ortak hastane ve havalimanı gibi gelişmeler dış politika mı yoksa iç politika kapsamında mı değerlendirilmelidir?

Kuşkusuz karşılıklılık ve geçişkenlik burada açıkça ortadadır.

Veya örneğin, suç gelirlerini davet eden bir yasanın sadece iç politika ile ilgili olduğunu söyleyebilir miyiz?

Anayasa ve yasa ihlalleri yalnızca iç politika başlığı altında mı değerlendirilmelidir?

Uluslararası hukuk ve Avrupa Birliği nezdinde, toplumca izolasyonumuzu ve görünmezliğimizi artırma potansiyeli taşıyan yasa veya uygulamalar sadece iç politika kapsamında mı yer alır?

İç politikada yaşanan hükümet istikrarsızlıkları, yolsuzluklar, keyfi atama ve istihdamlar, iki yakası bir araya gelmeyen bütçe mevzusu yalnızca iç politika sorunu mu?

Aynı şekilde, milletvekillerine kadar sirayet eden sahte diploma meselesi ve üniversitelerimizin kalitesi sadece iç politika konusu mudur?

Kültür, spor, sanat ve ekonomi alanında haksız tecride son vermek sadece dış politika kapsamında mı değerlendirilir?

Ülkemizin öncü sektörleri haline gelen turizm ve yükseköğrenim, iç politikaya mı denk düşer dış politikaya mı?

Soruları ve örnekleri çoğaltmak mümkün.

Kısacası, iç-dış politika ayrımı olgusal gerçeklerle örtüşmemektedir.

Bu ayrımın ortadan kaldırılması ve yeni bir cumhurbaşkanlığı paradigmasının hayata geçirilmesi, toplum olarak yaşadığımız çok katmanlı problemlerin çözümü açısından büyük önem taşımaktadır.

Cumhurbaşkanı’na verilen anayasal yetkilerin yanı sıra, doğrudan halkoyuyla seçilmesi, ona siyasi güç ve meşruiyet kazandırmakta; bu durum ise hükümet sisteminin 'Cumhurbaşkanlı Parlamenter Sistem' olarak tanımlanmasını mümkün kılmaktadır.

Erhürman Tripotu’nun zamanlı ve işlevsel diğer bir önemi ise mülkiyet sorunu bağlamında ortaya çıkmaktadır.

1996 Loizidou kararıyla başlayan, Orams yaptırımıyla doruğa ulaşan ve son günlerde yaşanan tutuklamalarla kontrolden çıkan bu sorun, salt dış siyaset başlığı mıdır?

İç siyasette sosyal ve ekonomik büyük kırılmalara neden olabilecek bir konu başlığı yalnızca dış siyasetle ilişkilendirilebilir mi?

İç-dış siyaset ayrımında görülen ve adeta “ikili karşıtlık” biçiminde formüle edilen eski paradigma, siyasi-hukuki çözüm yönteminde de önemli ikili karşıtlıklar doğurmuştur.

Eski paradigma uyarınca mülkiyet konusu yalnızca bütünlüklü ve kapsamlı çözümün sorunu olarak görülmüş; yalnızca “global/genel” çözüm şeklinde kurgulanmıştır. Bu, meselenin “siyasi” boyutudur.

Ancak Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Avrupa Birliği süreciyle başlayan ve tam üyelik sonrası AB normları temelinde gelişen “bireysel mülkiyet hakkı” arayışı ciddi bir hukuk savaşına dönüşmüştür. Bu ise meselenin “hukuki” boyutudur.

Peki, mülkiyet sorununu salt siyasi ya da salt hukuki çözümler şeklinde ele alabilir miyiz?
Koca bir hayır.

Tarihsel olarak kuzey, meseleyi siyasi çözüme endeksleyerek mülkiyet sorununu devletleştirirken; güney, siyasi çözümden önce hukuk yöntemi aracılığıyla meseleyi bireyselleştirmiştir.

Bireylerin mülkiyet hakkı meselesinin Kıbrıs Cumhuriyeti tarafından siyasi savaşa dönüştürüldüğünü ve istismar edildiğini fark eden Avrupa Birliği kurumları, siyasi-hukuki ikili karşıtlığına ara formül olarak bir yöntem önermiştir.

Loizidou davasından farklı olarak Arestis davası sonucunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), etkili iç hukuk yolunun oluşturulması gerektiğini vurgulamış ve
dönemin Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat (2005) önderliğinde Taşınmaz Mal Komisyonu kurulmuştur.

Takas, iade ve tazminat yöntemleriyle iç hukuk enstrümanı olarak işlev gören Komisyon, 2010 yılında AİHM’in Demopoulos kararı sonrası resmen iç hukuk yolu olarak tanınmış, Alexandrou kararıyla Demopoulos içtihadı yeniden teyit edilip pekiştirilmiştir.

Yaşadığımız son gelişmelerle yakından bağlantılı olduğundan Orams merhalesini atlamayalım. Hukuk savaşları sürecinin en kritik dönemeçlerinden biri kuşkusuz Orams davasıdır. Bu dava sonucunda Avrupa Birliği Adalet Divanı, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti mahkeme kararlarının AB üyesi ülkelerde tanınması gerektiğine hükmetmiştir.

Önemli sayılabilecek dönemeçler kabaca bunlar.

Vaziyet bu iken, Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın Taşınmaz Mal Komisyonu’nu işlevsizleştirmesi ve eski paradigmanın temsilcisi olarak, yukarıda açımlamaya çalıştığımız hukuksal gelişmelere duyarsız, vurdumduymaz ve umursuz kalması yetmezmiş gibi, inşaat sektörünün bizzat kendisi tarafından mesnetsiz ve kontrolsüz biçimde olgu çarpıklığıyla manipüle edilmesi, binlerce insanın işsiz kalmasına, onlarca yan sektörün etkilenmesine, milyarlarca dolarlık yatırımların heba olmasına ve insanların tutuklanıp hapis edilmelerine kadar bir dizi felaketin habercisi öncül gelişmelere tanıklık etmemize neden olmuştur.

Tufan Erhürman’ın 2020 Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde ortaya koyduğu ve eşit ağırlıklı önem sırasına göre yapılandırdığı çok yönlü ve eşzamanlı mücadele yöntemi, 1) iki toplumlu, iki bölgeli, siyasi eşitliğe dayalı kapsamlı çözüm hedefi, 2) güven yaratıcı önlemler, 3) ekonomik ve sosyal kalkınma için iç siyasette istikrar, başlıkları üzerine inşa edilmiş yeni bir vizyon sunmuştur.

Bu vizyonun, özellikle mülkiyet davaları bağlamında siyaset ile hukuk arasında geleneksel olarak kurulan ayrımı benzer şekilde aşacağını; bu iki alanı zıtlık veya karşıtlık üzerinden değil, karşılıklı (hukuk-siyaset) geçişkenlik ve etkileşim temelinde ele alacak bir mücadele hattı örgütleyeceğini öngörmek, sanırım yanlış olmayacaktır.

Beş yıl önceki Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde kamuoyuyla paylaşılan ve konjonktürel kamplaşma nedeniyle güme giden görüş ve çözüm önerileri, aradan geçen zamana rağmen geçerliliğini korumaktadır. Dahası, geride kalan beş yıl, bu tezlerin doğruluğunu ortaya koyan sayısız olgusal örnekle doludur.

Not: Detaylı bilgi için bakınız: tufanerhurman.org 

Dergiler Haberleri