DEVLETİN KAYNAKLARI TÜKETİLYOR

Eski Tarım Bakanı, CTP Mağusa Milletvekili Erkut Şahali, UBP-DP Azınlık Hükümeti tarafında hız kesilmeden yapılan atamalara “Böylesi bir savurganlığı ancak hayırsız bir mirasyedi yapar” yorumunda bulundu, tepkisini ortaya koydu

 


• “Kendilerinin atadığı, bizim görevden almadığımız ve hizmetlerinden devleti yararlandırdığımız bürokratlardan tutun da, eğitimi ve deneyimi ile açık ara en önde olanlara varıncaya kadar her atanmışı kıyma makinesine atmaktan çekinmiyorlar.”

• “Başbakanlığa üç edebiyatçı ile bir mimarın istihdam edilmiş olmasının ve bunların ‘danışman’ olarak isimlendirilmesinin izah yükümlülüğü bize değil sayın başbakana aittir.”

• “Bu bir cinayettir. Partizan ve kişisel amaçlarla bu devletin geleceği resmen katlediliyor, kaynakları tüketiliyor. Böylesi bir savurganlığı ancak hayırsız bir mirasyedi yapar.”

• “Hükümet sektörü rahatlatmak için yaptığı alımı önümüzdeki günlerde yine sektör aracılığıyla pazarlayabilme ve girdi sağlama imkanına sahipti. Peki ne yapıldı? Alımı yapılan önemli bir miktar ürün hükümet partilerinin köy örgütleri aracılığıyla dağıtıldı. Bedelsiz ve hesapsız biçimde dağıtıldı. Sorsanız, bayramda fakir fukaraya dağıttık diyecekler. Devlet parti bütünleşmesi işte budur.”

• “Parti örgütleriyle dağıttıkları ürünlerin kimi yerine ulaştı, kimi de pazara çıkarılarak satıldı. Günün sonunda da ne alan memnun kaldı ne de veren aslında. Çünkü pazardan ürün fazlalığı nedeniyle çekilen malların en azından bir kısmı yeniden pazara çıkmış oldu. Alın size vizyon! Şimdi ben bunlara mirasyedi demeyim de ne deyim.”


 

Fayka ARSEVEN KİŞİ

Eski Tarım Bakanı ve CTP Mağusa Milletvekili Erkut Şahali, UBP-DP Azınlık Hükümeti’nin yaptığı atamalara tepki gösterdi, “Bu bir cinayettir. Partizan ve kişisel amaçlarla bu devletin geleceği resmen katlediliyor, kaynakları tüketiliyor. Böylesi bir savurganlığı ancak hayırsız bir mirasyedi yapar” dedi.

Şahali, “Hele Başbakanın kızının mezuniyetine katılımı! Tam bir fiyasko, bir skandal” diyerek, “Üstelik bu konuda gösterdiğimiz hassasiyeti başbakan hafife alıp alay edercesine kendisinin bu konuda eğitim aldığını, uzun yıllardır deneyimli olduğunu bu işlerin usulünün bu olduğunu söylüyor. Dalga geçerken komik olmak böyle bir şey işte...” yorumunda bulundu.

UBP-DP Azınlık hükümetinin atamalarını, vatandaşlık konusunu, tarım reformunu, Türkiye’den gelen suyu ve TÜK’ü konuştuğumuz Şahali, birbirinden çarpıcı açıklamalarda bulundu.

• Türkiye’den Kuzey Kıbrıs’a gelecek olan su belediyelere verilmeye başlandı, CTP’nin fiyat konusuna itirazı olmasına rağmen… Bundan sonraki süreçte tüketiciyi, belediyeleri ne bekliyor?

• Erkut ŞAHALİ: Suyun gelişi ve tüketiciye ulaşmış olması önemli. Bu yeni durumla birlikte, yaşam kaynağı olan su, beli başlı yerleşim birimlerimizde artık çok daha nitelikli bir hale geldi. Bunun tüm yerleşim birimlerimizde bir an önce olması lazım. Bu ülkede yaşayan herkesin kaliteli, sürekli su hakkıdır.

Esas olan, bu hakka bedelinin ödenebileceği biçimde sahip olunmasıdır. İşte bu nokta kuşkuludur. Geçiş dönemi için belirlenen 2,3 TL’lik fiyat, belediyelerin işletme giderleri de hesaba dahil edildiği zaman, “bedeli ödenebilir” olacak mı olmayacak mı? Bu sorunun cevabı her bir belediye için değişken olmakla birlikte, gerçekçi biçimde hesaplandığı zaman minimum iki katına çıkacaktır. Bir başka anlatımla, işletme gideri en düşük ve kayıp-kaçak oranı en az olan belediye sınırlarında suyun tonunun en az 4,5 TL’den satılması gerekecektir. Bu fiyat, bugünkü faturalardaki birim fiyatlar dikkate alındığında, en pahalı fiyatın bile yaklaşık %40 üzerindedir. Bu büyük bir soru işareti olarak karşımızdadır. Bu konuya bir de idari kayıpları ekleyerek bakmak kaçınılmazdır. Çünkü verdiğim 4,5TL’lik minimum fiyat örneği, şebeke ve idari kayıpları en az, tahsilat düzeyi çok yüksek belediyelerde geçerlidir. Yani çıkardığı faturaların tamamına yakınının tahsilatını yapabilen, şebeke kayıpları en aza indirgenmiş belediyelerden söz ediyorum ki bunlar bir elin parmakları kadar bile değildir.

Asıl mesele, çok ciddi şebeke yatırımına ihtiyaç duyan, kayıp-kaçağı çok olan ve üstelik çıkardığı faturaların yarısını dahi toplayamayan belediyelerin durumudur. Bunların durumu tam bir çıkmazı işaret ediyor. Düşünün, elde ettiği her metreküp su için 2,3 TL ödeme yapacak, bunun yarısını tüketiciye ulaşmadan toprak altında kaybedecek ve ulaştırdığı suyun da ancak yarısının parasını toplayabilecek bir belediye kaç ay ayakta kalabilir? İki, bilemediniz üç ay sonra çöker ve geriye büyük bir enkaz kalır. Bu enkazı ortadan kaldırmak mümkün olmaz. İşte esas sorun burada ortaya çıkar. Yani tüketicinin eksiksiz bir ödeme kabiliyeti olduğunu var saysak bile ki ülkede hüküm süren ekonomik koşullar bunun böyle olmadığına işarettir, yine de su çok pahalı biçimde şebekede akacak ve her damlasıyla evlere ve belediyelere sorun taşıyacak. Hükümetin buna kayıtsız kalma şansı yoktur, olamaz. Yani hükümet, ne vatandaşın parasını ödeyemediği için susuz kalmasına, ne de belediyelerin su parası ödeyecek diye diğer hizmetlerini yerine getirememesine ya da çalışanların maaş ve özlük haklarına ilişkin sorumluluklarını yerine getirememesine seyirci kalabilir. Hükümet bu hesabı yapamadı belli ki. Ya da yaptı ama muhatabıyla bunu dikkate alan bir fiyatta anlaşamadı. O zaman bu işaret ettiğim sorunların yaşanmaması için hemen şimdi önlem almalıdır. Almaz ve belediyelere verdiği suyu 2,30’dan fatura etmeye hemen şimdi başlarsa hükümet, yaratacağı yıkımın altında kendisi de kalacak.

 

‘Tam bir fiyasko, bir skandal’

• UBP-DP Azınlık Hükümeti döneminde birçok kişi görevden alındı, yeni atamalar yapıldı. Yeni müşavirler yaratmanın maliyeti de defalarca açıklandı. Özel hizmet alımları var, bir de Başbakan Hüseyin Özgürgün’ün devletin imkanları ile kızının mezuniyetine gidişi var,  Ne yapılmaya çalışılıyor?

• Erkut ŞAHALİ:Bunu meclis kürsüsünden çok net biçimde ifade ettim. Tam bir “mirasyedi çılgınlığı” ile hareket ediliyor. Müşavir yaratma konusundaki iştahları iş yapma heveslerinden kaynaklansa bir yere kadar anlayışla yaklaşmak belki mümkün olurdu. Ancak böyle bir hevesten eser yoktur ortada. İşinin ehli, bırakınız ehil olmayı en azından atandığı alanda çalışmış olanları müdür ya da müsteşar olarak atasalar onu da anlamaya çalışırız. Yaptıkları bu da değildir. Çok başka bir şeydir ve izahı da, affı da mümkün olamaz. Kendilerinin atadığı, bizim görevden almadığımız ve hizmetlerinden devleti yararlandırdığımız bürokratlardan tutun da, eğitimi ve deneyimi ile açık ara en önde olanlara varıncaya kadar her atanmışı kıyma makinesine atmaktan çekinmiyorlar. Önceki hükümet döneminde yarattıkları müşavirlere görev vermek yerine çok ilgisiz alanlarda eğitim almış ve çalışmış olanlardan yeni atamalar yaparak kamu maliyesine olan yükü alabildiğine artırıyorlar. Özellikle çok ilgisiz alanlarda eğitimi olan veya atandığı yerle ilgili hiç çalışmamış olanları alakası olmayan yerlere atamalarından tamamen “ulufe” dağıtımı yaptıkları açıkça anlaşılmaktadır.

Bunların devleti iyi idare etmek gibi bir kaygısı yoktur. Asıl kaygı hem kendi siyasi pozisyonlarını tahkim edip güçlendirmek, hem de partizanlıkla varlık iddiasını sürdürmekten ibarettir. Elbette tek tük isabetli atama da yaptıkları olmuştur, ben bu söylediklerimi işinin ehli olan az sayıdaki atanmışı tenzih ederek söylüyorum. Ancak manzara o kadar çirkin ki, onlar da bundan maalesef olumsuz etkilenmektedir. Sonra sözleşmeli statüde yapılan ve adına da “danışman” ya da “baş danışman” denen istihdamlar var. Bunların da eğitimlerine ve bugüne kadarki yapmış olduklarına baktığınızda hangi konuda danışman olarak görev yapacaklarını anlamakta gerçekten güçlük çekiyoruz. Örneğin başbakanlığa üç edebiyatçı ile bir mimarın istihdam edilmiş olmasının ve bunların “danışman” olarak isimlendirilmesinin izah yükümlülüğü bize değil sayın başbakana aittir. Başbakan örneğin bu edebiyatçılara nasıl konuşup yazması gerektiği konusunda mı danışacak? Ya da okuma güçlüğü çektiği eserleri, bunlara okutup kendisi de danışmanların çıkaracağı özetlerle mi idare edecek, ne yapacak? Uzatmak istemem, hele mimar danışmana hiç değinmem. Benim esas üstünde durduğum, bu istihdamların ödenekleri, bu devletin AB uyumu konusunda gereksinim duyduğu nitelikli uzmanların istihdamı için 2016 bütçesinde ayılmış kaynaktan yapılıyor olmasıdır. Bu bir cinayettir. Partizan ve kişisel amaçlarla bu devletin geleceği resmen katlediliyor, kaynakları tüketiliyor. Böylesi bir savurganlığı ancak hayırsız bir mirasyedi yapar.

Hele Başbakanın kızının mezuniyetine katılımı! Tam bir fiyasko, bir skandal. Üstelik bu konuda gösterdiğimiz hassasiyeti başbakan hafife alıp alay edercesine kendisinin bu konuda eğitim aldığını, uzun yıllardır deneyimli olduğunu bu işlerin usulünün bu olduğunu söylüyor. Dalga geçerken komik olmak böyle bir şey işte. Siz bakanlar kurulu kararında “özel bir davete katılmak amacıyla” diye karar alacaksınız sonra da başbakanlığı şoföründen müdürüne boşaltıp basınla birlikte kızınızın diploma törenine katılacaksınız. Nerede bu bolluk, siz kimsiniz, bu ülke sizin yükünüzü çekmek zorunda mı? Olamaz böyle bir pişkinlik. Kendileri dışişleri bakanıyken pek çok marifete imza atmıştı herkes hatırlar. Radar cezalarının silinmesi, peyzaj faturaları falan gibi. Bir de dönemin başbakanının kulağına kameraların önünde söyledikleri var. Merak edenler internetten açıp izlerler.  Sayın başbakan bizleri o gün sarf ettiği sıfat yerine koyduğunu sanırken aslında kendini ele veriyor. Her seferindeki gibi yine büyük bir skandala imza atıyor. Bunlar yenir yutulur şeyler değildir ve sahip oldukları anlayışın açık birer ifadesi ve ayrıca bundan sonra da yaşanacakların somut birer göstergesi sayılmalıdır. Ama ne yazık ki bu konuda sürekli devrede olması gereken ve halkın kaynaklarının bekçisi durumundaki sayıştayla hükümet arasındaki al-ver ilişkisi bize cesaret de vermiyor. İşte en kötüsü de budur.

• CTP’nin TC’nin‘ vatandaşlıklar konusundaki’ dayatması nedeniyle bir karşı duruşu vardı. Bu karşı duruş diğer sebeplerle birlikte TC ile Mali Protokolün imzalanmamasına neden olmuştu. UBP ise yaptığı ‘usulsüz vatandaşlıklarla’ birçok kez gündeme geldi. UBP-DP Azınlık Hükümeti protokolü imzaladı.  Şimdi vatandaşlık konusunda ne gibi bir durumla karşı karşıyayız?

• Erkut ŞAHALİ: Vatandaşlık konusunun sürekli bir sakız gibi çiğnenmesi ve birilerine umut, birilerine de tehdit olarak gösterilmesi her şeyden önce vicdanla bağdaşmaz. Bu ülkede halen mevcut yasa beş yıllık yasal ikametin ardından yabancılara yurttaşlığa başvuru hakkı veriyor. Ancak yasanın bir de istisnaları vardır ki bunlar hakkındaki kararı da bakanlar kurulu verir. Şimdi ülkede yıllarca yasal biçimde kalanlar varken siz ülkeye hiç adım bile atmamışları yurttaş yaparsanız, ya da ülkede bulunanlara ikamet sürelerini dikkate almadan kendinizce kriterler uygulayarak yurttaşlık verirseniz yine devlete babadan kalma çiftlik muamelesi yapmış olursunuz ve her şeyden önce itibarını yok edersiniz. Hem UBP, hem de DP geçmişte bu gibi uygulamaları çok yaptı. Hele UBP, X kişi ve çocukları, Y kişi ve beraberindekiler diyerek bu işin adeta suyunu çıkararak yargıya konu oldu ve işlemleri mahkeme kararlarıyla iptal oldu. Şimdi yine aynı olayların yaşanma ihtimali ile karşı karşıyayız. Biz hükümet dönemlerimizin hiçbirinde tartışma konusu olacak sübjektif unsurlar içeren yurttaşlığa kabul kararları vermedik. Yasal yetkiler ruhuna uygun biçimde kullanıldı ve bakanlar kurulu kararlarıyla UBP gibi garabetler yaratmadık.

Son iki hükümetimizde de yasayı yeniden ele alarak bundan böyle hiçbir sübjektiviteye açık kapı bırakmayacak biçimde değiştirmek için gayret ettik ama sonuçlandırmak mümkün olmadı. Yeni yasa için çalışırken, bu yasada öngördüğümüz düzenlemelere uygun olarak yurttaşlık işlemlerini de sürdürdük ve hiçbir sıra dışılığa ve anomaliye de izin vermedik. Türkiyeli yetkililerden bize yönelen talepler halen yürürlükteki yasaya göre yurttaşlıkların verilmesine ilişkindi. Bunlar, bırakınız bizim kendi iç düzenimize olacak etkilerini, müzakereler bakımından da yıkıcı bir etki yaratma potansiyeli olan bir talepti ve elbette yerine getiremezdik, getirmedik. Her fırsatta bu talebin olası olumsuz etkileri konusunda Türkiyeli muhataplarımızı bilgilendirip iknaya çalıştık ve belli bir mesafe de kat ettik. Şimdiki kraldan çok kralcı hükümet bu konuda elbette istekli bir duruş sergileyecektir ama bu kez de sanırım Türkiye özellikle müzakerelere olacak etkileri bakımından hükümeti frenleyecektir. Biz her hal ve koşulda hem müzakere masasına, hem de kendi iç düzenimize kalıcı hasar vermesi olası her türlü girişimin karşısında durmaya devam edeceğiz.


‘Bunlara mirasyedi demeyim de ne deyim’

• Sizin bakanlık döneminde büyük önem verdiğiniz ve hayata geçirmek için çok az zamanı kalan  Tarım Reformu yeni hükümet tarafından gündeme alınıyor mu?

• Erkut ŞAHALİ:Hem evet, hem hayır. Evet, çünkü özellikle üretim planlaması, üretimle pazarlamanın birlikte ele alınması gerektiği, kümelenme, kooperatifleşme gibi konularda en azından söylemleri bizim başlattığımız çalışmayla uyumlu biçimdedir. Bizim hazırladığımız ve uygulamaya koyduğumuz tarımsal destek programının temel hedefi buydu ve en azından 2016 bütçe ödenekleri de buna uygun olarak ayrılmıştır. Ancak öte yandan, her sıkıştıkları anda bütçe disiplininden uzaklaşmaları bizimle taban tabana zıt bir duruştur. Bu, sorunları erteleyerek yarında çok daha büyük hale getirmekten başka bir şeye yaramayacaktır. Geçmişin en büyük kusuru popülizmdir, sorunları çözme iradesi geliştirmeyerek erteleme kararları verilmesidir. Bugün de benzer bir durum söz konusudur. Tarım alanında yapısal sorunlar vardır ve bunları palyatif tedbirlerle, ilk yardım müdahaleleriyle gidermek mümkün değildir. Ciddi bir vizyona ve uygulama kararlılığına ihtiyaç vardır. Biz hem bu vizyonu geliştirdik, hem de uygulamaya kararlılıkla başladık ancak görev süremiz somut sonuçların elde edilmesi için yeterli olmadı.

Şimdi bizim vizyonumuza uygun bir söylemle hareket edilir gibi bir görüntü verilmeye çalışılıyor ancak uygulama iradesinden ortada eser yoktur. Bütçe kaynaklarını plan dışı kullanmak, acil durum var deyip öngörülmemiş giderler yaratmak ya da Türkiye’den bütçe dışı kaynak elde ederek bunu vizyonsuz biçimde dağıtarak ancak sorunları daha karmaşık ve kalıcı hale getirirler. Ne demek istediğimin anlaşılması bakımından son icraatlarını örnek vermek isterim. Oluşan süt fazlalığını gidermek için devlet 150 ton süt ve 50 ton da hellim satın alarak hem üreticiyi, hem de imalatçıyı bir miktar rahatlatmaya karar verdi. Olabilir. Ama bu aldıklarını ne yaptıkları sorusu çok önemlidir ve aslında neyin neden yapıldığını da ele verir. İçinde bulunduğumuz mevsim süt miktarında bir miktar gerilemenin ve pazarlama olanaklarında da bir miktar artışın beklendiği bir mevsimdir. Dolayısıyla, hükümet sektörü rahatlatmak için yaptığı alımı önümüzdeki günlerde yine sektör aracılığıyla pazarlayabilme ve girdi sağlama imkanına sahipti. Peki ne yapıldı? Alımı yapılan önemli bir miktar ürün hükümet partilerinin köy örgütleri aracılığıyla dağıtıldı. Bedelsiz ve hesapsız biçimde dağıtıldı. Sorsanız, bayramda fakir fukaraya dağıttık diyecekler. Devlet parti bütünleşmesi işte budur.
Devlet fakirine fukarasına kendi eliyle sahip çıkar, onlara doğrudan ulaşır, yardım elini uzatır. Bunun için taşeron kullanmaz, hükümet partilerinin teşkilatına muhtaçmış gibi bir durum yaratmaz. Ama esas amaç sektörü rahatlatmak ya da dar gelirliye destek değil de siyasi emellerin gerçekleştirilmesi olunca işte bu tür ali cengiz oyunlarına başvurulur. Parti örgütleriyle dağıttıkları ürünlerin kimi yerine ulaştı, kimi de pazara çıkarılarak satıldı. Günün sonunda da ne alan memnun kaldı ne de veren aslında. Çünkü pazardan ürün fazlalığı nedeniyle çekilen malların en azından bir kısmı yeniden pazara çıkmış oldu. Alın size vizyon! Şimdi ben bunlara mirasyedi demeyim de ne deyim.


“TÜK’teki evrakların güvenliğinden kuşkuluyum”

• TÜK konusundaki tartışmalar halen sürüyor. TÜK’te bazı rakamlar da yeni yönetim tarafından açıklandı. Sizin bakanlık dönemindeki tespitleriniz nelerdi?

• Erkut ŞAHALİ:TÜK üreticinin dostudur ve öyle de kalmalıdır. Dahası bugünkü durumundan çok daha iyi bir noktaya taşınarak üreticinin malı haline gelmelidir. Bugüne kadar siyaset TÜK’e arka bahçe muamelesi yaptı ve sonuç tam bir hüsran oldu. Gerek mali durumu gerekse personel ve varlıklarının durumu bakımından TÜK’ün hayata tutunması çok zordur. Ve maalesef bugün onu yöneten ekip bu durumdan sorumludur. Maliye Teftiş ve İnceleme Kurulu TÜK’te görev başındaydı ve geçmiş yıllara ait hesaplar kontrol edilmekteydi. Buradan açık çağrımdır. 2009 2013 ve 2013’ten bugüne olan hesapları öncelikle incelesinler ve sonuçlarını kamuoyu ile paylaşsınlar. 2009 – 2013 arası evrakı TÜK genel müdürlüğünde bulamayacaklardır çünkü o gün görevdeki yönetimin önemli bir kısmı bugün de görevdedir ve evrak “tamamdır” gerekçesiyle kurumdan uzaklaştırıldı. Ben bu evrakın güvenliğinden kuşkuluyum ve açıkça Haspolat’taki ambarlara taşınan bu evrakın geri merkeze taşınması gerektiğini söylüyorum.

TÜK’ün mali olarak çıkmazda olmasının en büyük nedeni devlettir. Özellikle 1992-1998 yılları arasında TÜK tarafından yapılan borçlanmaların faizlerini ödemeyi taahhüt eden devlet, bu taahhüdünü yerine getirmediği için TÜK’ün bilançosu tam bir felakettir. Bu nedenle mevcut haliyle TÜK geleneksel çalışma yöntemini sürdüremez. Bugün kurumu yönetenlerin bu durumu aşmak gibi bir gaileyle hareket ettiklerini düşünmüyorum. Oradaki esas hedef, kendilerine mutlak itaat içinde bir personel yapısı oluşturmak, mobbing ve partizanlıkla kurumun insan kaynaklarını israf etmek ve gayrı yasal uygulamalarla kurumun batışını izlemektir. Kıbrıs Türk üreticisi buna izin vermemelidir. Devlet kendine ait yükümlülükleri üstlendiği gün TÜK yeniden ayağa kalkar. Piyasada ana aktör olmak yerine, üretici lehine fiyat dengesi sağlayacak bir müdahale kurumu olacak biçimde yeniden yapılandırıldığı takdirde TÜK dünyadaki benzerleri gibi yeniden dinamik bir kurum olarak üreticimizin hizmetinde olabilir. Ancak yine, bunu görecek bir vizyon ve uygulayacak irade olmazsa olmazdır ki mevcut yönetimle bunun başarılması olanaksızdır. Mahkemelerden dönen gayrı yasal icraatlarla ve hınç kültürüne dayalı bir yönetim anlayışıyla mevcut TÜK yönetimi sadece kurumu batağa sürükler ve olan da Kıbrıs Türk üreticisine olur.

Röportaj Haberleri