Derya, Güney ve Kuzey’deki ırkçı oluşumları değerlendirdi.

CTP-BG Milletvekili Doğuş Derya, YDÜ olayları ve olaylar sonrasındaki tutuklamalar hakkında görüşlerini ortaya koydu. Derya, yaptığı açıklama hakkında kendisine yapılan eleştirilere cevap verirken; Güney ve Kuzey’deki ırkçı oluşumları değerlendirdi.

Tanju KONURALP

Yakın Doğu Üniversitesi’nde yaşanan olaylar hakkında yaptığı açıklamalar ile Türkiye basınında da yankı uyandıran Cumhuriyetçi Türk Partisi Birleşik Güçler (CTP-BG) Milletvekili Doğuş Derya, Damla Özel’in sunduğu ‘Radyo Gazetesi’ programının konuğu oldu. YDÜ olayları ve olaylar sonrasındaki tutuklamalar hakkında görüşlerini ortaya koyan Derya, yaptığı açıklama hakkında kendisine yapılan eleştirilere de cevap verirken; güney ve kuzeydeki ırkçı oluşumları yorumladı.

“Irkçılık ile yurtseverlik farkı iyi algılanmalıdır”
Derya, özellikle ekonomik sıkıntı içerisine giren ülkelerde, “iş bulma”, “ötekileştirme” ve “yabancı korkusu” gibi korkuların, yükseldiğinin altını çizdi. Derya, bu korkuların yükselmesi ile birlikte fanatik kesimlerin, ülkelerinde bulunan yabancılara yönelik şiddete başvurdukları değerlendirmesinde bulundu. Güney’deki ELAM’ın da bu tür bir örgüt olduğuna değinen Derya, özellikle Yunanistan’da yaşanan ekonomik kriz sonrasında bu örgütün, ciddi bir yabancı düşmanlığı etrafında birleşmeye başladığını kaydetti. Irkçılığın aslında, bir başka yaşam alanına izin vermeyen, sadece kendi ekseninde bir hayat tarif eden bir hadise olduğuna işaret eden Derya, bu nedenle dünyadaki ırkçılık ile yurtseverlik arasındaki farkın, iyi anlaşılması gerektiğine vurgu yaptı. Genelde, ırkçı politika uygulayan örgütlerin kendilerini milliyetçi olarak tanıttığını ifade eden Derya, ırkçılığın; o ırkın üstünlüğünü ortaya koyan bir tarif olduğunu, yurtseverliğin ise aslında coğrafyaya bağlı bir yaşam şekli ortaya koyduğunu açıkladı. Yine ırkçılığın sürekli bir tehdit olgusu yarattığını kaydeden Derya, yurtseverliğin ise birlikte yaşamayı ve yaşanılan coğrafya üzerinden bir algı geliştirmeyi ortaya koyduğunu belirtti. Derya, tehdit algısı ve şiddet kültürü içerisinde var olan ırkçılık ile coğrafi bir aidiyet ve eşitlik algısı ile kendini ifade eden yurtseverlik arasındaki farkın, nefret söylemi ve ifade özgürlüğü arasındaki farkları yaratan olgular olduğunun altını çizdi.

“Ülkü Ocakları şiddet eylemleri ile bilinir”
Ülkü ocaklarının bir sivil toplum örgütü olduğunu düşünmediğini ifade eden Derya, ülkü ocaklarının, tarihsel kökleri itibarı ile bundan 50 yıl öncesine uzanan ve çok şiddetli eylemlerin altına imza atmış olan bir örgüt olduğunu açıkladı ve bu noktada kapatılması gerektiğini ortaya koydu. Ülkü ocaklarının bu gün, sosyal sorumluluk gibi konulardan bahsettiğini dile getiren Derya, konuyu incelediği zaman ortada, herhangi bir sosyal sorumluluk maddesi hakkında, hiçbir tavır ortaya koymadıklarını belirtti ve tek gündeme gelme konularının, şiddet eylemleri olduğunun altını çizdi.

“Ülkede birçok cinayetin sorumlularıdırlar”
Konunun, Kıbrıs Tarihi içerisindeki arka planının da ele alınması gerektiğini dile getiren Derya Ülkü Ocaklarının, ‘Özel Harp İdaresi’ ve Rauf Raif Denktaş’ın işbirliği ile 70’li yıllarda, ‘Gençlik Dairesi’ adı altında örgütlü ve “Türkiyeli” “Kıbrıslı” ayrımı üzerinden kendini telaffuz eden bir örgüt olduğuna değindi. Derya, ülkü ocaklarının, Türkiye’deki birçok katliam gibi, ülkede de Kutlu Adalı cinayetinin sorumlusu olduğunu, tahkikatı hiçbir zaman sonlandırılmadığı için, suçlanamayan bir örgütlenme olduğuna vurgu yaptı. Yine 1996 yılında, Tassos Isaak’ın, taşlarla sopalarla, öldürülmesi olayında da bu örgütlenmenin sorumlu olduğuna dikkat çeken Derya, Rauf Raif Denktaş’ın ise bu olay sonrasında bu kişilere, Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda limonata ikram ettiğini hatırladığını belirtti. Hiçbir örgütün, kendisini ifade etmesine karşı olmadığını açıklayan Derya, ırkçılık ve şiddet üzerinden, kökenleri derin devlete kadar dayanan bu tür örgütlere özellikle de Federal Bir Kıbrıs arayışı içerisinde olan ülkede, kesinlikle ihtiyaç olmadığının altını çizdi.

“Ülkü Ocakları devlet desteklidir”
Ülkü Ocakları’nın devlet destekli olduğunun, resmi bir rapor şeklinde ispatlanamayacağını ifade eden Derya, bunun yaşanan olaylara bakıldığı zaman, basitçe ortaya çıktığını kaydetti. 1996 yılında, Doğu Akdeniz Üniversitesi’nde yaşanılan bir olaya örnek veren Derya, olay sonrasında yalnızca Kürt öğrencilerin tutuklandığını ve sınırı dışı edildiklerini, Ülkücü öğrencilerin ise hiçbir yargı müdahalesine maruz kalmadıklarını vurguladı. Konu ile ilgili Bakanlar Kurulu’nun “Yargı” kararı olmasına rağmen, Derya, polisin bu öğrencileri sınır dışı ettiğini açıkladı. Kendisinin de Sivil Toplum Örgütü kökenli birisi olduğuna değinen Derya, bu örgütlerin nasıl mali sıkıntılar yaşadığının gayet ortada olduğunu, bir lokal açmak için dahi ne tür sıkıntılar çekildiğinin bilindiğini ifade etti. Öte yandan ülkü ocakları gibi örgütlerin ise ülkenin hemen her yerinde ve iyi bölgelerde şubeleri olduğunu ifade eden Derya, “Bu değirmenin suyu nerden akar, nerden gelir diye sorduğu zaman bu örgütlerin arkalarındaki güçler tahmin edilebilir” dedi.

“Yasal bir örgüt değildir”
6/61 Sayılı Yasaya göre, “yabancı uyruklu kişilerin, ülkede bir örgütlenme içerisine girmeleri ancak; yardım amaçlı vakıflar şeklinde uygun” olduğunu belirten Derya, Ülkü Ocakları’nın, bu amaçlı bir örgüt olmadığının bilindiğine dikkat çekti. Öte yandan Ülkü Ocakları’nın, 2001 yılında kendisini fesih ettiğini de sözlerine ekleyen Derya, mevcut düzende, bu örgütlenmelerin yasal olmadıklarını vurguladı.

---------------------------------------------


“Açıklamam ile ilgili doğrudan tehdit almadım”

Türkiye basınında yer alan haberler sebebi ile kendisine bir tehdit gelip gelmediği sorusuna cevap veren Derya, sosyal medyada dolaylı birçok tehdit ve hakaret içerikli yorumlar gördüğünü ancak; doğrudan kendisine bir tehditte bulunulmadığını belirtti. Konunun hukuki açısının İçişleri ve Yerel Yönetimler Bakanlığı’na düştüğünü kaydeden Derya, İçişleri ve Yerel Yönetimler Bakanı Teberrüken Uluçay ile telefonda görüştüğünü ve hem Uluçay’ın, hem de Polis Genel Müdürlüğü’nün, can güvenliğinin sağlanması açısından gerekli yardımı sağladığını ifade etti.

“Güvenlik sistemi seçilmiş değil, atanmışların yönetimindedir”
Paramiliter organizasyonlara dönüşme ihtimali olan örgütlenmelerin, kontrol altına alınması gerektiğini kaydeden Derya, gerek ülkedeki güvenlik sisteminin seçilmişler değil, atanmışlar tarafından elinde tutulması ve gerekse hukuk sisteminin, zaman zaman taraflı davranabilmesi sebebi ile bunun mümkün olmadığını açıkladı. 1996 yılında Tassos Isaak olayı ile ilgili hiçbir yargılama olmaması ve son YDÜ olayında da çoğunlukta Kürt kökenli öğrencilerin tutuklanmış olması örneklerinin altını çizen Derya, bu nedenlerden dolayı hukuk sisteminin, zaman zaman taraflı olabileceğine inandığını ifade etti.

“CTP-BG’nin konu ile ilgili açıklama yapması gerekirdi”
Cumhuriyetçi Türk Partisi Birleşik Güçlerin (CTP-BG), 2. Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’a, Limasol’da yapılan ELAM saldırısını, aynı gün kınadığını ve ELAM’ın terör örgütü olarak kabul edilmesi ve kapatılması gerektiği yönünde açıklama yaptığını hatırlatan Derya, üniversite olayı ve kendisine uygulanan şiddet konusunda ise hiçbir açıklamada bulunulmaması sebebi ile eleştiride bulundu. Parti yönetiminin bu konuda bir eksikliği olduğu yorumunda bulunan Derya, bu konuda parti içerisinde bir tartışma ortamı sağlayıp, konunun çözümü için çaba gösterecekleri ifadesinde bulundu.

Röportaj Haberleri