Dersu Uzala: Uygar insanın utanacağı bir ayna

Dersu Uzala: Uygar insanın utanacağı bir ayna


Dinle çocuğum ıssızlığı.
Dalgalanan ıssızlığı,
Vadilerin kaydığı ıssızlığı,
Yankıların olduğu ıssızlığı,
Alınları toprağa eğilten ıssızlığı
(1)

Çağıl GÜNALP
cakilgunalp@gmail.com

Japon yönetmen Akira Kurosowa’nın 1975 yılı yapımı Dersu Uzala isimli filmi, sinema eleştirmenleri tarafından, 20.yüzyılın ikinci yarısının, en önemli sinema başyapıtlarından biri olarak kabul edilir. 1976 yılında, En İyi Yabancı Film Oscarı’nı kazanan film, Sibirya’nın ormanlarında yaşayan, yarı ilkel yarı sosyal Dersu Uzala isimli avcı ile bölgeye topografik keşifler yapmak için giden resmi görevli ekibin başındaki Captain Vladimir Arseniev arasındaki özel bir ilişkiyi anlatır. Film, lirik doğa betimlemeleri, sıra dışı kamera tekniklerinin yanı sıra, altını çizdiği anlatı ile sinema tarihinin çok özel filmlerinden biridir. 1900’lü yılların başında, Ekim Devrimi öncesi, Rusya’nın uygarlıktan uzak ormanları içinde yaşayan Dersu Uzala’nın hayatı, bölgede topografya çalışmaları yapan ekibe rehberlik etmeye başlaması ile bambaşka bir duruma bürünür. Ormanda, rehberlik yaptığı bir anda, karşısına çıkan kaplanı sebep yokken vurmasının ardından kısa bir sure sonra gözleri bozulan Dersu Uzala, ormanda daha fazla hayatta kalamayacağını düşünüp, Mançurya ormanlarındaki hayatını bırakarak, Captain Vladimir Arseniev’in evinde yaşamak için şehre yani uygar hayatın içine gider... Burada uygar hayatın kurallarına ayak uyduramayan Dersu, daha sonra kendini ait hissettiği “ilkel” hayata geri döner ve kısa bir süre sonra ölür.

Yazımın başında da belirttiğim üzere Dersu Uzala, altını çizdiği anlatı ile sinema tarihinin en önemli filmlerinden biridir. Film, Dersu’nun ve Yüzbaşı Vladimir Arseniev’in hikâyesi ve dostluğundan öte, bu iki karakterin temsil ettiği, etik-politik duruşun birbiri ile olan ilişkisinin/çatışmasının hikâyesidir, çok güçlü bir uygarlık eleştirisidir. Dersu’nun doğal bilgeliği, kirlenmemiş öz’ünü göstererek, bugünün gördükçe körleşen, duydukça sağırlaşan, fark ettikçe edilgenleşen “uygar insanını” eleştiren Kurosowa’nın uygarlık ile olan sorununu, başka filmlerinde de görüyoruz… Kurosowa’nın bir başka filmi olan Seven Samurai’da, kılıcı ile savaşan stoacı savaşçı Kyuzo’nun silah ile öldürülmesinde yine bir uygarlık eleştirisi okuması yapılabilir. (2)  Bu noktada; Kurosowa’nın uygarlık eleştirisini okuyabilmek için, Dersu Uzala isimli filmde, ana karakterler Dersu ile Arseniev’in temsil ettiklerini göz önünde bulundurmanın önemi büyük. Dersu’nun temsil ettiği, uygar olmayan, doğa yaşamındaki insan; paradan, tüketim kültüründen, devlet denen erkten bağımsızdır. Bu durumdaki insanın doğal ereği; hayatta kalmaktır. Uygar olmayan insan olayları sebep-sonuç içerisinde değerlendirir. Dersu’nun durumundaki insan, kendisini doğanın üzerinde hakimiyet kuracak biri olarak değil; doğanın bir parçası olarak görür. Dersu’nun hayatında hiyerarşi yoktur, bilinci olan veya olmayan tüm canlılar Dersu ile eşittir. Doğal yaşamın döngüsü içerisinde diğerinin yaşam hakkına saygı göstermek esastır. Jean Jacques Rousseau’nun Emile isimli kitabında altını çizdiği gibi, insan doğa ortamında iyidir. Kendine yeter ve mutludur. (3) Dersu’nun temsil ettiği doğa durumundaki insan ile özellikle bugünün kapitalist dünyasının uygar insanının tutkularını ve bu tutkuların doğurduğu sonuçları okumak, uygar ve ilkel insanın ne olduğunu, ne olmadığını anlamak için yardımcı olacaktır.

Açıkça ifade edilebilir ki; modern hayatın tutkuları ile doğa durumundaki tutkular aynı değildir. Doğa durumundaki Dersu’nun tutkuları; doğanın ritüelleridir, doğanın büründüğü lirik görüntülerdir, ateştir, sudur, topraktır. Dersu’nun tutkusu; avlanmaktır, barınmaktır, doğanın en önemsiz gibi görünen canlısı ile eşit olmaktır. Bir başka ifade ile; Dersu durumundaki insanın tutkuları; kendini korumak ve hayatta kalmak içindir. Uygarlık olmayan doğa durumundaki insan bencil değildir. Diğeri olan; insan, hayvan ve bitki ile ilişkisi pozitiftir. Uygar olmayan, doğa durumundaki insan, diğerinin üzerine basıp bir yere ulaşmaz. Bu tip durumdaki insanın rekabeti önce kendisi ile sonra hayatladır. Kısacası, Dersu durumundaki insan, diğerini ne öteler ne de diğerine negatif bir anlam yükler. Peki, bugünün uygar,  post modern, kapitalist dünyasındaki insanın tutkuları genel olarak nasıldır?  Uygar insanın tutkusu bencildir, tüketmeye endekslidir. Bugünün insanında tutkular maddiyat ile doğar, büyür, daha da büyür. İnsanın rasyonel tarafı, tutkuları karşısında ezilmiştir. Dersu durumundaki doğa durumundaki insanın tam tersine, uygar insanın rekabeti, kendisinden ziyade bir başkasıyladır. Bu rekabet hayatın merkezidir; her yerdedir, herkesledir. Tüm bunları anlatmaktaki amacım, insan doğasının iyi veya kötü olduğundan ziyade, insanın bugünün vahşi kapitalist, uygar dünyasında daha da bencil, daha da kötü olmaya itildiğinin altını çizmektir, bugünün dünyasının insanının, doğru insan olmayı adil olmakla eş tutmadığını göstermektir. Dünyanın bugünkü halinde, insan, her türlü ortamda ve durumda, kendi bencil çıkarlarını ve gailesini ön planda tutabilmek için yetkinleşmiştir. Bilinç, insanı uygar toplumda, daha da tüketmeye, daha da bencilleştirmeye itmiştir. Bugünün insanının doğal ereği, hayatta kalabilmek değildir. Yaşamın gailesi daha fazlaya, daha büyüğe, daha yeniye, daha pahalıya ulaşmaktır. Tüm bunlara ulaşırken, uygar olmayan insanın önemsediği diğeri; insan, hayvan, bitki gibi, uygar olanın umursamadığına, üstüne bastığına dönüşmüştür.

Bahse konu argümanımın filmdeki yansıması, keşif yapan askerler ile Dersu’nun bir hedefe ateş ettiği sahnede gizlidir. Keşif yapan uygar insan, ipe bağlı bir şişeye ateş eder. Burada uygar insanın amacı; birbirlerine mesleki yetkinliklerini ispat etmektir. Hedefe ateş etmeye çağrılan Dersu’nun ise bu konudaki yaklaşımında sarf ettiği cümlenin alt metnini okumakta fayda vardır. “Ben ipe ateş edeyim, eğer vurur isem şişe bana kalsın” diye konuşan Dersu’nun bu yaklaşımı, “nesne” ile doğa durumundaki insanın ilişkisinin kavramamıza yardımcı olacaktır.

Uygarlığın inşa edildiği prensiplerin, insan için ne denli doğal olmadığını okuyabileceğimiz bir diğer sahne ise Dersu’nun yüzbaşı Vladimir Arseniev’in şehirdeki yani uygarlık içerisindeki evinde yaşamaya çalışırken sorguladıklarıdır. Öncelikle, Dersu’nun ormandaki doğal hayatını terk edip uygarlık içerisinde hayatını idame ettirmeye karar vermesine sebep olan unsurları açıklamak gerekiyor.  Ormanda karşısına çıkan kaplanı yanlışlıkla öldüren Dersu, Pagan inançlarından ötürü doğaüstü bir güç olan Kanga tarafından cezalandırılacağını düşünür. Burada Kanga dediğimiz doğaüstü güç, Dersu’nun Pagan inancına göre ormanın ruhudur. Bu olayın hemen ardından gözleri bozulan Dersu, ormanda hayatını idame ettiremeyeceğini düşünür ve Arseniev’in şehirdeki evinde yaşamaya koyulur. Filmdeki çatışmanın doruk noktası, Dersu’nun şehir hayatında yaşadıklarıdır… Isınmak için parktaki ağacı kesen Dersu, polis tarafından tutuklanır. Şehir insanının içmek için su satın almasına anlam veremez.

Daha sonraları açık havada çadır kurmak ister, çünkü onun için evde yaşamak bir kutu içine hapsedilmekten farksızdır. Lakin, Dersu’nun açık havada çadır kurup yaşaması da yasaktır… Bunun neden yasak olduğunu sorgular, diğer insanların kendisinin çadırda yaşamasından ötürü ne tür zarar görebileceğini anlamaya çalışır. Yüzbaşı Arseniev ile bu konudaki diyalogu çok ilginçtir. Neden açık havada çadır kuramayacağını, neden devletin bu konuda izini olmadığını soran Dersu’ya Arseniev tarafından verilen cevap, bugünün uygar düzenin devamını sağladığı prensipleri açıklar niteliktedir: “Açık havada çadır kuramazsın Dersu. Neden mi? Çünkü…”

Dersu’nun ormandaki kaplanı gereksiz yere öldürmesinin ardından yaşadığı pişmanlık ve uygar hayata tutunamamasına sebep unsurların alt metninde yeniden çok çarpıcı bir uygarlık eleştirisi ve Paganizm övgüsü vardır. Bu Paganizm övgüsü aslında bir nevi tek tanrılı din eleştirisi olarak da okunabilir. Gereksiz yere, kendisine saldırmayan kaplanı silah ile öldüren Dersu’nun yaşadığı pişmanlık, Paganizmin doğa-insan-yaşam arasındaki sarsılmaz bağın bir nevi getirisidir aslında. Bu olayın ardından doğal hayatını terk edip şehir hayatına tutunmaya çalışan Dersu’nun şehirde karşılaştıkları/sorguladıkları/anlam aradıkları; uygarlığın devamını sağlayan prensiplerin/kuralların/araçların ne denli anlamlı/anlamsız olduğunu gözler önüne serer.  Dersu, doğa durumundaki insandır. Özü uygar insanın özünden çok farklıdır. Doğa durumundaki insan ihtiyacı olan ile yetinir. Nesnenin nasıl göründüğü, ne kadar olduğu ve ne olduğu değil; işlevi önemlidir. Bugünün uygar insanı ise gerek insan ilişkilerinde, gerek kendi ile gerekse nesne ile olan ilişkisinde öz’ü değil, biçimi önemser. Tüm bunların sonucunda tüketilen sadece maddiyatla sınırlı kalmaz. Tüketilen aynı zamanda gerek bir başkası ile olan, gerekse kendimiz ile olan ilişkimiz olur. Dersu’nun tüketmediğine; özsaygı, eşitlik inancı, adalet hissine asla ulaşılamaz…

----------------------------------------------------

Kaynakça
1-Federico Garcia Lorca, Issızlık.
2 - https://www.criterion.com/current/posts/880-dersu-uzala
3- Jean-Jacques Rousseau, Emile, London: 1992.

Dergiler Haberleri