Cinsiyet Teknolojisi Üzerine

Cinsiyet Teknolojisi Üzerine

 


Doğuş Derya
dogusderya@yahoo.com

Kendisi feminizm üzerine neredeyse hiçbir şey söylememiş olmasına rağmen, bilgi-iktidar ilişkisi, disiplin toplumu ve bio-politika üzerinden geliştirdiği eleştirel teori ile feminist epistemolojiyi en çok etkileyen yazarların başında, şüphesiz ki, Michel Foucault gelir. Kanımca,  Foucault’nun tüm eleştirel teori için en heyecan verici yanı, modern-kapitalist iktidarın sadece yukarıdan aşağıya baskıcı bir biçimde işleyen değil, aynı zamanda çapraşık ağlar şeklinde işlev gören üretken yapısını ortaya koymaktır. Feministler için ise Foucault, çoklu ağlar içinde yeniden üretim mekanizmalarını örme kapasitesiyle donatılmış modern-kapitalist iktidarın, yaşamı anlamlandırma ve yönetme kiplerini nasıl kurduğunu; belli tarihsel koşullarda cinsiyet hakkında üretilen söylemlerin bedenleri disipline ederek nasıl inşa ettiğini ve yeniden ürettiğini göstermesi hasebiyle önemlidir. Özellikle “Cinsiyet Teknolojisi” kavramı ile Foucault, kapitalizm, modernite, bio-iktidar ve özne bağıntısını göstermekle kalmamış, aynı zamanda feminist pratiğin eylemlilik alanlarına da özgülenen, alanlar-arası ilişkiselliğin de köprüsü vazifesi gören önemli bir enstrüman üretmiştir. Velâkin, modernitenin bilgi üretme modları ile kapitalist yeniden üretim mekanizmalarının arakesitinde duran, Foucault’nun ifadesi ile “hayatı maksimize eden bir dizi tekniği” anlatan Cinsiyet Teknolojisi kavramı, feminist teori ve pratik için önemli olduğu kadar, anlaşılması zor kavramlardan da biri olagelmiştir. Bu yazının naçizane derdi de, Foucault’nun Cinsiyet Teknolojisi kavramını billurlaştırmak, bu kavramı geliştirirken Heidegger ile nasıl hasbıhal ettiğini ortaya koymak, bu yolla içinde yaşadığımız modern toplumsal cinsiyet düzenlerini ve bu düzenler içerisinde vuku bulan iktidar ilişkilerini okuyabilme enstrümanı olarak Cinsiyet Teknolojisi kavramını kullanışlı hale getirmektir.
Heidegger ve Modern Teknoloji

“The Question of Technology” makalesinde Heidegger, Yunanca techne kavramını, yine Yunanca episteme kavramı ile bağıntılı olarak, “bir şeyi açan/ açığa- ortaya çıkaran/hakikat (aletihia)” bir bilme hali olarak anlatır.(i)  Heidegger’e göre techne, daha önce kendini ortaya çıkarmamış ve bizden önce henüz vaki olmamış olanı ortaya çıkarandır. Bu ortaya çıkış iki türlüdür: Poiesis, yani bir şeyin hâsıl olması ve bir başka şeye dönüşümünün anıdır. Bu an, tırtılın kozadan çıkması, kelebeğe dönüşmesi veya bir çiçek tomurcuğunun renkli taç yapraklar olup patlaması gibi şiirsel, aynı zamanda eşikte (liminal), temsil edilemeyen bir mutluluk (ecstasy) ve “varoluş” anını imler. Bu kavramla bağlantılı olarak Physis ise (doğa gibi) kendini varlığa getiren, formda somutlanan bir ortaya çıkıştır. Heidegger, modernite öncesi teknolojiyi physis ve poesis’in içiçeliğinde okur. Modernite öncesi teknoloji, kendini doğaya uyumlandıran, forma sokan physis anı gibidir; bu teknolojide physis kontrol edilmeyen bir varlığa gelme sürecinin, yani poesis’in, içinde ve bizatihi onun parçasıdır. Zaten Heidegger için “Teknoloji” kavramının özünde de bizim doğa ile kurduğumuz ilişki ve onunla nasıl iştigal ettiğimiz sorunsalı vardır. Heidegger’in felsefesinde önemli bir yer kaplayan bu sorunsal, doğanın kendisini meydana getirmesine izin vermek ile ona meydan okumak (herausfordern) arasındaki farkta beliren bir ontoloji okumasının parçasıdır.(ii)  Modernite öncesinde bir ortaya çıkma/ hâsıl olma anını işaret eden teknoloji, modernite ile birlikte bir üretme, hesaplama ve planlama sürecinin kendisi olur. Modern teknoloji, doğanın ortaya çıkışına meydan okuyarak ve onu yöneterek (bestellen), doğayı, kaynakların tedarik edildiği bir rezerve dönüştürür. Doğa artık bir physis değil, bir kaynaktır… Hesaplanabilir, tüketilebilir, kurgulanabilir bir kaynak.

Heidegger’e göre modern teknoloji, insan varlığının ve dünyayı açığa çıkarmanın spesifik/belirgin bir modu olarak, yönettiği her şeyi bir icada, dolayısıyla da kaynağa dönüştürürken(iii) çerçevelendirici/hudutlandırıcı biz izlek takip eder. İşte genelde Modern Teknolojiyi, özelde ise Foucault’nun kavramsallaştırdığı şekliyle Cinsiyet Teknolojisini anlamanın anahtarı da bu çerçevelendirme/ hudutlandırma, (Heidegger’in kullanışı ile “gestell ”) kavramındadır.

Gestell, Heidegger’e göre modern teknolojinin hem özüdür hem de içinde bulunduğumuz modern zamanların ontolojisini imleyen bir terimdir. Gestell bir varlığın dünyada var olabilme, görülebilme ve anlaşılabilmesinin hudutlarını çizerek onu tanımlanabilir/anlamlandırılabilir hale getirmektir. İnsan varlığının bir modu olarak modern teknoloji, dünyada ortaya/açığa çıkan şeyin kendisini kendi olarak gösterebilmesi için hudutlandırır. Bir sınıflandırma biçimi olarak gestell, bir nesneyi veya insanı tanımlanabilir kılan kuşatıcı ve yaygın bir anlamlandırma fonksiyonudur. Heidegger’e göre gestell,  hâsıl olmanın eşikteki anını (liminal moment) anlatan poesis’ in daha öncül formları ile karşılaşmanın üzerini örten bir bariyer gibidir. Doğanın kendi kendini varlığa getirişine meydan okuma, dünyayı ve varlığı bir kaynak veya potansiyel bir icat olarak kurma/çerçevelendirme ve bu icadın korunması için yapılan hesapların toplamı anlamına da gelen Modern Teknoloji, bir düzenleme modu olarak işlev görür. Ortaya çıkmanın kendisinin aracı olarak Gestell nesnelere faydacı bir mana yükleyerek onları kendilerinden daha fazla bir anlamla kuşatıp örterken, bir temsil sistemi olarak çalışır, dolayısıyla da kendi hududu dışına düşen her şeyi temsil edilemez hale getirir.

Modern teknolojide “varlık” artık kendi kendine hâsıl olmayı ifade eden bir hadise değil, temsilin kesinliğinde ve otonom insan öznesindedir. Bilim sadece şeyleri ortaya çıkaran değil, artık insanları da nesneler (bilginin nesnesi) olarak ortaya çıkarandır. “Nesneler olarak insanlar” dünyalarından ayrılmış ve bilimsel/nesnel olarak bilinebilenlerdir. Bir dünya resminin parçası olarak yansıtılmak üzere kendini göstermeye düzenlenmiş modern insan, kendini üreten sistemin de paradoksal olarak kontrolünü elinde tutandır.

Bir hudutlandırma olarak Cinsiyet Teknolojisi

İşte, Foucault’nun Cinsiyet Teknolojisi ile anlatmaya çalıştığı şey, Heidegger’de genel bir hudutlandırma ve sınıflandırma olarak ortaya çıkan Modern Teknolojinin bir fonksiyonudur. İnsanlar, kapitalist üretim ilişkilerinin (nüfus üreten tek ilişki olarak) heteroseksizmi norm haline getirdiği heteronormatif düzende çerçevelendirilmiştir. Varlıkları cinsiyet teknolojisinin hudutlarına göre düzenlenmiş, bu hudutlar içerisinde bilinebilir kılınmış ve güvence altına alınmıştır. Artık insanın “anlamı” ve “hakikatleri” gibi, bedeni de kapitalist üretim ilişkilerinin dayattığı heteronormatif toplumsal cinsiyet düzeninin bilimsel temsillerine göre ortaya çıkmaktadır. Şöyle ki, bir bebeğin dünyaya gelmesi, artık bir physis-poeisis durumu değildir; o bebek cinsiyet teknolojisinin hudutları içerisinde “kız” ya da “erkek” olarak temsil edilen/ çağrılan/ çerçevelendirilen bir varlıktır ve bu hudutlar dışında imkânsız kılınmıştır. Artık o insanın, kendisini kendisi olarak gösterebilmesi için, yani bilinebilir, konuşulabilir ve manası olan bir özne olabilmesi için cinsiyet teknolojisi içerisinde “kadın” ya da “erkek” olarak hudutlandırılması, yani temsil edilmesi gerekir.

Bu bağlamda “Cinsiyet Teknolojisi”, temsili imkânsız olan hakikatin temsilini mümkün kılar-mış gibi duran bir hudutlandırma, hesaplama, yeniden üretim ve temsil sistemi olarak çalışır. Kişiler, bu temsil sistemi içerisinde cinsiyetlen(diril)ir. Ancak, bir temsil sistemi olarak toplumsal cinsiyet düzeni içerisindeki hudutlandırma, kelimenin çağrıştırdığının aksine yasaklayıcı veya baskılayıcı bir mecra değil, Foucault’nun kavramsallaştırdığı gibi, yaşamı yönetmek ve üretmek üzere tasarlanmış sınıflandırmaların, ölçümlerin ve değerlendirmelerin, kısacası aynı zamanda üretken olan kapitalist-modern iktidar düzeninin (bio-iktidarın) mecrasıdır.(iv) Bireylerin anlamını, kimliğini, değerini, sosyal hiyerarşideki yerini, nüfus üretimindeki fonksiyonunu vb. kuran Cinsiyet Teknolojisi, sadece dinsel, bilimsel veya yasal otoritelerce cinsel davranışlara getirilen yasaklayıcı düzenlemeleri değil, cinselliğin ne olduğunu yeniden üreten çok anlamlı (polymorphous) iktidar teknikleri de demektir. Cinsiyet teknolojisi, merkezinde bilgi-iktidar ilişkisi olan bir hakikat rejimi içinde işlev görür; cinselliği söyleme dönüştüren bilgiyi üreterek sadece “hakikatin otoritesini” taşıdığını varsaymaz, aynı zamanda kendisini “gerçek” yapar. “Şey”leri ve nesneleri, dolayısıyla da sosyal ilişkileri üreten endüstriyel bir makine gibi, cinsiyet teknolojisi de, cinselliğin ne olduğunu- neyin normal, neyin sapkın, kimin kadın, kimin erkek vb. olduğunu- üretir.

Cinsellik hakkındaki “gerçeği” inşa eden söylemler ve teknikler seti olarak Cinsiyet Teknolojisi,  cinsellik ile ilgili başlığı kurup insanları cinsellik bilgisinin nesnesi olarak tanımlar ve üretir. Bunu yaparken de, genelde cinselliğin, özelde ise “kadın” ve “erkek” olmanın anlamının kurulmasının, bu anlam bağlamında konuşulmasının ve nedenselleştirilmesinin biçimlerini yönetir. Bu şekilde fikirlerin pratiğe dökülme yollarını ve diğerleri ile kurulan ilişkilerinin düzenlenme şekillerini de etkiler. Yani karşımıza “erkeklik” ( ya da “kadınlık”) olarak çıkan şey, “kadın olmak” (ya da “erkek olmak”) hakkında üretilen farklı söylemsel yapılanmaların, inşaların, düzenleyici tekniklerin bedene kazındığı ve o bedeni “erkek” ya da “kadın” olarak inşa ederek, onun fiillerini etkileyen, kuran ve disipline edilerek içselleştirilmesini sağlayan söylemlerdir.

“Kadınlık” veya “Erkeklik”, somut ekonomik, sosyal ve tarihsel koşullarda, onlar hakkında üretilen söylemlerin açtığı özne pozisyonlarıdır ve bu pozisyonlara konuşlanarak ( yani kadın veya erkek olarak) ortaya koyulan pratiklerin eyleyicileri, Kant’ın Kartezyen öznesindeki gibi bilinçle donatılmış, sabit, otonom, eylemin ve anlamın otantik kaynağı olan özneler değildir. Örneğin, “Sen ne biçim erkeksin?”, “Karı gibi ağlama, erkek ol biraz”, “Maşallah, büyümüş de hanım olmuş”, “Erkek sözü!”, “Korkacağına erkek gibi davran”, “Erkeksen karşıma çık”  gibi cümlelerde konuşan, özneler değil söylemdir. Özneler (mesela kadınlar ve erkekler olarak) belli metinler üretebilirler ama belli bir tarihsel dönemdeki bilgi üretme modlarının, söylemsel yapıların ve hakikat rejimlerinin içinde bunu yaparlar. Söylemin öznesi, söylemin dışında olamaz; mutlaka söyleme bağlı olduğu gibi, söylemin ürettiği bilginin taşıyıcısı ve eyleyicisidir. Bu, söylem bilginin nesnesini üretir ve anlamlı olan hiçbir şeyin- bu bağlamdaki şekliyle cinsiyetin- söylem dışında olma imkânı yoktur demektir. Lakin bu, “şey”lerin materyal ve somut hiçbir boyutu yoktur demek değildir; şeylerin söylem dışında bir anlamları yoktur, şeylerin manasını kuran, onları anlamlı ve anlaşılır kılan söylemdir demektir. Bir başka deyişle, söylem kavramı, şeylerin var olup olmadığı ile ilgili değil, onların anlamlarının nereden geldiği ile ilgili olduğundan, cinsiyet hakkındaki söylemler de bize “kadın” ve “erkek” olmanın anlamlarının nerelerden geldiğini gösterir. Belli bir tarihsel dönemde yürürlükte olan üretim ilişkileri, sosyal ve kültürel bağlamlar içerisinde kurulan toplumsal cinsiyet düzenlerini ve bu düzenler içerisinde vuku bulan iktidar ilişkilerini anlayabilmek için, o bağlamda cinsiyet hakkında üretilen söylem ve pratiklere bakmanın gerekliliği de burada bulunur.

 

 

(i) Martin Heidegger, The Question of Tcehnology and Other Essays,  (trans.) William Lovitt, New York & London Garland Publishing Inc., 1997, ss: 3-36.
(ii) Steve Garlick, What is a Man? Heterosexulaity and the Technology of Masculinity”, Men and Masculinities, Vol.6 No.2, October 2003, 156-172.
(iii) Rudiger Safranski, Martin Heidegger: Between  Good and Evil, (trans.) Ewald Osers, Harvard: Harvard University Press, 2002, s. 399.
(iv) Michel Foucault, “The Subject and Power”, in Foucault: Beyond Hermeneutics and Structuralism, (eds) Dreyfus & Rabinow, Sussex, 1982, s.212.

Dergiler Haberleri