‘CENEVRE’DE YOL KAZASI YIKICI OLUR’

Cenevre Zirvesi öncesi DAÜ Kıbrıs Politikalar Merkezi Başkanı Prof. Dr. Ahmet Sözen YENİDÜZEN’e konuştu

Ödül AŞIK ÜLKER

Doğu Akdeniz Üniversitesi (DAÜ) Kıbrıs Politikalar Merkezi Başkanı, İşletme ve Ekonomi Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Sözen, Kıbrıslı Rumlar’ın Türkiye’ye, Kıbrıslı Türkler’in de Rum otoritelerin adaleti konusunda güvensizliği olduğunu söyledi.

Prof. Dr. Sözen, toplumların kaygıların göz ardı edilemeyeceğinin altını çizerek, bunları giderecek mekanizmaların kurulmasının önemini vurguladı

Kıbrıs konusunda Ocak ayında Cenevre’de yapılacak müzakereler öncesinde Yenidüzen’e değerlendirmelerde bulunan Prof. Dr. Sözen, Araştırma ve Diyalog İnsiyatifi tarafından yapılan “Birleşik Kıbrıs için Güvenlik Çerçevesi” çalışması hakkında da bilgi verdi.

Prof. Dr. Sözen, iki toplumun geçiş dönemi ve geçiş döneminde anlaşmanın uygulanmasıyla alakalı ortak kaygıları olduğunu söyleyerek, “İki toplumda da kurulacak olan federasyonun ne kadar fonksiyonel olacağı, tıkanıklık noktalarını aşma konusunda ne kadar başarılı olacağı gibi konularda sıkıntılar var” dedi.

Prof. Dr. Sözen şunları söyledi:

“Toplumlara ayrı ayrı baktığınız zaman, Kıbrıslı Rumlar’ın en büyük kaygısı Türkiye’ye olan güvensizlik çıkıyor, Türkiye nin bir anlaşma olsa dahi bunu uygulamayacağı konusunda inanışlar var. Kıbrıslı Rumlarda ayrıca ekonomik olarak ‘acaba çözümü Kıbrıs Rum oluşturucu devleti mi finanse edecek’ gibi kaygıları var. Kıbrıs Türk toplumundaki en büyük tehdit algısı ise, daha çok Kıbrıs Rum toplumundaki uç grupların saldırılarına maruz kalmak ve bu gibi durumlarda Rum otoritelerin adil davranmayacağı şeklindedir”

Prof. Dr. Sözen, Türk askerinin varlığının Kıbrıslı Türklerin adalet kaygısının ortadan kaldırmayacağını da söyledi.

Prof. Dr. Sözen, “Güvenlik- garantiler konusunda bence en büyük sıkıntı, maalesef bugüne kadar güvenlik garantiler konusunun hep dar çerçevede algılanmış olmasıdır. Garanti olsun mu, olmasın mı? Türkiye’nin müdahale hakkı olsun mu, olmasın mı? Bu işin sadece küçük bir parçasıdır. Aslında güvenlik denen şey çok daha geniştir. Birçok konu güvenlik tehdidi algıları Türk askerinin varlığı veya müdahale hakkıyla ortadan kalkacak şeyler değil” diye konuştu.

“Cenevre’de bir yol kazasına uğrarsak bu yıkıcı olabilir” diyen Prof. Dr. Ahmet Sözen, “Eğer yol kazasına uğramazsak ve süreç olumlu devam ederse, o zaman en son sürecin, aşamanın ne olacağına dair bir mutabakata varılacak, önümüzü çok daha rahat göreceğiz” dedi.

“Mutabakat belli”

Soru: Mont Pelerin’de bir tıkanma oldu ve bu bir yol haritasında liderlerin anlaşması sonucunda aşıldı. Artık önümüzde bir yol haritası var. İki taraf arasında yapılacak görüşmeye ilişkin bir görüş ayrılığı var aslında. Kıbrıs Türk tarafı, “beşli konferans” derken, Kıbrıs Rum tarafı “uluslararası konferans”ta ısrar ediyor. Bu farklılığı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Prof. Dr. Sözen: Mutabakat belli, mutabakatta “taraflar 9 Ocak’ta İsviçrede bir araya gelip müzakerelere başlayacak, 11 Ocak’ta taraflar karşılıklı olarak haritalarını sunacak, sonraki gün de, yani 12 Ocak’ta garantörlerin katılacağı bir konferans başlayacak, gerek duyulursa diğer aktörler de çağrılabilir” diyot bu mutabakat.Gerek duyulması ne demektir? İki tarafın da onay vermesi gerekiyor demektir. Yani, bir başka değişle Türk tarafı onay vermeden ne BM Güvenlik Konseyi’nin 5 Daimi Üyesi konferansa çağrılabilir, ne de bir başka ülke. Bu konuda Akıncı da “Burgenstock formatında olduğu gibi AB de gelsin, teknik olarak yararlanırız” diyor. Anastasiades bu konferansın beşli olacağının farkındadır ama adaya döndüğü zaman hayırcı cepheye ne söyleyeceğini düşündükçe onları yatıştırmak için bu gibi davranışlar sergiliyor. Dışarda yaşayan ama sürekli evin içine girmek isteyen kedinin kapıdan içeri girmek için sürekli ev sahibini yoklaması gibi, ama içeri girebileceğini düşünmüyorum.

“Cenevre’ye gitmeden bir al-ver tartışmasına girilmeli”

Soru: Bu konuda Cenevre’de bir kriz olur mu?

Prof. Dr. Sözen: Normalde olmaması lazım. Taraflar gerçekten Kıbrıs meselesini çözme motivasyonuyla gidiyorlar ise, kriz olmaması lazım. Ama çözme değil de başka bir ajandayla gidiyorsa her zaman kriz olma olasılığı vardır. Olasılığın yüksek olduğunu düşünmüyorum ama teorik olarak ihtimal orada duruyor.

BM’in 1 Aralık tarihli açıklamasına göre bir taslak yol haritası ortaya çıkmıştır; bu iyi bir gelişme ama yeterli değil. Bunun içinin çok düzgün bir şekilde doldurulması lazım. Yani ön hazırlığın çok iyi yapılması lazım. Müzakerelerin ilk 5 dosyasından bahsetmiyorum, zaten o konularda birçok hazırlık yapılmıştır. Bu konularla ilgili yapılması gereken, iki liderin, samimi bir şekilde, Cenevre’ye gitmeden bir al-ver tartışmasına girip, kimin neyi alıp, neyi vereceğini bilmesi, ve orada, Cenevre’de, bir sürpriz yaşamamaları lazım. Eğer niyet varsa ve Cenevre’nin başarılı olmasını istiyorsak, iki liderin aslında  yönetim-güç paylaşımı, AB, ekonomi, mülkiyet ve toprak konularının genel hatları üzerinde Kıbrıs’ta anlaşmaları ve Cenevre’ye öyle gitmeleri, bu konuda orada büyük bir pazarlığın yapılmaması lazım. İki tarafın garantör ülkelerle senkronize bir şekilde aynı anda güvenlik ve garantiler konusunda da çok ciddi bir çalışma yapılması lazım. Bazı taraflar belki birbirine doğrudan konuşamaz, mesela Akıncı Yunanistan ile, Anastasiades Türkiye ile doğrudan konuşamaz. Bu  da aşılabilir.  Anastasiades Türkiye ile konuşacağında bunu Akıncı üzerinden yapar, Akıncı da Yunanistan ile Anastasiades üzerinden bunu yapabilir. Yani Cenevre’ye gitmeden güvenlik ve garantiler konusunda da birleşik Kıbrıs’ta nasıl bir güvenlik mimarisi oluşacağının şekillenmesi lazım. Tabiri caizse, at pazarlığının Cenevre öncesinde yapılması lazım ki Cenevre daha çok formalite, seremoni şeklinde olsun. Büyük zirvelerde, Erdoğan gibi devlet başkanlarının katılacağı zirvelerde başarısızlık istenen birşey değildir, tam tersine bu zirveler törensel olur, liderler gidip imzaları atar. Onun altyapısının, o hazırlığın daha önceden yapılması gerekir diye düşünüyorum. Güvenlik- garantiler konusunda bence en büyük sıkıntı, maalesef bugüne kadar güvenlik garantiler konusunun hep dar çerçevede algılanmış olmasıdır. Garanti olsun mu, olmasın mı? Türkiye’nin müdahale hakkı olsun mı, olmasın mı? Bu işin sadece küçük bir parçasıdır. Aslında güvenlik denen şey çok daha geniştir. Birçok konu güvenlik tehdidi algıları Türk askerinin varlığı veya müdahale hakkıyla ortadan kalkacak şeyler değil.

“Elinde fazladan ne varsa, o konuda cömert davranacaksın”

Soru: Cenevre ile ilgili hazırlıklar yapılıyor mu?

Prof. Dr. Sözen: İlk 5 konuda büyük oranda hazırlıklar yapılmıştır, orada sadece ihtiyaç olan iki liderin siyasi irade gösterip bir al-ver sürecine girmeleri gerekir. Bunun formülü şudur, Kıbrıs Türk tarafı Rumlara, Kıbrıs Rum tarafı da Kıbrıslı Türklere cömert davranmalıdır. Kıbrıs meselesinin çözümünün formülü budur. Cömertlik Kıbrıs insanının, Türk olsun, Rum olsun, bizim DNA’larımızda vardır. Bir yabancı gelir, yediririz, içiririz, gezdiririz, cömert davranırız. Ama biz aynı adanın çocukları, birbirimize, müzakereler söz konusu olduğunda çok cimri davranıyoruz. Tam tersine müstakbel ortaklarımıza cömert davranmamız lazım. Senin elinde fazladan ne varsa, o konuda cömert davranacaksın. Kıbrıs Rum tarafı anayasal konularda Kıbrıs Türk toplumunun siyasi eşitliği tescillenecek şekilde cömert davranmalıdır, dönüşümlü başkanlık, kararlara etkin katılım gibi konularda herhangi bir soru işareti olmayacak şekilde cömert davranmalıdır. Buna muhabil, Kıbrıs Türk tarafı da toprak ayarlaması ve mülkiyet konusunda daha esnek ve cömert davranmalıdır. Formül budur, bunun dışında birşey yapamazsınız, Kıbrıs meselesini başka şekilde çözemezsiniz. Eksik olan iki liderin oturup, belki gayri resmi bir ortamda, bu konularda bir gentlemen’s agreemente ulaşıp, Cenevre’ye o şekilde gitmeleri gerekir. Bu yapıldıktan sonra gerisi teferrüattır. Oturup iki oluşturucu devletin anayasası, federal devletin anayasası, federal yasalar detaydır, bunları liderler değil, teknik insanlar yapacak. Ama teknik insanların bunları yapmaya başlayabilmesi için liderlerin çerçeveyi çizmesi gerekir.

“Beğenelim ya da beğenmeyelim garantör ülkelerin jeopolitik çıkarları var”

Soru: Güvenlik-garantiler konusunda BM Genel Sekreteri’nin Özel Danışmanı Eide, dış güçlerin çıkarlarını değil, Kıbrıslıların ihtiyaçlarını karşılayacak bir güvenlik-garantiler formülü bulunmasının önemine dikkat çekmişti. Mevcut ortamda bu ne kadar mümkündür?

Prof. Dr. Sözen: İç güvenlik konularında zaten bunun yapılması lazım. Bunu sizin federal mekanizmalarınıza koymanız lazım. Bir Kıbrıslı Türk Rum oluşturucu devletinde veya bir Kıbrıslı Rum, Kıbrıs Türk oluşturucu devletinde farklı bir yere gitmiş gibi, polisten veya yargıdan farklı bir yaklaşım göreceği hissine dahi kapılmaması gereken mekanizmaların hayata geçmesi lazım. Bu hem anayasalardır, hem de kültürle, eğitimle alakalı şeylerdir. Bu mekanizmaların kurulması lazım.

Bunların yanında, beğenelim ya da beğenmeyelim, garantör ülkeler var ve onların da belli jeopolitik çıkarları vardır. Bu ülkeler Garanti, İttifak ve 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Kuruluş antlaşmalarının taraflarıdır ve onların üçü birden haklarından ve sorumluluklarından feragat etmedikten sonra bunlar devam eder. O yüzden bu ada üzerinde, beğenelim ya da beğenmeyelim, hakları ve çıkarları var. Nasıl ki İngiltere’nin burada egemen üsleri var, yarın Türkiyede “İngilizlerin olduğu gibi benim de bir üsse ihtiyacım var, Ortadoğu’daki gelişmeleri daha iyi takip edebilmem için benim bir üssüm olması lazım” diyebilir. Buna ne diyeceksiniz, bu meşru mudur, değil midir? İngiltere’ye meşru görüyorsanız, Türkiye’ye nasıl meşru görmeyeceksiniz?

“Garantiler konusuyla asker konusunu ayırmak gerekir”

Garantiler konusuyla asker konusunu birbirinden ayırmak gerekir. Garantiler konusu Türkiye’nin belli koşullarda adaya müdahale etme hakkıdır. O müdahale illa ki askeri olacak demek değildir. Diğeri yani Kıbrıs’ta asker bulundurma konusu tamamen İttifak Antlaşması’yla alakalıdır. 1960’daki İttifak Antlaşması’na göre burada 650 Türk, 950 Yunan askeri bulunacaktı ve aslında bu askerlerin hiç yapılmayan bir görevi de vardı, Kıbrıs ordusunu da eğiteceklerdi. Belki de yapılması çok iyi olurdu. Üç ayaklı bir sistem kurulacaktı, hiç kurulamadı. Bu Kıbrıslı Türkleri, Rumları, Türkiye ve Yunanistan’ı entegre eden merkezi bir sistem olacaktı ve bu hiç hayata geçirilmedi. Buna benzer bir ittifak antlaşmasının devam etmesi, içinde Kıbrıslı Türkler, Rumlar, Türkiye ve Yunanistan’ın olacağı bu gücün terörizm gibi dış tehditlerle ilgilenecek olması belki de sorunların bir kısmını ortadan kaldıracaktır.

Birçok güvenlik algısını Garanti Anlaşması ortadan kaldırmıyor ama beğenelim veya beğenmeyelim insanların bir de psikolojik hissiyatları, algıları var. Bunları kısa bir sürede ortadan kaldıramazsınız. O yüzden belki bir geçiş dönemi yapılabilir, mesela 10-15 yıllık bir geçiş dönemi. Kurulacak olan federasyonun iki veya üç kez seçimlerle sağlamlaşması, sıkıntı olup olmadığının görülmesi sonrasında, zaten 10-15 sene geçtikten sonra sistem çalışıyorsa, buna ihtiyaç duyulmaz.Bunlara açık olmak lazım.

Kaygılar...

Soru: Güvenlik tehdidi algılarının Türk askerinin varlığı veya müdahale hakkıyla ortadan kalkmadığını söylediniz. Araştırma ve Diyalog İnsiyatifi olarak “Birleşik Kıbrıs için Güvenlik Çerçevesi” başlıklı bir çalışma yaptınız. Bu çalışmada ortaya ne gibi sonuçlar çıktı?

Prof. Dr. Sözen: Geçiş dönemiyle ve geçiş döneminde anlaşmanın uygulanmasıyla alakalı ortak kaygılar var. İki toplumda da kurulacak olan federasyonun ne kadar fonksiyonel olacağı, tıkanıklık noktalarını aşma konusunda ne kadar başarılı olacağı gibi konularda sıkıntılar var. Toplumlara ayrı ayrı baktığınız zaman, Kıbrıslı Rumlar’ın en büyük kaygısı Türkiye’ye olan güvensizlik çıkıyor, Türkiye nin bir anlaşma olsa dahi bunu uygulamayacağı konusunda inanışlar var. Kıbrıslı Rumlarda ayrıca ekonomik olarak “acaba çözümü Kıbrıs Rum oluşturucu devleti mi finanse edecek” gibi kaygıları var.

Kıbrıs Türk toplumundaki en büyük tehdit algısı ise, daha çok Kıbrıs Rum toplumundaki uç grupların saldırılarına maruz kalmak ve bu gibi durumlarda Rum otoritelerin adil davranmayacağı şeklindedir. Mesela Türk tarafında yaptığımız araştırmada insanlar “ben anlaşma olduktan sonra, Kıbrıs Rum oluşturucu devletine geçtiğimde arabamı biri çizerse veya aşırı gruplardan birisi bana sataşırsa, saldırırsa Kıbrıs Rum polisi adil davranacak mı, Kıbrıs Rum mahkemeleri adil yargı yapacak mı” diyor ki, yani insanların kaygıları, ihtiyaç  duydukları adalet duygusudur. Adalet kaygısınıTürk askerinin varlığıyla ortadan kaldıramazsınız. Onun merhemi o değildir, başka mekanizmalar kurmak gerekir. Kıbrıslı Türkler’de 1963 sendromu var. Yani federasyon majoriterbir yapıya dönüşecek ve biz bu yapıdan dışlanacağız, veya marjinalize olacağız gibi kaygıları var. Kıbrıslı Türkler Ortodoks kilisesinin bu işi bozacağını düşünüyor, yani kilisenin rolü konusunda çok büyük bir algı var. Aslında kilisenin büyük ihtimalle bugün o kadar büyük bir rolü yok ama iki tarafın etnomilliyetçileri tarafından öyle bir söylem yaratıldı ve bugün dahi o kadar sık kullanılıyor ki, bilinçaltına nakış gibi işlendi. Bunlar gerçekçidir veya değildir ama bunlar insanların kaygılarıdır, algı budur. Bu kaygılar olduğu müddetçe göz ardı edilemez, bunlarla ilgili mekanizmalar yaratmak gerekir ki insanlar rahatlayabilsin ve çözüm sürdürülebilir olsun.

Soru: Yani Kıbrıslı Rumların Türkiye’ye, Kıbrıslı Türklerin de Rum otoritelerin adaleti konusunda güvensizliği var.

Prof. Dr. Sözen: Aynen öyle. Şu andaki en önemli bulgulardan birisi budur.

“Mekanizmalar kurmak lazım”

Soru: Garanti konusunun bir şekilde aşıldığını ve Rumların rahatladığını düşünürsek, Kıbrıslı Türklerin Rum yetkililere olan güven sorunu nasıl çözülür, adalet duygusu nasıl oluşturulabilir?

Prof. Dr. Sözen: Bazı kurumlar, mekanizmalar kurmak lazım. Örneğin bu araştırmada çıkan ilginç bir sonuç var, hakimleri, örneğin etnik ayrımcılık konusunda, şikayet edebileceğiniz bir makam olması lazım. Çözüm önerilerimiz arasında, Barış ve Uzlaşı Bakanlığı kurulması da var. Mesela iki tarafın eğitim sistemini de koordine etsin ve ırkçılık, ve ötekinden nefret gibi konular müfredatta yer almasın. Akil İnsanlar Konseyi kurulmasını da öneriyoruz. Mekanik tıkanıklık çözme mekanizmalarına ek olarak Akil İnsanlar Konseyi gerektiğinde konuları değerlendirsin ve öneride bulunsun. Konular uzayıp gitmesin, iki toplum arasında gerginliğe gitmeden çözülebilsin.

Yaptığımız çalışmada, bugüne kadarki bulgularımız daha çok güvenlik elitleriyle mülakatlar, odak grupları ve uluslararası güvenlik uzmanlarının verilerinden yararlandık.Bir sonraki aşamada, bu bulguları ve çözüm önerilerini ada çapında bir kamuoyu araştırmasıyla test edeceğiz. Bunu Cenevre öncesinde çıkarmaya çalışacağız ki hem iki lider, hem toplum bazı önerilerin toplumlarca ne kadar desteklendiğini görsünler. Bilimsel verilerle Cenevre öncesinde iki tarafa katkı yapmayı amaçlıyoruz.

“Cenevre’de yol kazası yıkıcı olabilir”

Soru: Cenevre’de ne olur?

Prof. Dr. Sözen: Bence Cenevre end game’in başlangıcı olabilir. Cenevre’de bir yol kazasına uğrarsak bu yıkıcı olabilir. Eğer yol kazasına uğramazsak ve süreç olumlu devam ederse, o zaman en son sürecin, aşamanın ne olacağına dair bir mutabakata varılacak, önümüzü çok daha rahat göreceğiz. Bir süre sonra, Annan Planı türü, yüz kusur sayfalık bir kapsamlı çözüm planı çıkacaktır ve ondan sonrası referanduma kadar, detaylar hazırlanacak. Bunların hazırlanması için bir süreye ihtiyaç olacak, o sürede de insanlara plan anlatılacak. Liderlerin insanlarını bu kadar zamandır hazırlamaları gerekirken, bu pek iyi yapılmadı ama, o noktada bir miktar hazırlamak için süreleri olacaktır.

------------

“Oyun bozanlar sahnede”

Soru: İki tarafta da hayırcılarda hareketlenme var. Bu süreçte bu kesimlerden gelen açıklamalar toplumları nasıl etkiliyor? Bu açıklamaları nasıl görüyorsunuz?

Prof. Dr. Sözen: Çok normal görüyorum. Oyun bozanlar sahnede, kampanya başladı. Planı görmeden “hayır” diyecek insanlar var, bunu kamuoyunun değerlendirmesine bırakıyorum ama uluslararası uyuşmazlıklarla ilgilenen bir akademisyen olarak, bir bilimadamı olarak bana sürpriz gelmiyor. Çünkü dünyanın birçok başka yerinde de, Kolombiya’da, Bosna’da, Kuzey İrlanda’da vs bunlar benzerdir. Her uyuşmazlıkta oyunbozanlar da vardır ve sahneye çıkıp toplumu kendi görüşleri etrafında toplamaya, etkilemeye çalışırlar. Yapılması gereken nedir? İki liderin bilimsel ve objektif değerlendirmeleri daha çok yapması, saf hamasetle yapılan argümanlarındaha objektif verilerle berhava edilmesi gerekir.

Sivil toplum...

Soru: Sivil toplum bu süreçte ne yapabilir?

Prof. Dr. Sözen: Sivil toplumun daha başarılı olabilmesi ve daha önemli rol oynayabilmesi için ellerinde somut birşey olması lazım. Bugün Kıbrıs’taki sıkıntının en büyüğü budur. Mesela Kasım 2002’de elimizde Annan Planı’nın birinci versiyonu vardı. Bugün öyle birşey yok. Sivil toplum “hemen barış” diyor ama barışın elle tutulabilir bir formülasyonunu sunamıyor ve ister istemez zayıf kalıyor. Sıkıntı bu. Ancak, gördüğüm kadarıyla, elde bir çözüm metni olmamasına rağmen, hem kuzeyde hem de güneyde sivil toplumda ciddi hareketlenme var. Ortaya elle tutulur bir metin çıkınca ben bu hareketlenmenin çok daha yukarıya taşınacağına inanıyorum.

“Önemli olan müzakere masasında ne söylendiğidir”

Soru: Liderlerin Cenevre öncesindeki duruşlarını ve açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Prof. Dr. Sözen: Benim için önemli olan müzakere masasında ne söylendiğidir. Müzakere masasının dışında birçok beyanatlar yapılır, bunu hükümetler de yapar, liderler de yapar. Bunu müzakerelerde posizyonlarını yükseltmek ve pazarlık marjlarını büyütmek için yaparlar. Ne kadar başarılı olurlar? O ayrı bir konu. Sokaktaki insanlar bundan etkilenir ama günün sonunda asıl olan müzakere masasında ne tartışıldığıdır. Günün sonunda dışarıda yapılan beyanatlar üzerine değil, masada yapılan pazarlıklar üzerinden bir sonuç çıkacaktır.

------------

“Partiler müzakere masasında olacak değil”

Soru: Siyasi parti başkanları da liderlerle birlikte Cenevre’de olacak. Bu durum süreci nasıl etkiler?

Prof. Dr. Sözen: Partiler müzakere masasında olacak değil, iki lider toprak konusunda konuşurken Lillikas, Papadopulos, Denktaş, Özgürgün bizzat masada olmayacak. Ancak bu sürecin birer parçaları olacaklar. Süreç “daha meşru” kabul edilecektir çünkü iki toplumu temsil eden seçilmiş insanlar orada olacak. Süreci daha meşru kılacak bir girişimdir diye düşünüyorum.

“Süreci bu aşamadan akamete uğratmanın bedeli yüksektir”

Soru: Siz Cenevre’den ne bekliyorsunuz?

Prof. Dr. Sözen: İnanıyorum ki, süreci bu aşamadan sonra akamete uğratmanın bedeli yüksektir. O yüzden de, tarafların bunu açık açık yapabileceğini düşünmüyorum. Kaygılarımdan bir tanesi şudur, Anastasiades bir kulpunu bulup, sorumluluğu diğer tarafa yükleyerek, masadan kaçma fırsatı bulabilir mi? Çünkü bulabilirse değerlendirir diye düşünüyorum. “Leap of faith” dediğim inanç sıçramasını yapmayabilir.

İkinci kaygım Türkiye’dir, Türkiye’den çok Recep Tayyip Erdoğan’dır. Hakkını verelim, bugüne kadar çözümü destekleyen tarafta oldu. Bazı söylemlerde aksi gibi görünebilir ama bunun daha çok iç siyasetle ilgili olduğunu düşünüyorum. Ama belli bir sabır sınırı var, Avrupalılara çok bariz şekilde güvenmiyor, 2004’te yaşanan  tecrübeden dolayı güvenmiyor, bunu da unutmuş değildir, devamlı hatırlıyor, ve de hatırlatıyor. Kaygım, eğer bu iş uzarsa, 2017’nin ikinci çeyreğinde hala müzakereler devam ediyorsa, tehlike var demektir. Türkiye kanadından da “yeter artık” şeklinde bir çıkış olabilir.

“Siyasi cesaret lazım”

Soru: Liderlere ne mesaj vermek istersiniz?

Prof. Dr. Sözen:Liderler, belki gayri resmi şekilde, oturup bütün konularda bir gentlemen’s agreementle bir al-ver sürecine en kısa sürede başlamalıdır. Cenevre’ye gitmeden temel konulardaki al-verin gerçekleşmesi lazım ki Cenevre’de herhangi bir sürpriz yaşamasınlar. Siyasi cesaret lazım. Daha önceki toplumlararası müzakerelere bakıldığı zaman, iki lider arasındaki süreç hiç bu kadar ileriye taşınmamıştı. O yüzden, bugüne kadar çok büyük zaman, emek ve enerji harcanmıştır. Bunun heba edilmesi yazık olur. Süreci bu aşamaya iki lider getirdi, başkası değil. Dışarıdan dürtmelerle olmuş bir süreç değil. İki lidere haklarını vermek lazım. Hakikaten bu çok önemlidir, iki liderin bu saatten sonra gerekli siyasi cesareti gösterip son adımı atabilmeleri gerekir.

Röportaj Haberleri