Brexit ve Sol

Brexit ve Sol

 

Erdem Ertürk
erdem.ertourk@gmail.com

24 Haziran sabahı herkes yeni bir dünyaya uyandı. Avrupa Birliği’nden %52’lik bir çoğunlukla çıkma kararı alan Britanyalılar uluslararası gündemlerde şok etkisi yarattı. Genel kanıya göre bu sonuç son zamanlarda gittikçe artan ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve mülteci karşıtlığının zaferiydi. Ne var ki bölgesel verilere bakıldığında, yabancıların yoğun olduğu başşehir Londra’da çoğunluk AB’de kalmaktan yana oy kullandı. Ayrıca, yakın zamanda Birleşik Krallık’tan ayrılmak için referanduma giden İskoçya ve ancak doksanlı yılların sonuna doğru savaş baltalarını gömebilen Kuzey İrlanda’da da çoğunluk AB’de kalmaktan yanaydı.

Referandumda alınan sonucun etkilerini üç geniş başlık altında ele almak mümkündür. Bunlardan birincisi iktidar ve muhalefette olan partilerin liderlikleri ve hükümet yapısının değişecek olmasıdır. Halihazırda, Muhafazakar Parti başkanı ve Başbakan David Cameron, Britanya’nın AB’den ayrılma sürecini kendisinin yönetemeyeceğini açıklayarak görevinden istifa ettiğini duyurdu. İkinci genel etki ise, referandumla birlikte Britanya’da nihai zafer kazanmış gibi gözüken, ırkçı ve yabancı düşmanlığı üzerinden gelişen tepkinin Avrupa geneline yayılmasıdır. Bu bağlamda, diğer AB üyesi ülkelerde de aşırı milliyetçi ağızlar benzer referandumların olagelmesi için talepler dillendirdi. Son olarak, bölgesel anlamda referandumda farklı sonuçlar alınmasından ötürü, Büyük Britanya’nın anayasal birlikteliğinin tehlikeye atılmış olmasıdır. Bu bağlamda da İskoçya Birinci Bakanı Nicola Sturgeon, ülkesinin AB üyeliğinin devamını sağlamak adına İskoçya’nın Britanya’dan ayrılmaya yönelik ikinci bir referanduma gitmesi talebini dünya basını önünde birçok kez tekrar etti. 

Kısa vadede ortaya atılan fikirler ve senaryolar bu üç ana başlık altında incelene dursun, Brexit’in sol düşünce için ne anlam ifade edeceği sorusu, bir haftadır gündemi işgal eden İşçi Partisi başkanı Jeremy Corbyn’e yöneltilen istifa talepleri ile kısıtlandırıldı. Bu yazı ile Brexit’in sol düşünce için önemini, Britanya İşçi Partisi’nin liderlik tartışmalarınının ötesinde değerlendirmeyi hedefliyorum. Brexit’i sol pencereden yeniden okumayı hedeflerken amacım, Avrupa Birliği’nin  siyasi yapısına özgü demokratik temsiliyet eksiliği ışığında Britanya’nın içine savrulacağı yeni düzenin tahlilini yapmaya çalışmaktır.  Bu tahlili başarabilmek için öncelikle dört farklı düşünürden AB’nin kurumsal yapısı ile ilgili sorunlara değinecem. Bu sorunlar ışığında Brexit’in ne denli çözümler sunacağı sorusuna cevap arayacam. 

Yunanistan Eski Maliye Bakanı ve ekonomist Yannis Varoufakis  Avrupa İçinde Demokrasi Hareketi 25’i kurarken AB’nin demokrasi sorunu olduğunu ve bu sorunun çözülmemesi durumunda birliğin yıkılacağını savundu. Bu hareket ışığında Brexit olasılığını değerlendiren Varoufakis, aktif bir şekilde Britanya’nın AB’de kalması için çaba sarf etti. AB üyeliği ile ilgili sorunların birliğin içerisinde kalıp, kurumları dönüştürmekle çözülebileceğine inanan ekonomist, bunun nedenini de şu soru ile aydınlatmaya çalışır: işçi hakları, ırkçılığa karşı mücadele ve milli kazancın adil yeniden dağıtımı ile ilgili konularda ilerici adımlar atmak için AB’den kopmak ulus-devletlere gereken platformu sağlar mı? Böyle bir kopuşun solun enternasyonalist bakış açısına aykırı olacağını savunan düşünür Avrupalı toplumların giderek otoriterleşen AB’ye karşı durması gerektiği görüşünü ortaya koyar. Şimdiki yapısından çok daha farklı; yürütmeyi kontrol altında tutacak ve resmi alacaklıların AB üyesi ülkeleri baskı altına almasını engelleyecek gerçek anlamda demokratik parlamentoya ihtiyaç duyduğunu ileten Varoufakis, bu sıkıntılardan etkilendiğini iddia eden Britanya toplumunun AB içinde oluşacak demokratik toplum hareketine katılımı ile — yani AB içinde kalıp mücadele etmekle — çözülebileceği kanısındadır.

Diğer bir yandan, Richard Tuck sol pencereden bakıp AB üyeliğinin önemi hakkında farklı bir sonuca varır. Yazar, Birleşik Krallık’ın kendine has yazılmamış anayasal yapısını göz önünde bulundurup, AB’nin üye ülkeler için yazılı anayasal bir düzen teşkil etmeye doğru ilerlediğini vurgular. Bu gidişatın Birleşik Krallık için sol eğilimli politikalarının (işçi hakları, sosyal sağlık sistemi (NHS)) önünü tıkadığı sonucuna varır. Meclisin yasama üstünlüğünün AB üyeliğinden ötürü kısıtlandığını ve sol politikaları yasalaştıramadığından yakınan Tuck, Britanya’nın AB üyeliğinden ayrılmasını sol değerler için bir fırsat olarak kabul eder.

Konuya biraz daha farklı bir açıdan yaklaşan Slavoj Žižek, AB’nin şiddetli bir döngü içerisinde olduğuna değinip, iki etkenden bahseder. Bunlardan ilki, AB’nin karşılaştığı sorunları bir türlü çözemeyen Brüksel teknokrasisidir. İkincisi de bu duruma karşı gelişen toplumsal öfkedir. İki etkenin ilişkisinden ortaya çıkan kaos Žižek’e göre toplumsal ‘‘demokratik rıza’’ imalatını sağlar. Sloven düşünür Birleşik Krallık’ta düzenlenen referandumun sonucunu da böyle bir imalata bağlar. AB kurumlarından gittikçe uzaklaşan toplumsal öfke, ortaya AB’den çıkma yanlılarının bile şaşkınlıkla karşıladığı saçma bir sonuç çıkarır. Žižek bu sonucu doğuran şiddetli döngüyü kırmanın yolunu Varoufakis gibi Avrupa genelinde toplumsal bir proje oluşturmakta bulur.

Sol düşünceden beslenip Britanya’nın AB’den çıkması gerektiği fikrine sahip bir başka yazar da Paul Mason’dır. Gazeteci-yazar AB’nin siyasi karar mekanizmalarının demokratik temsiliyet sorunu yaşadığı gerçeği üzerinde yoğunlaşır. Brexit taraftarı olup zamanlamanın bugün için doğru olmadığını savunan yazar, Britanya’nın (daha doğru bir zamanda) AB’den çıkması gerektiğini savunurken, sol perspektiften bakıp sunduğu gerekçeler şunlardır: 1) AB demokratik bir yapı değildir ve de olamaz; 2) AB tekel şirketler, vergi kaçıran elitler ve organize suçlular için misafirperver bir ekosistem oluşturur; 3) AB’nin yürütme organı Yunanistan’da demokratik koşullarla başa gelen sol eğilimli hükümeti mahvetme gücüne sahiptir; 4) AB’nin yasama organı, görevini etkili bir biçimde yerine getiremeyip kendi yapısındaki memurlara bile hükmedememektedir, 5) AB merkez bankası, anlaşmalardan ötürü, ekonomide durgunluk ve deflasyon yanlısıdır, 6) zorluk yaşayan endüstrilere devlet katkısı yasaktır. 

Avrupa Birliği’ne dair yapılan tahlillerde, yukarıda belirtilen sorunlar aslında deyim yerindeyse üç aşağı beş yukarı aynıdır. AB kurumları ve nihai karar alma mekanizmaları demokratik temsiliyetten uzaktır. Yukarıda fikirlerini özetlemeye çalıştığım yazarlar arasında beliren fark ince ama önemli bir çizgiden ibarettir. AB nezdinde, ortada, 2008’den bu yana süre gelen ekonomik krizle birlikte su yüzüne çıkan ve mültecilerle ilgili sorunlarda insani değerlerini ne kadar yitirdiği belirginleşen bir demokrasi sorunu var. Yazarların ayrıştığı konu ise bu sorunların çözümlerini üyelikten kopmuş ve yasama egemenliğini geri kazanmış ulus-devletlerde mi aramak, yoksa ulus-devlet sınırlarını aşan Avrupai bir toplumsal bütünlükte mi aramak gerektiği noktasındadır.

Çözümü tam egemen ulus-devlette aramak — yani Britanya özelinde yasama yetkisini katıksız bir şekilde geri kazanmak — geçmiş bir dünyanın hayali gibi gözükmektedir. Günümüz küresel yapılaşmasında tam egemenlikten bahsetmek inandırıcılığını yitirmiştir. Öyle ki, üyelikten kopmuş bir Britanya’yı Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı gibi uluslar arası/ötesi anlaşmalar beklemektedir. Hareket özgürlüğünü kısıtlayan, fakat serbest piyasa yaptırımları ve ticaret özgürlüğünü tetikleyen bu tür anlaşmalar özellikle Brexit konusunu sol pencereden tartmak isteyen düşünürler için kaygı verici sonuçlar doğurur.

2014’te İskoçya referandumu ile dağılmanın eşiğine gelen Büyük Britanya, 23 Haziran AB üyeliği referandumu sonucu ile bu eşik artık geçilmiş gibi gözükmektedir. Solda durduğunu iddia eden partilere düşen görev, dağılmaya doğru giden yolda olası toplumsal yan etkileri önceden tespit edip önlemektir. Bu yazının kaleme alındığı süreçte, İşçi Partisi’nde tartışılan konu Corbyn’in liderlik kapasitesi ile alakalıydı. BBC’nin ortaya çıkardığı dökümanlara bakılırsa, geçmişten beri AB’ye sıcak bakmayan başkanın yakın çalışma grubu, Remain Campaign (İçerde Kalma Kampanyası) sürecini baltalamaya yönelik bazı hareketlerde bulundu. Corbyn’in bu kampanyaya olan tavrını ‘‘ilgisiz’’ olarak niteleyen bu dökümanlar, İşçi Partisi’ni AB referandumu krizi akabinde daha yapay bir krizin içine atıyor. Irkçılığa ve yabancı karşıtlığına dayanan bu deyim yerindeyse ‘ateşle oynanan oyun’ karşısında Parti kendi içerisinde yapısal ve fikirsel sorunlar yaşıyor. Sol adına,  Brexit’in yankıları da neticede daha vahim olma yolunda ilerliyor… 

Kaynaklar

Yanis Varoufakis, The Right Left for Europe, 24 Haziran 2016, project-syndicate.org
Richard Tuck, The Left Case for Brexit, 6 Haziran 2016, dissentmagazine.org
Slavoj Žižek, Could Europe Breathe New Life into Left-Wing Politics?, 24 Haziran 2016, europe.newsweek.com
Paul Mason, The Leftwing Case for Brexit (One Day), 16 Mayıs 2016, theguardian.com 
Laura Kuenssberg, Corbyn office 'sabotaged' EU Remain campaign - sources, 26 Haziran 2016, bbc.com

Dergiler Haberleri