“BM parametrelerinden koptuk, güney rahatladı”

Müteahhitler Birliği Başkanı Cafer Gürcafer, Kıbrıs Türk tarafının, BM parametrelerinin dışına çıkmış olmasının, mülkiyet konusunda adım atma için Rum tarafını çok rahatlattığını belirterek, toplumun enkazın altında olduğunu söyledi.

“BM parametrelerinden  koptuk, güney rahatladı”

Ödül AŞIK ÜLKER

Müteahhitler Birliği Başkanı Cafer Gürcafer, Kıbrıs Türk tarafının, BM parametrelerinin dışına çıkmış olmasının, mülkiyet konusunda adım atma için Rum tarafını çok rahatlattığını belirterek, toplumun enkazın altında olduğunu söyledi.

Gürcafer, şu ifadeleri kullandı:

“Bir, Kıbrıs sorununa çözüm bulunması noktasında, bizim kaçan değil, zorlayan ve kovalayan tarafa dönüşmemiz lazım. Bunu, yatırım ikliminin tekrardan oluşabilmesi için söylüyorum. İkincisi de, TMK’yı çok aktif çalıştırmamız lazım ve hedef, iki bölgeliliği tesis etmek olmalı. Yalnızca kuzeydeki malları Türkleştirmek değil, güneydekilerini Rumlaştırmak, yani fiilen iki bölgeliliği, mülkiyet bakımından hukuki zemine oturtmak lazım.”

Dünyanın onayladığı ve iki toplumun da kabul ettiği bir tek şeyin iki bölgelilik olduğunu söyleyen Gürcafer, “Lobi çalışması yapmadık. Başımıza gelenlerde, yapmamış olduklarımızın etkisi, Rum’un yaptığının etkisinden daha az değildir. Kendi kendimizle yüzleşmeliyiz” dedi.

Gürcafer, Müteahitler Birliği olarak bir lobi ekibi kurduklarını anlatarak, bu konunun, bir sivil toplum örgütünün tek başına altından kalkabileceği bir konu olmadığının altını çizdi ve devletin

lobi çalışmalarında eksik olduğunu belirtti.

Gürcafer, güneyde kalan malına karşı kuzeyde eşdeğer almış ve puanlarının tamamını kullanmış olanların tespit edilip, güneydeki mallarını takas için TMK’ya kaynak olarak aktarmak gerektiğini kaydetti.

Gürcafer, “Üstünden 50 yıl geçti. Eğer takasa 30-40 bin dönüm arazi koyabilirsek, Hristodoulides’in mülkiyet konusundaki bütün siyasetini çökertiriz. Komisyona müracaat edenleri çağırıp, kuzeydeki malına karşılık güneydeki mallardan verip, hem şikayeti ve sorunu ortadan kaldırabilir, hem de kuzeydeki malları Türkleştirebiliriz. Tazminata odaklanılıyor, ödeyemeyiz ki...”        

İki çok önemli dönüm noktası...

Soru: Mülkiyet konusundaki tutuklamalar noktasına nasıl gelindi? İnşaat sektöründe son durum nedir?

Gürcafer: Zorunluluk doktrini diye bir olay vardır, adanın güneyinde yaşayan Kıbrıslı Türklerle, adanın kuzeyinde yaşayan Kıbrıslı Rumlar, zorunluluktan göç etmişti. Ben de bir göçmenim, 9 yaşındaydım. Nasıl geldiğimi çok iyi hatırlıyorum. Kimse evini, malını güle oynaya bırakıp göç etmedi, ne buradan oraya gidenler, ne de oradan buraya gelenler... Çok uzun yıllardır, iki toplum arasında yaşanan savaşlar, ölümler, suikastler, zaman zaman tırmanan çatışmalar neticesinde 1974 oldu. 1983’te bir eşdeğer politikası uygulandı ve, doğru ya da yanlış, bu eşdeğer politikası çerçevesinde birçok insana tapu dağıtıldı. Göçmen kesimin, çaresizlikten dolayı, yapacak başka bir şeyi yoktu, evini, işyerini yaptı ve hayat bir şekilde devam etti. Bütün bunların uluslararası hukuk zeminine oturması için bir arayış içerisinde olmak, aslında Kıbrıs sorununa çözüm aramakla eş anlamlıdır. Biz, her zaman, çözüm arayışı içerisinde olduk, bu durumun sürdürülebilir bir durum olmadığını savunduk ama çözüm mümkün olmadı ve hayat devam etti.

İki çok önemli dönüm noktası oldu, birincisi Annan Planı’ydı. Annan Planı’nın içine, mülkiyetin akıbetiyle ilgili bir tanımlama girdi ve yabancı yatırımcının dikkatini çekti. Bir anda, yabancı talep hayal edemeyeceğimiz kadar arttı. İnşaat sektörü de, buna paralel patladı. Ondan sonra, Orams Davası ile birlikte dik bir iniş yaşandı. Annan Planı’nın kabul görmediği ve rafa kalktığı hikayesi ortaya çıkınca, yabancı yatırımcı tekrar elini eteğini çekti. Daha sonra Demopoulos Davası ile birlikte, AİHM’in Taşınmaz Mal Komisyonu’nu tanıması, kurulmasına önayak olması ve Demopoulos Davası’nda malın içindeki kullanıcının da bir hakkının olduğunun ortaya konmasıyla, inşaat sektörü tekrardan hareketlendi. Ama kabul etmek gerekir ki, nihai sonuç, Kıbrıs sorununun çözülmesiyle olabilir.

“İki toplumun kabul ettiği bir tek şey var, iki bölgelilik”

Bu arada, dünya bize bir işaret verdi; ister federasyon, ister konfederasyon, ister ayrı devlet, ister üniter devlete geri dönmeyi savunalım, her halükarda bütün dünyanın onayladığı ve iki toplumun da kabul ettiği bir tek şey var, iki bölgelilik. İki bölgeliliği fiilen tesis etmek için, TMK kapısıyla, bize bir olanak sağlandı. Biz bu kapıyı çok doğru kullanamadık. 1974’ten sonra bizde bir alışkanlık oluştu, şımarık çocuklar nasıl ki başı her derde girdiğinde babasının, anasının arkasına koşar, biz de “Türkiye, anavatan arkamızdadır, bizi korur, bize bir çare bulur” gibi basit bir yaklaşım sergiledik ve bu sorunu görmezden geldik. Bu sorunu çözme amaçlı üzerine yürümedik, çözmedik. Hala çözebiliriz. Toplum olarak, kendimize bir sürü tabular yarattık ve hep bunların yanından dolaşarak yaşamaya çalıştık. Örneğin, mülkiyet konusunda “kuzeyde aldıklarımız bizim ama güneyde bıraktıklarımız da bizim” dersek, iki bölgelilikten nasıl söz ederiz? O zaman üniter devlete döneceğiz.

“Kuzeyde mal alanın, güneydeki malı takas için ayrılmalı”

Kuzeyde mal alanın, güneydeki malı takas için ayrılmalı. Kuzeyin Türkleştirilmesi ve güneyin Rumlaştırılması, aslında çözüme ciddi anlamda katkı koyar. TMK kapısını kullanarak, takas yöntemiyle bunu başarırsak, o zaman çözüm çok daha kolay olur.

Başaramamak için hiçbir sebep yoktur. Bunun olanağını bize AİHM verdi ama biz bunu hiç kullanmadık. Biz mevcut dağınıklık, karmaşa içerisinde yaşamayı tercih ettik. Son yaşananlar da bize, bunun doğru olmadığını gösterdi.

“Kendi kendimizle yüzleşmeliyiz”

Aslında Rum tarafı, kendi açısından, kendine göre haklı. Ondan daha farklı bir davranış beklenemez. Akıllı bir siyaset, iyi bir ekip, kısa-orta-uzun vadeli politikalarını koyuyor, bunların takipçisi oluyor. Bizim bu tarafta böyle bir yapımız oluşmadı. Kendini bütün dünyaya mağdur olarak tanıtan da Rum tarafı oldu. Biz bunu bile başaramadık, bir sürü olumsuzluklar yaşamış olmamıza rağmen... Toplu katliamlar, 1963’te 103 köyden sürülmemizle ilgili, zamanında uluslararası hukuk zemininde bir arayışımız olmuş olsaydı, bugün durum farklı olabilirdi. Bunu yapmamış olmamız, bize zarardan başka hiçbir şey vermedi. Lobi çalışması yapmadık. Başımıza gelenlerde, yapmamış olduklarımızın etkisi, Rum’un yaptığının etkisinden daha az değildir. Kendi kendimizle yüzleşmeliyiz.

Gelinen aşamada, BM parametrelerinin dışına çıkmış olmamız da, bu konuda adım atma hususunda Rum’u çok rahatlattı ve bu adımı attı. Daha önceki bütün görüşmelerde, çözüm arayışlarında, nüans farkı olsa da, biz BM parametreleri çerçevesinde çözüm arayışımızı devam ettirirdik. Sağ iktidarda da, sol iktidarda da... Rahmetli Denktaş’ın zamanında da, Sayın Eroğlu’nun zamanında da benzer görüşmeler oldu. Son dönemde çok keskin bir dönüş oldu. Bu seçilmiş siyasetçinin tercihi olabilir, ben ona karışmam. Neticede, halk seçti ve o da gelirken “ben buyum, ben bunu savunacağım” dedi. Bunu savunabilir, ama bunun yaratacağı ekonomik etkileri göğüsleyebilmeyle ilgili politikaları da olmalıydı, bizde o yok. Yalnızca siyasi duruş var, ama onun yaratacağı ekonomik etkilerle ilgili, bunları göğüslemek için alternatif pazarlar, alternatif turizm, alternatif ülkelerden öğrenci yok. Bu olmadığı için, şu anda toplum olarak bir enkazın altındayız.

“Tutuklamalardan en fazla tedirgin olan Türk müşterilerdi”

Soru: Tutuklamalar sonrasında, başta İsrailliler olmak üzere çok sayıda yabancı yatırımcı mallarını sattı ve gitti... Ama inşaat sektöründe hareket devam ediyor. Bu nasıl oluyor?

Gürcafer: Yabancı yatırımcının gitmesinde bir sürü neden var. Rum tarafının tutuklamalarının, mülkiyet konusundaki tartışmaları, bilinmezleri tekrardan gündeme getirmiş olmasının çok büyük etkisi oldu. Ama onun dışında, biz de yeterince misafirperver bir ülke olamadık. Toplum olarak misafirperveriz ama sahip olduğumuz altyapımızla, mevzuatımızla, kirli çevremizle, kırıp döktüğümüz dağlarımızla, aslında çok misafirperver değiliz. Gelenin geri kaçmasındaki tek etken tutuklamalar değildir. Tutuklamalar olduğunda en fazla tedirgin olan da Türk müşterilerdi. Çünkü burada ev alan insanlar, beyaz yakalılardır. Bu insanlar yalnızca buraya gelmez, Avrupa’ya da gider.

“Yap-sat değil, sat-yap”

Uzun yıllar, çok doğru olmasa da, inşaat sektörü lokomotif bir sektör pozisyonuna oturdu. İnşaat sektörü, bir ülkede, lokomotif sektör olmaz, olamaz zaten. Çünkü inşaat, belli bir plan çerçevesinde, kalkınma döneminde lokomotif görevi görür ama sonra kendini gayrimenkul sektörüne dönüştürür ve kenarına çekilir, lokomotif olmaktan çıkar. Bizde, başka hiçbir sektör yoktu diye, kalkınma döneminde tamamen inşaat merkezli bir kalkınma olduğu için, inşaat sektörü, ülke ekonomisi sürükleyen bir sektöre dönüştü. 60-70 alt sektörü besledi. Bunu bir plan çerçevesinde yapmalıydık. Konjektürel gelişim merkezli kalkınmadan önce planlarımız olmalıydı. İmar planlarımız, sosyo-ekonomik kalkınma planlarımız, öncelikli sektörlerimiz... Bunların hiçbiri olmadı. İnşaat sektörü bir anda patladı, memleketin %80’i bundan geçinir hale dönüştü. Çöküntü yaşandığında, bütün bunlar olumsuz etkilenmeye başladı. Şimdi bunu daha çok hissetmiyoruz. Yap-sat diye telaffuz edilen bu sektör, esasında sat-yaptır. Satılmıştır, yapılıyor. Şu anda yapımı devam eden inşaatlarda çalışan işçiler var. Bunlarla ilgili sosyal sigorta, ihtiyat sandığı yatırımları vardır. Bu inşaatlarla ilgili ithal edilen inşaat malzemeleri var, gümrüğe gelir var, tapu gelirleri var. Ama yeni satış olmadığı anda, hepsi duracak. Yeni satışlarla ilgili çok ciddi bir düşüş var. Bunun için, iki şeyi çok çok önemsiyoruz.

“Kaçan değil, zorlayan ve kovalayan tarafa dönüşmemiz lazım”

Bir, Kıbrıs sorununa çözüm bulunması noktasında, bizim kaçan değil, zorlayan ve kovalayan tarafa dönüşmemiz lazım. Bunu, yatırım ikliminin tekrardan oluşabilmesi için söylüyorum. İkincisi de, TMK’yı çok aktif çalıştırmamız lazım ve hedef, iki bölgeliliği tesis etmek olmalı. Yalnızca kuzeydeki malları Türkleştirmek değil, güneydekilerini Rumlaştırmak, yani fiilen iki bölgeliliği, mülkiyet bakımından hukuki zemine oturtmak lazım. Eskiden bu, Kıbrıs sorununun çözümüyle mümkündü ama TMK’nın kurulmasıyla birlikte, bunun çözümden önce de mümkün olabilmesinin yolu açıldı. Çünkü Avrupa, “En büyük engel mülkiyettir. Mülkiyetin çözümü için ben bir kapı koyayım, bu kapı çalıştırılsın ve konu çözülsün” dedi. TMK kapısını çalıştırırsak, o zaman inşaat sektörünü 2025 sonu, 2026 başıyla tekrardan hareketlendirebiliriz. Ancak bizim mevzuatlarımızda bir sürü eksiklikler vardır, beraberinde bunları da düşünmek lazım.

“2024 yılında yabancılara satılan topraklar %0.3 seviyesindeydi”

Soru: Yabancıların alacağı taşınmaz malla ilgili bir düzenleme de yapıldı...

Gürcafer: O yasada çok önemli bir madde var, KKTC sınırları içerisindeki toprakların en fazla %3’ü yabancılaşabilir. Yani %97’si Kıbrıslı Türklerin kalacak. Tanıyan ülkelerin vatandaşları 6, tanımayan ülkelerin vatandaşları da 3 konut alabilir, bunların toplamı toprakların %3’ünü geçemez. Tümünü Türkiye vatandaşına sattığınızı varsayarsanız, bunun %3 ile sınırlı olacağı yasayla güvence altına alınmıştır. 2024 yılı içerisinde yapmış olduğumuz bir çalışmaya göre, yabancılara satılan topraklar %0.3 seviyesindeydi.

“Yaşadığımız bütün karmaşaların nedeni, plansız yaşıyor olmamızdır”

Soru: Eylül 2023’te Yenidüzen Gazetesi’ne yabancılara 34 bin 230 konut satıldığını söylemiştiniz. Şu anda durum nedir?

Gürcafer: Doğru düzgün istatistik birimimiz yok. O veri, o dönemde yaptığımız sayımda elde ettiğimiz veriydi. 2025 yılı sonunda bir sayım daha yapacağız.

Şu anda ülke olarak yaşadığımız bütün karmaşaların nedeni, geleceğimizi planlamamış ve plansız yaşıyor olmamızdır. Sosyo-ekonomik kalkınma planımızı yaptığımız zaman, örneğin bu ülkede sürekli emekliliğini geçiren 200 bin yabancı hedefleyebiliriz. Bununla ilgili ne kadar konut yapılması lazım? Bu konutlar nerelerde olmalı? Hedef pazar ülkeler hangileridir? Bunları planlamak lazım. Bizim planlamamız eksik. Örneğin Dubai’de, 6 milyon yabancı yaşıyor, 700-800 bin de yerli var. Ama Dubai’ye gittiğiniz zaman, her köşesinde Dubai’nin Dubaililere ait bir ülke olduğunu hissedersiniz. Çok keskin kuralları vardır. Orada yaşayan yabancı nüfus, devamlı bir turist gibi, ülkeye yalnızca fayda sağlayan, hiçbir şekilde zarar vermeyen bir kesimdir. Bunu kurallarını koyarak yaptılar. Bizim eksik olan tarafımız budur. Aslında bizim korkmamız gereken şey kuralsızlığımız ve düzensizliğimizdir, yabancıdan korkmamamız lazım. Benim hedeflediğim kitle, emekliliğini geçirmek, parasını harcamak, huzur bulmak için gelecek olan yabancılardır. “Bulunduğum coğrafyada şartlar kötüleşti, tası tarağı toplayıp gideyim, oraya yerleşeyim” diyen kesimler değil. Bununla ilgili birtakım düzenlemeler yapılmalı. Çünkü o tip insanlar gelir, ertesi gün köşede bir market açar, hastaneye de gider, çocuklarını okula da gönderir. O, sosyal yaşamımıza hem olumsuz etkiler yaratır, hem de ekonomik külfet demektir. Halbuki diğer türlüsü, buraya bir aylığına gelir, parasını harcar, tatil yapar ve gider. Bu rakam 7 milyon da olsa, 8 milyon da olsa bizi incitmez, bize katkı yapar. Ama idare kurallar koyup o ayrımı yapmıyor diye, halk bu defa tepkiyi, bir bütünlük içerisinde, bütün yabancılara gösteriyor.

“Kısa vadede TMK merkezli çözümlemeler üretemezsek, inşaat sektörünü iyi bir gelecek beklemez”

Sosyo-ekonomik kalkınma planında arz talep dengesi olur. Bir sektörü planladığınız zaman, talebi, arzı göz önünde bulundurarak çalışma yaparsınız. Turizmde “şu kadar yatağa ulaşacağım” dendi ama arz talep dengesi hiç düşünülmedi. Arz talep dengesizliğinin oluştuğu sektörler batar. Üniversiteler de bunlardan biridir. Eğitim yuvası olması gereken üniversiteler, ticari bir sektöre dönüştü maalesef. Pırıl pırıl üniversitelerimiz varken, çakma üniversiteler nedeniyle, onların da adı olumsuz etkilendi. Bu da planlama yapılmamış olmasındandır. Planlama yapılsaydı, 8 üniversitenin yeterli olacağı belli olacaktı ve başka üniversite izni verilmeyecekti. Bütün sektörlerde bu böyledir. Eğer mülkiyet konusunda, kısa vadede TMK merkezli çözümlemeler üretemezsek, inşaat sektörünü iyi bir gelecek beklemez. Bunu yapmak mümkündür, bunu yapabiliriz. Zor değildir, kararlı olarak harekete geçmek lazım. Ülkeyi yöneten kesimler tarafından, bunun öncelikli sorun olarak görülmesi lazım. Bizim ülkemizde, her dönemde, kurultaylar, parti başkanlıkları, kimlerin bakan olacağı, kimlerin müsteşar olacağı tartışmaları maalesef ülke sorunlarının her zaman önüne geçti.

Ekonomik özgürlüğünüzü kazandığınız, kendi kendinize yetmeyi başardığınız gün, siyasi özgürlüğünüz vardır. Bunu başaramazsanız, siyasi özgürlükten bahsedemezsiniz. Kendi kendimize yetmeyi bir dönem başardık, ondan örnek almamız lazım. İnşaat sektörü merkezli devam eden bir ekonomi vardı ve gitmedi. Zaman zaman eleştirilir, “inşaat sektörü lokomotif sektör olmamalıdır” diye, doğrudur. Peki, birileri alternatifini koydu da, inşaat sektörü bunun önüne mi geçti? Hayır.

“Tarımsal arazilerin korunması gerekir”

Soru: Tarımsal bölgelere inşaat yapılması konusunda endişelerinizi dile getirmiştiniz. Bu konuda son durum nedir?

Gürcafer: Mağusa-İskele-Yeniboğaziçi İmar Planı’nın yapılması gerektiğini hep söyledik, bir plan yapıldı. Daha sonra, “Mesarya bölgesinde bir emirname hazırlanması ve tarımsal arazilerin ivedilikle imara kapatılması lazım” dedik. Bildiğim kadarıyla, bu konuda da bir çalışma var. Güzelyurt bölgesinde hala Fasıl96 kuralları geçerlidir. Güzelyurt Belediye Başkanı bölgeye imar planı yapılmasına karşı çıkıyor. Bize göre, Güzelyurt bölgesinde de ivedilikle bir emirname, imar planı çalışmasının başlaması ve tarımsal arazilerin korunması gerekir. Eğer bunu yapmazsak, korkunç bir çarpık yapılaşmayla, bir yağmayla karşı karşıya kalacağız.

Biz planın yapılması gerektiğini söyledik, “bunu yapacak kadromuz yok” dendi. İhtiyaç duyulan teknik elemanların istihdam edilmesine katkı yaptık. Gerekli insan kaynağı katkısını yapıyoruz ki, bu işler yapılsın, çünkü bu ülke hepimizin. Bu ülke yok olduğu veyahut berbat olduğu zaman, burada yaşayacak olan bizim çocuklarımızdır. Bizim bugün, bu sıkıntıları yaşıyor olmamızın nedeni, aslında bizim babalarımızın, dedelerimizin, bizim geleceğimizi düşünmeden hareket etmiş olmasıdır. Benzer davranışı biz de sergilersek, sorunu çocuklarımızın kucağına atacağız. Ya da bazı düzenlemeler yapacağız ve onlara güzel bir gelecek bırakacağız.

“Mülkiyet sorunu çözmemiz lazım”

Soru: TMK nasıl kullanılmalı?

Gürcafer: Eşdeğer malına karşı mal almayan, yarım alan ya da itirazı olan varsa, onları bir kenara ayırıp, eşdeğerine karşı mal almış ve puanlarının tamamını kullanmış olanların dosyalarını tespit edip, bunları takas için TMK’ya kaynak olarak aktarmak gerekir. Bu, iki bölgeliliğe hizmet eder. Bir ülkede, malların %17’si Türk malı, %83’ü Rum malıyken, o ülkede devletten söz edemezsiniz. Mülkiyet sorununu çözmemiz lazım.

Üstünden 50 yıl geçti. Eğer takasa 30-40 bin dönüm arazi koyabilirsek, Hristodoulides’in mülkiyet konusundaki bütün siyasetini çökertiriz. Komisyona müracaat edenleri çağırıp, kuzeydeki malına karşılık güneydeki mallardan verip, hem şikayeti ve sorunu ortadan kaldırabilir, hem de kuzeydeki malları Türkleştirebiliriz. Tazminata odaklanılıyor, ödeyemeyiz ki... Malların değeri, dönümü 5 bin lira iken ödeyemedik, 200 bin lira dönümünü nasıl ödeyeceğiz?

“Mülkiyet hakkı kutsaldır, bu tartışmasızdır”

Mülkiyet hakkı kutsaldır, bu tartışmasızdır. Ama bizim kendi coğrafyamıza özgü özel sorunlarımız var. Ben göçmenim, dedem öldü, babam öldü, ben 60’a geldim, oğullarım 30’a geldi yani dördüncü jenerasyon... Benim çocuğum, dedemin bıraktığı arazide, belki de altmışta bir hissedardır. Hepsi burada düzenlerini, yaşamlarını kurdular. Realite temelinde bir çözüm bulmak zorundayız. Barışa katkı koyan aslında budur. Güneydeki insanlar da böyle düşünüyor. TMK’da 9 bin civarında dosya var, her birini beş kişiden koysak, ortalama 45-50 bin göçmen demektir. Bu insanlar “ya tazminatımı ver ya da takas yap” diyor. Paramız yoksa, takas imkanını yaratmak zorundayız. Güneyde Türk mallarını kullananlar, kuzeyden göç etmiş olan kişilerdir. Onları çağırdığınız zaman koşturarak gelirler. Pragmatik çözüm üretmemiz, sonuç odaklı çalışmamız lazım. Bir takası yapınca, ardından çok sayıda başvuru olacak. Bu barışa mı, çözümsüzlüğe mi katkı yapar? Bana göre barışa... Mülkiyet sorununu çözmüş olacağız.

“Rum tarafı, bireylerle uğraşmamalı”

Soru: Tutuklamalar konusunda siz ne gibi çalışmalar yapıyorsunuz?

Gürcafer: Rum tarafı, fırsatçılık yapıp, bu tarafın ekonomisini çökertmek için mülkiyet konusunu kullandı. AİHM, “mülkiyetle ilgili şikayetin varsa TMK’ya git, paranı oradan al, alamazsan bana gel” dedi. Bir yabancı, bir ülkeye yatırım için gittiği zaman bir avukat tutar. Avukat, müvekkili adına, İçişleri Bakanlığı’ndan, Tapu Dairesi’nden, Vergi Dairesi’nden sorgulama yapar. Ülkenin yasal çerçeveleri içerisinde, Tapu Dairesi’nde imza atar ve tapu alınır. Eğer mülkiyetle ilgili bir şey varsa, bu idarenin sorunudur. Rum tarafı da, uluslararası hukukta birini dava edecekse, KKTC’yi ya da Türkiye’yi dava etmesi lazım. Bireylerle uğraşmaması lazım. Doğru olmayan şey, bireylerle uğraşıyor olmasıdır. Bir gayrimenkul alırken, o ülkenin hukukuna göre değerlendirirsiniz. Bunun uluslararası hukuka uygun olup olmadığını araştırmazsınız. Eğer bu konuda bir iddia varsa, bunun hesabını soracağı muhatap devlettir, Türkiye’ye, Kuzey Kıbrıs’a dava açabilir. Rum tarafı, verdiği mücadeleyi etkili kılabilmek yani bizim ekonomimizi çökertmek için, bireylerin üzerine saldırabilecek bir yasal düzenleme yaptı. Biz bunu, orta vadede geri püskürteceğiz. Bizim attığımız hukuki adımlar, girişimler sonucunda bu konu, AİHM gündemine geldiğinde doğru yola girecek, ama bu süre zarfında, bizim ekonomimize verdiği zararın boyutu çok büyük olacak. Oturup ağlamak yerine, bir lobi ekibi kurduk, bir bütçe oluşturduk. Bu konuda Strasbourg ve Brüksel’e gidip gelen, sürekli görüşen ekiplerimiz var. Güneydeki AB elçileriyle, BM ile, İngiltere ile temasımız var. Gücümüz yettiğince bunu yapıyoruz. Ama bu, bir sivil toplum örgütünün yalnız başına altından kalkabileceği bir şey değildir. Devlet olarak lobi eksikliğimiz var, maalesef karşı girişimleri yapma konusunda çok başarılı değiliz. Her yere para harcanıyor ama esas para harcanması gereken yer lobi, buna ne zaman ne de para ayrılıyor.

Röportaj Haberleri