Ödül AŞIK ÜLKER
TAM Parti (Toplumsal Adalet ve Mücadele Partisi) Kurucu Başkanı Serdar Denktaş, Ersin Tatar’ın cumhurbaşkanlığı dönemini benimsemediğini belirterek, Tatar’ın da kendi makamına, kendi devletine saygı duymadığını söyledi.
Serdar Denktaş, “Cumhurbaşkanlığı’ndaki arkadaşımız, kendi makamına, kendi devletine saygı duymuyor. Saygı, söylemle gösterilmez. Uluslararası bir toplantı ortamında, Türkiye Dışişleri Bakanı, Rum lider ile görüşürken, benim devletimi temsil eden kişinin koridorda, sandalyede oturup beklemesi beni üzer. Böyle bir temsiliyet olmaz. Bu duruma düşmüşsen zaten, dünyaya ‘Ben ayrı devletim, güneydeki devletle çözüm bulmak isterim, eşit olmak isterim’ iddiasını yaparsan, kimse seni ciddiye almaz” diye konuştu.
19 Ekim Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erhürman’a vereceği desteğin altını çizen Denktaş, halkı hukukçu kimliğiyle, konuşma üslubuyla, konuştuğunun anlaşılır olması hasebiyle Tufan Erhürman’ın temsil edebileceğini kaydetti.
Denktaş, “İkisinin de, düşüncelerini, ideolojilerini kaldırın, fert olarak ortaya koyun, kendi kendinize ‘bu ikisinden hangisi Cumhurbaşkanlığı mevkisine, bizi temsil mevkisine daha fazla yakışır’ diye sorun. Cumhurbaşkanlığı bu halkı temsil eden yerdir. Cevabı ben, ‘Erhürman’ diye verdim. Herkes kendi kendine sorsun, ideolojik yapılarını tamamen kenara koyarak, iki insan olarak bakıp sorsun ve cevap versin” ifadelerini kullandı.
Serdar Denktaş, Tatar’ın, Kurucu Cumhurbaşkanı Denktaş’ın taklit etmeye çalıştığını ancak taklit ederek veya taklit etmeye çalışarak lider olunamayacağını söyledi.
TAM Parti...
Soru: Çok uzun yıllar siyasetin içindeydiniz. Farklı kademelerde görev aldınız. Aktif siyasetten çekildiğinizi açıkladıktan bir süre sonra, Cumhurbaşkanlığı’na aday olma konusunda bazı sinyaller verdiniz. Son dönemde, bir parti kurdunuz, TAM Parti. Cumhurbaşkanlığı’na aday olmaya hazırlanırken, bir parti kurma kararı nasıl gündeme geldi?
Denktaş: Aktif siyasetten gerçekten uzaklaşmak istedim. Kendi zevklerim, hobilerim var, “onları yaparım” diye düşündüm. Torunlarım var, “çocukların büyüdüğünü görmedik, torunların büyüdüğünü görelim” diye düşündüm. Ancak, memleket öyle bir hale geldi ki, önce kararım cumhurbaşkanlığına yeniden aday olmak şeklinde gelişti. Bir müddet de, o yolda hazırlık yapmaya başladım. Kıbrıs sorunu ile ilgili önereceğimiz üçüncü yolun ne olacağı üzerine çalıştım. Çünkü federasyon olmayacak, iki devlet de bu şekilde olmaz. Statüko da devam edemez. Benimle beraber hareket eden, hiç yanımdan ayrılmayan genç bir ekip var. Onlar “Abi, Cumhurbaşkanlığı’nda yapacağın nedir, kurtarılması gereken bir memleket var. Ona bak, düş önümüze, bir şeyler yapalım” diye baskı yapmaya başladılar. Bunun üzerine, ilk önce, UBP ve CTP dışında kalan partileri, bir ittifak halinde, tek bir çatı altında toplayabilir miyim diye bir girişimim oldu. Başlangıç yerim belki yanlıştı, o gerçekleşmedi. Arkasından yine, bu genç arkadaşlar, çoğu eski Demokrat Partili, “partiye dönelim” şeklinde bir talepte bulundu. Fikri’yi (Ataoğlu) çağırarak, ona bir teklifte bulundum. O teklife karşılık “senin başımızın üstünde yerin var, ama başka bir ekiple gelmeyi kabul etmeyiz” dedi. Yol arkadaşlarımı da yolda bırakacak değildim. Arkadaşlara durumu anlattım, benim tek başıma gidip de milletvekili seçilme gibi bir gailem zaten yok. Bunun üzerine, “Düş önümüze bir parti kuralım. eskilerden kimseyi almayalım, sen bize yol göster, önderlik yap, bayraktarlık yap. Bu memleketi yaşanır hale getirmek için bir uğraş verelim” diye bir baskı oluştu. Bunun üzerine, yeniden iç siyasete yönelik bir çalışma içine girdik. TAM Parti’nin oluşumu bu şekilde başladı. Her şeyin tartışıldığı, her şeyin oylanarak veya mutabakatla karar alındığı bir yapı oluşturmaya çalışıyorum. Kendini mağdur hisseden ve bu memleket için gaile içinde olduğunu düşünen, eğitimli ama çok fazla tanınmamış, sosyal medyada parlamamış isimlerden oluşan 170’e yakın kişiyle bir kurucu listesi ortaya çıktı. Şimdi üye yazımı başladı, gayet güzel tepkiler alıyoruz. Bizim aramadığımız insanlar, “biz de katılmak isteriz” diye bizi arıyor, bu çok güzel. TAM Parti, belli ki güçlü bir parti olarak yoluna devam edecek. Ben kurucu başkanlığını yaptım. 3 Eylül’de, herkesi seçimle göreve getirttiğim için, görevimi seçimle iş başına gelen genel koordinatör Ertan Kaygan’a devrettim. Şu anda TAM Parti üyesiyim. Aralık, en geç Ocak ayında ilk büyük kongre yapılacak. O büyük kongrede başkanlığa aday olacağımı arkadaşlara söyledim, başkan adayı olmak isteyenler varsa onlara da fırsat verelim diye. Ben, kurumsal hafızaya, belli bir tecrübeye sahip biri olarak, belki bir dönem kendilerine önderlik yapacağım, yol göstereceğim. Sonra, bu idealist genç arkadaşlardan, artık kim sivriliyorsa, kim öne çıkıyorsa o partiyi devralacak.
“Yönetim yok, eleştirmeye kalksanız karşınızda muhatap yok”
Soru: TAM Parti “kurtarılacak bir memleketi için yola çıktı” dediniz. Hükümetin icraatlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Denktaş: Hangi icraatını değerlendireyim? Müthiş bir yönetimsizlik dönemi yaşıyoruz. İyi yönetim vardır, kötü yönetim vardır. Yaptığınız eleştirilerle, önerilerle kötü yönetimi eleştirirsiniz, düzeltebilirseniz düzeltirsiniz. Burada öyle bir durum yok. Yönetim yok, eleştirmeye kalksanız karşınızda muhatap yok. Sorunlar çıktığında, özellikle sendikalarla, gidiyorum, dinliyorum, haklı taraflarını görürsem “gerekirse arabulucu olalım” diyorum. Ertesi gün bakıyorum, 9-10 gün süren eylemler mutabakatla sona eriyor. Mutabakata varacaksaydınız, 9-10 gün bu insanları niye oyaladınız? İlk günden çağırır, oturur, konuşurdunuz, biterdi.
Yapılan istihdamlara bakıyorum, olacak gibi değil. Açıklamalara bakıyorum, “yazılıyı geçsinler de sözlüde biz yardımcı olalım”. Ne münasebet, Kamu Hizmeti Komisyonu anayasal, bağımsız bir kurum... Bir önceki başkan Kamil Kayral döneminde, halkın güvenini kazanmayı başarmış bir kurum... Şimdi o güveni berhava ettiler.
“Türkiye’ye bağlı bir halkı, Türkiye’den uzaklaştırıyor”
İcraatlara bakıyorum, son derece gereksiz yerlere, gereksiz müdahaleler var. Öncelikler sıralamasında müthiş yanlışlar var. Türkiye ile ilişkilerde, her talep edilene “evet” deme, hatta “muhtemelen bunu talep edeceklerdir” diyerek hareket etme, Türkiye’ye bağlı bir halkı, Türkiye’den uzaklaştırıyor.Yanlış nerede? Türkiye, 85 milyonluk Anadolu’dur. Türkiye’nin idarecilerinin, atanmışlarının zaman zaman yaptıkları yanlışlar veya doğru olmayan, gereksiz olan talepler, istişareyle, konuşarak ortadan kaldırılır, çözümlenir. Bu yok.
“Tatar kendi makamına, kendi devletine saygı duymuyor”
Cumhurbaşkanlığı’ndaki arkadaşımız, kendi makamına, kendi devletine saygı duymuyor. Saygı, söylemle gösterilmez. Uluslararası bir toplantı ortamında, Türkiye Dışişleri Bakanı, Rum lider ile görüşürken, benim devletimi temsil eden kişinin koridorda sandalyede oturup beklemesi beni üzer. Böyle bir temsiliyet olmaz. Bu duruma düşmüşsen zaten, dünyaya “Ben ayrı devletim, güneydeki devletle çözüm bulmak isterim. Eşit olmak isterim” iddiasını yaparsan, kimse seni ciddiye almaz. Bu saydıklarıma bakınca, ciddiye alınıp, eleştiri yapalım ya da öneri sunalım diyebileceğim bir nokta yok. Zaten öneri sunsanız da dinlemiyorlar. Şikayetçi halk içerisinde, bir vatandaş konumundayım şu anda.
“İçim kan ağlıyor”
Soru: Bu hükümetin küçük ortaklarından biri de Demokrat Parti, sizin çocuklarınızdan biri. Bir kurultay yapmaya çalışılıyor, nisap sağlanamıyor, erteleniyor. DP’nin durumuna baktığınızda üzülüyor musunuz? Ne düşünüyorsunuz?
Denktaş: Üzülmemek mümkün mü... 28 yılımı harcadım, ayrıldığımda 60 yaşındaydım. Yaşımın yarısına yakın bir dönem, o partinin sorunlarıyla cebelleşmekle geçti. Çok saldırı altında kaldım. Buna rağmen, partinin duruşunu hiç geriletmedik. Ama devrettikten sonra, görüyorum ki, bambaşka bir yere gitti, o duruş ortada kalmadı. Üzülüyor muyum? Elbette üzülüyorum, içim kan ağlıyor. Bir insan, bir şey için ömrünün belli bir kısmını harcar ve ondan sonra düştüğü hali görürse, üzülür.
Kurucu Cumhurbaşkanı ve onun dava arkadaşları, ömürlerini harcayarak verdikleri mücadeleyle Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni kurdular. Kurdukları Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin bugünkü halini gördüklerinde, nasıl ki ben DP için üzüntü çekiyorsam, onların da bu devlet için, bu ülke için, bu ülkede yaşayan vatandaşlar için çok daha büyük bir sıkıntı ve üzüntü çektiklerini görebiliyorum.
“Taklit ederek veya taklit etmeye çalışarak lider olunmaz”
Soru: Tatar’ın sık sık kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’a atıfta bulunuyor, onun yolundan gittiğini, onun yolunu izlediğini söylüyor, geçmişte, çocukluğunda yaptıkları sohbetlerden bahsediyor. Bunlara ve sizin az önce çizdiğiniz tabloya baktığınızda, nasıl benzerlikler veya farklılıklar görürsünüz?
Denktaş: Hiç bir benzerlikleri yoktur. Saç stilleri benzer ama onun dışında hiç bir benzerlikleri yoktur. “Zaman zaman ettiğimiz sohbetlerde...” diye bahsettiği sohbetlerin sayısı 5-6’yı geçmez. Onun da bir kısmı, İstanbul’da kültür derneği başkanıyken yaptığı sohbetlerdir muhtemelen. Çocukluğundan diyor, ilkokuldan, üniversite bitinceye kadar memlekette değildi ki, hangi çocuklukta Denktaş’ı gördü? Özellikle Türkiye medyasını da kullanmak suretiyle, farklı bir imaj yaratmaya çalışıyor, taklit etmeye çalışıyor. Denktaş’ın bir berber sahnesi var, Rum berberin önüne oturduğu hikayeyi anlattığı... Benzeri bir çekim yapmak suretiyle, onu anımsatmaya çalışıyor. Taklit ederek veya taklit etmeye çalışarak lider olunmaz.
Ben o ocakta, o kucakta büyümüş, genini, soyadını, kanını taşıyan biri olarak, “Denktaş gibi biriyim” diyemem. Denktaş bambaşka bir liderlik sürdürdü memlekette. Onun liderlik yaptığı konjonktür, bizi devlete taşıdı. Devleti kurmaya başladığı günden itibaren, oluşturmak istediği devlet, güçlü bir sosyal devletti. Bu, kuruluş anayasasında da çok anlamlı bir şekilde yer alır. Bugün ortada, onun kurmak istediği ve hayal ettiği devletten eser yoktur. Türkiye ile ilişkilerden, muhalifleri hep şikayetçiydi, “Türkiye’yi, Kıbrıs sorunuyla ilgili konularda, Denktaş burnundan yakaladı, çekiştirir” derlerdi. Kimdi bunu yapan? Kıbrıslı bir Türk? Kimdi bu Kıbrıslı Türk? Rauf Denktaş. Ama o dönemin muhalefeti, bundan şikayetçiydi. Şimdi baktığımızda, muhalifi münafıkı şikayetçi. “Soru sorulmaz, talimat alınır” sözünden hareket edelim, o söz zaten nereden, nereye geldiğimizi gösteriyor. Hangi Denktaş’ın yolu? Denktaş Türkiye karşıtı mıydı? Hayır.
“Bir tiyatro oynanıyorsa bugün, idarede ve cumhurbaşkanlığı mevkisinde oynanıyor”
Sosyal medyada Denktaş için “tiyatrocuydu” diye yazan veya yazdırılan insanlar var. Ama bir tiyatro oynanıyorsa bugün, idarede ve cumhurbaşkanlığı mevkisinde oynanıyor. Denktaş’a böyle bir suçlama, en azılı muhalifi tarafından bile yapılmayacak bir söylemdir. Dolayısıyla, hiç öyle bir iddiada bulunmasınlar. Ben, Denktaş soyadını taşıyan ve bu devlete gönülden inanan biriyim. Bir zaman bir arkadaşım “bu devlete senin kadar inanan herhalde tek kişi sensin” demişti, çoğalacağımızdan eminim. Gerçekten bu devlete inanıyorum, geleceğimizin önemli bir teminatı olduğuna inanırım. Siyasi eşitliğimizin simgesi olduğuna inanırım. Bu devlette yaşayan insanların da devlette sarılan, devlete güvenen, refah içinde yaşadığı, temiz bir çevrede yaşadığı bir halk haline gelmesini arzu ederim. Uğraşım onun içindir.
“Bir el, Serdar Denktaş’ı siyasi arenada görmek istemiyor”
Soru: Yönetime karşı yapılan eylemlere katıldınız, Dr. Küçük’ün oğlu Mehmet Küçük de oradaydı. Orada görünür olmanız dikkat çekmişti, bazı kesimlerden tepki de aldınız...
Denktaş: O, tam anlamıyla bir halk eylemiydi. Tepki benim üstüme yoğunlaştı, çünkü bir şekilde, bir el Serdar Denktaş’ı siyasi arenada görmek istemiyor. O, yönetimsizliğe yönelik bir tepki eylemiydi, türbanla başlayan bir olaydı. O eylemde dikkatten kaçırılmaya çalışılan, bu ülkenin iki liderinin, Dr. Küçük’ün sülalesi, torunlara kadar oradaydı ve Rauf Denktaş’ın sülalesi, en küçük toruna kadar oradaydı. TMTliler, UBPliler oradaydı, CTPliler, TDPliler, YDPliler, partililer, partisizler oradaydı. Ciddi bir tepki eylemiydi. Elbette bu ülkede yaşayan, bu ülkeyi seven, bu yurdu seven insanlar olarak, bizler de oradaydık.
“Tatar’ın cumhurbaşkanlığı dönemini benimseyemedim”
Soru: Cumhurbaşkanlığı seçimine yönelik, “Tatar’ın karşısında kim olursa, onu destekleyeceğim. Tatar’ın kazanmaması için çalışacağım” açıklamanız olmuştu. Sonrasında Tufan Erhürman’a destek açıkladınız. Bu desteğin sebebi, Tatar’ın karşısındaki en güçlü aday olması mıydı? Neden Erhürman?
Soru: Farzın öteside bir açıklama olabilir o günkü haleti ruhiyem içerisinde. Ama, Tatar’ın cumhurbaşkanlığı dönemini benimseyemedim. Benimseyemememim nedeni, kendi tavır ve duruşlarıdır. Keşke, çok daha farklı bir duruş sergileyebilmiş olsaydı, ben de “karşısına aday çıkmıştım ama bravo adama işini yapabiliyor” diyebilseydim. Bireysel olarak bir kavgam yok.
“Hangisi Cumhurbaşkanlığı mevkisine, bizi temsil mevkisine daha fazla yakışır?”
Tufan Erhürman’a destek verdim, şimdi “federasyoncu oldu” diye saldırıyorlar. Alakası yok. İkisinin de, düşüncelerini, ideolojilerini kaldırın, fert olarak ortaya koyun, kendi kendinize “bu ikisinden hangisi Cumhurbaşkanlığı mevkisine, bizi temsil mevkisine daha fazla yakışır” diye sorun. Cumhurbaşkanlığı bu halkı temsil eden yerdir. Cevabı ben, “Erhürman” diye verdim. Herkes kendi kendine sorsun, ideolojik yapılarını tamamen kenara koyarak, iki insan olarak bakıp sorsun ve cevap versin.
Birinin partisi federasyonu savunur, federasyon olabilecek bir şey değil, çünkü Rum bizimle güç paylaşımına yanaşmayacaktır. Çünkü dünya kendilerine o imkanı veriyor. İki devleti, dünya kabul etmemektedir, çünkü dünyanın yaklaşımı farklıdır. Kaldı ki, kendi insanımızı devletten soğuturken, dünyayı inandırmak mümkün değil. Dolayısıyla, ne birinin, ne de öbürünün ortaya koyduğu görüşler gerçekleşmeyecek. Kıbrıs sorununun çözümü sadece ve sadece cumhurbaşkanı seçilecek kişinin elinde değildir, kendi parlamentomuz var, ondan önce halk var, garantör ülke olarak Türkiye var, TBMM var, Yunanistan var, İngiltere var ve ne kadar birleşmiş olduğu şüpheli, Birleşmiş Milletler gibi bir yer var. Böylesi bir durumda, Kıbrıs sorunu çözümlenmeyeceğine göre, kim bizi daha iyi, daha düzgün temsil edebilir? Hukukçu kimliğiyle, konuşma üslubuyla, konuştuğunun anlaşılır olması hasebiyle, ben yine Tufan Erhürman derim. Herkes bunu düşünsün ve ona göre karar versin.
Yıllardan beridir Kıbrıs sorunu ortada yoktu, şimdi aniden alevlenmiş gibi görülüyor. Aslında alevlenmedi, hiç bir değişiklik yok. Tamamen seçime yönelik, taraflardan birinin propaganda faaliyetlerinin bir sonucu olarak, diğer konuların çok önüne geçti. Diğer konular nedir? Hayat pahalılığı, adaletsizlik, toplumsal adaletsizlik, toplumsal güven içinde olma hissimizi kaybetmemiz. Toplumsal güvenden kastım, güneye karşı güven değil. Türk askeri olduğu müddetçe, o güven sağlanmış durumda. Ama kendi içimizde ne saat, nereden, kim çıkacak, elinde hangi silahla çıkacak bilmiyoruz. Kiralık katiller, tetikçiler yakalanıyor, basından görüyoruz. 600 tabanca ruhsatı verildi, nereden ihtiyaç duyularak verildi? Yolsuzluklar, usulsüzlükler bitmiyor. Trafiğe dönelim, trafikte birbirimize saygımız kalmadı. Akıllı kameralar takıldı. Üstün zeka kamera taksak, trafik kazaları yine bitmiyor.
“Konuşurken gülmeyeceğimiz, kızmayacağımız birinin bizi temsil etmesi lazım”
Kıbrıs sorununda bir şey olacağı yok. Bizi düzgün temsil edebilecek, konuşurken gülmeyeceğimiz, kızmayacağımız birinin bizi temsil etmesi lazım. Fikrine kızarsanız muhalefetinizi yaparsınız, o başka bir şey. Ama tavır ve söylemleriyle sizi kızdırıyorsa, güldürüyorsa, kahkaha attırıyorsa, sizi temsil edecek kişi o değildir. İnsanımıza bunu anlatmaya, göstermeye çalışıyorum. Kıbrıs sorununda federasyonmuş, iki devletmiş, böyle bir ayrım içerisinde değilim. Ne birinin, ne de öbürünün olabileceği yoktur. Kıbrıs sorununa artık farklı bir yaklaşımla yaklaşmalıyız. Bunun için de, önce kendi içimizde anlaşmalı, uzlaşmalı, Türkiye’yi arkamıza almalı ve dünyaya tek bir ağızdan konuşabilmeyi sağlamalıyız. Tufan’la daha önce birlikte çalıştım, o Başbakan, ben Maliye Bakanı olarak uzun bir süre birlikte çalıştık. Makul teklifle giderseniz, mutlaka dikkate alır, değerlendirir, günün sonunda katılmayabilir ama nedenleriyle. Değerlendirmeden sonra da ikna olmuşsa, hayata geçirir.
“Doğru aday Tufan Erhürman’dır”
“Tufan seçilirse, Türkiye ile ilişkiler bozulacak” açıklamasına üzüldüm çünkü açıklamayı yapan sevdiğim bir milletvekili arkadaştır. Öyle bir şey olmaz. Nitekim, Sayın Erdoğan’dan da bir açıklama geldi, “Bağımsız mahkemelerin gözetiminde yapılacak seçimde ortaya çıkacak iradeyle çalışırım” diye, doğru bir ifade ve teşekkür ediyorum. Bizim burada, kendi irademizin ortaya koyacağı her kim olursa olsun, Türkiye ile iyi ilişki içinde, istişare içinde yürümek durumundadır, Rum’un Yunanistan’la yaptığı gibi, ayrı devlet, bağımsız devlet olduğumuzu unutmadan. Çünkü eğer Türkiye ile ilişkilerde bunu sağlarsanız, hem dünyayı ikna etme açısından işiniz kolaylaşır, hem de Rum ile görüşme günü geldiğinde, siyasi eşit olduğunuzu, devletinizin düzgün varlığıyla hatırlanabilirsiniz. İstediğimiz budur. Benim özlediğim budur. Bunu sağlayabilecek kişi, bugün için mevcut adaylardan baktığımda, Tufan Erhürman’dır. Dün kavga ettiğim birisidir, yarın da kavga edebiliriz, tartışabiliriz. “Dün ve bugün” diye bazı
propagandistlerin ortaya koyduğu yaklaşım değildir bugün söylediğim. Çünkü bugün mevcut adayların içerisinde “Tufan” diyorsam, yarın karşısına aday olarak da çıkabilirim. Arada yanlış yaparsa, onu en sert şekilde eleştirebilirim. Bundan hiçbir çekincem olmaz. Bu, mantığımla ortaya koyduğum bir destektir. O mantığa ters bir şey yaparsa da, aynı mantıkla karşısında durmayı da bilirim elbette. Öyle bir şey yapacağına da inanmıyorum.
Bu verdiğim destek partilere yönelik bir destek değil, partilerin duruşlarına ideolojilerine yönelik bir destek değil. Bireyin, temsiliyet kabiliyetine yönelik bir destektir. Mantığım budur, mantığım bana, “bir ay sonra yapılacak seçimlerde, doğru aday Tufan Erhürman’dır” diyor.