Bitmeyen Savaşın Hikayesi: Bireysel Bir Tanıklık (60)

Bitmeyen Savaşın Hikayesi: Bireysel Bir Tanıklık (60)

 

Niyazi Kızılyürek
niyazi@ucy.ac.cy

1998 yılı Kıbrıs Rum toplumunda seçim yılıydı. Kıbrıslı Rumlar 1964 yılından beri tek başlarına yönettikleri Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yeni cumhurbaşkanını seçmek üzere sandığa gideceklerdi. Hâlihazırda cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan Glafkos Kliridis’in yeniden aday olacağını açıklaması kimseyi şaşırtmamıştı. Cumhurbaşkanlığı esnasında Rusya’dan almayı düşündüğü S300 füzelerinden başka bir haber duyulmuyordu. Televizyon ekranlarında durmadan füzeler uçuşuyordu. Milliyetçi popülist bir yaklaşımla S300’leri Kıbrıs’a konuşlandıracağından söz ediyor, dünya kamuoyundan gelen tepkileri ciddiye almadığını söylüyordu. Pek çok insan Kliridis’in sözlerine kanıp S300’lerin Türkiye’yi dize getireceğine inanıyordu. Agresif politikalara herkesten daha meraklı olan “sosyalist” EDEK partisi füzelerin cazibesine kapılarak seçimlerde Kliridis’i desteklediğini açıklamıştı. Kliridis’i iktidardan uzaklaştırmak için uzunca bir süreden beri aday arayışında olan AKEL ise önceleri liberal eğilimli Marios İliadis’te karar kılmış ama sonra fikir değiştirerek dışişleri eski bakanlarından DİKO’lu Yorgos Yakovos’u adaylığa layık görmüştü.

AKEL’in çözüme açık biri olan Marios İliadis yerine son anda Yorgos Yakovos’a yönelmesinden bir grup aydın gibi ben de rahatsız oldum. AKEL-DİKO işbirliğinin Kıbrıs Sorununun çözümüne katkı sağlamadığını on yıllık Spiros Kiprianou döneminde yaşayarak görmüştük. AKEL’in “yurtsever demokratik güçler” olarak adlandırdığı DİKO ve EDEK ile ittifak kurması ve sağcı DİSİ partisini iktidardan uzak tutmayı her şeyden daha çok önemsemesi, federal çözüm arayışlarını sekteye uğratan bir yaklaşımdı. DİKO ve EDEK ne “yurtsever”, ne de “demokrat”tı. İki toplumun siyasi eşitliği temelinde federal bir devletin kurulmasına kesinlikle karşı çıkıyorlardı. Bu yöndeki görüşlerini belki açıkça dile getirmiyorlardı ama bütün edimleri bunu gösteriyordu. Bu tavırlarının elbette bir izahı vardı. “Makariosçu” olmakla bilinen bu partilerin kadroları, yıllarca Başpiskopos Makarios’un cübbesi altına saklanarak Kıbrıs Cumhuriyeti’nin nimetlerinden yararlanmışlardı. Süreç içinde kendilerine özgü mikro milliyetçi bir anlayış geliştirerek kendilerine Kıbrıs Cumhuriyetini “koruyup kollama” misyonu yüklemişlerdi. Ne tuhaftır ki, Kıbrıs Cumhuriyeti kurulduğu zaman Kıbrıs devletine en çok bu kesimler karşı çıkmıştı. Fakat Kıbrıslı Türklerin “devlet dışına” düştükleri 1964 yılından sonra “tek toplumlu Kıbrıs Cumhuriyetini” çok sevmişlerdi. “Kendileri için bir devlet” fikrini ve o devletin nimetlerini kendi aralarında paylaşmayı o kadar çok benimsemişlerdi ki, 1960’lı yıllarda Helen milliyetçiliği ve bu milliyetçiliğin tarihsel talebi olan Enosis şiarından koparak Neo-Kıbrıs Rum milliyetçiliğine yönelmişlerdi. Bir bakıma, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Les Enfants Gâté’lerini (şımartılmış çocuklarını) oluşturuyorlardı. 1974 yılında adanın bölünmesinden sonra Neo-Kıbrıs Rum milliyetçiliği daha da güçlenerek toplumun büyük bir kısmını yönlendiren başat ideoloji haline gelmişti. Bu ideolojinin taşıyıcılığını yapan kadrolar -bunlar özellikle DİKO ve EDEK’te yoğunlaşmıştı- Kıbrıslı Türklerle devlet iktidarını paylaşmaktansa bölünmüş bir ülkede Kıbrıs Cumhuriyeti devletini tek başlarına yönetmeyi tercih ediyorlardı. İşte AKEL’in “demokratik-yurtsever” dediği güçler gerçekte bunlardı ve bu güçlerle işbirliği yapmaktan rahatsızlık duymuyordu. Cumhuriyetin “şımarık çocukları” ile ittifaklar kuruyor, “Türk tarafı nasıl olsa çözüm istemiyor” diyerek de vicdanını rahatlatıyordu. Şimdi kalkmış, on yıllık Spiros Kiprianou deneyiminden sonra, sırf Glafkos Kliridis iktidardan gitsin diye DİKO ile seçim ittifakına girmeye hazırlanıyordu.

Bu politikayı desteklemem mümkün değildi. Nitekim AKEL’in tercihini tasvip etmediğimi çeşitli vesilelerle dile getirdim. Kuşkusuz, söylediklerim “Epagripnisi” olarak bilinen (“uyanık olmak” anlamına geliyor) ve her yerde kulağı olduğuna inanılan parti istihbaratının dikkatinden kaçmadı. Oy kullanmadığım için Kliridis’e sandık başında destek vermem söz konusu değildi. (Hiç bir seçim kütüğüne kayıtlı olmadığım için bugüne kadar hiç oy kullanmadım). Fakat AKEL’in tercihini eleştirmem parti “komiserlerinin” öfke-şimşeklerini üstüme yöneltmelerine yetmişti.

Seçimi az farkla Kliridis’in kazanması AKEL’de şok etkisi yaratmıştı. “Siyasi düşman” olarak gördükleri Kliridis ikinci dönem de cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturacaktı ve bu AKEL kadrolarının kaldırabileceği bir durum değildi. Özellikle DİSİ düşmanlığı üzerinden her seçimde iktidara oynamayı marifet haline getiren ve siyaseti sadece iktidar oyununa indirgeyen partinin “şahin” kanadı fena halde öfkeliydi. (Bu kesimler derhal Tassos Papadopoullos ile temas kuracak ve 2003 seçimlerine yatırım yapmaya başlayacaktı). Öfkelerinden ben de payımı alacaktım. Beni ”Kliridis’in Adamı” ilan edecek ve AKEL üyesi öğrencileri uyararak derslerime katılmamalarını tembihleyeceklerdi. Bazı öğrenciler AKEL’in etkili isimlerinden birinin kendilerine beni boykot etmelerini söylediğini aktardığında hiç şaşırmamıştım. Bu kişi ile aramız zaten hiç bir zaman iyi olmamıştı. Kıbrıslı Türklere yakınlık duymayan nadir AKEL yöneticilerden biri idi. Neo-Kıbrıs Rum milliyetçiliği ile emperyalizm karşıtlığını birbirine karıştırıyor, Glafkos Kliridis’i “NATO’nun Adamı” ilan ederken, Makariosçu milliyetçilerle işbirliğinin mimarlığını yapıyordu. Nitekim AKEL’in daha sonra Tassos Papadopoullos ile kuracağı “Faust-İttifakının” mimarlığını da bizzat o yapacaktı. Sözünü ettiğim kişi Nikos Katsouridis’ten başkası değildir. Uzun yıllar parti istihbaratına başkanlık eden ve 1960’lı yıllarda partinin varlığını sürdürmesi için Makarios’un kayıtsız şartsız desteklenmesi gerektiğine inanan Yannis Katsouridis’in oğlu… Siyasete “babasının oğlu”, yani, bir bakıma “prens” olarak adım atan Nikos Katsouridis, tıpkı babası gibi, bir yandan Sovyetler Birliği’ne körü körüne bağlılık sergilerken, diğer yandan da “solculuk” ve “anti-emperyalizm” adına partiyi Kıbrıs Rum toplumunun mikro-milliyetçi kesimleri ile işbirliği yapmaya sürükleyen kişilerin başında geliyordu. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra bütün işi gücü, DİSİ karşıtı kesimlerden adaylar bulup seçimi kazanmak için uğraşmaktı. Kıbrıs Sorununun çözümü hiçbir zaman gündeminde birinci maddede olmamıştı.  

Öğrenciler uyarılara aldırmayarak derslerimi almaya devam etseler de o tarihten sonra AKEL’cilerin şahsıma karşı her zamankinden daha mesafeli olduklarını hissediyordum. AKEL’in örgütlediği hiç bir konferansa davet edilmiyor, hiç bir panele çağrılmıyordum. Başka davetlere icabet ederek verdiğim konferanslara veya katıldığım panellere de AKEL çevrelerinden hiç kimse gelmiyordu. Bu hoş olmasa da pek şaşılacak bir durum değildi. AKEL’in Kıbrıslı Türklerle kurduğu ilişkilerin tarihine baktığımız zaman, “eşitler arası”, “yoldaşlar arası” bir ilişkiden çok, kendi politikalarına itiraz etmeyen “Makbul Türkler” aradığını görürüz. 1950’li yılların sonunda Kıbrıslı Türk solculara Enosis politikasını dayatmak istediği, 1960’ların başında Derviş Ali Kavazoğlu’nu Enosis politikasına destek vermek zorunda bıraktığı, 1974’ten sonra da Spiros Kiprianou’yu “anti-emperyalist” lider olarak tanıttığı ve bütün bunları Kıbrıslı Türk solcuların itirazsız kabul etmelerini beklediği bir vakıadır. Özellikle Katsouridisler, baba ve oğul, Kıbrıslı Türklere karşı oldukça mesafeliydiler. Bu biraz da önce Makarios’la, sonra da “Makariosçu Güçler” olarak adlandırılan milliyetçi Kıbrıslı Rumlarla kurdukları ittifakın bir gereğiydi. Kıbrıslı Türklerle yakınlaşmaktan çok, “Makariosçu Güçlerle” barışık olmayı önemsiyorlardı. Yakınlık gösterdikleri Kıbrıslı Türkler vardı elbette. Kendilerine biat eden Kıbrıslı Türkleri seviyorlardı. Kısacası, “Makbul Türk” arıyorlardı ve ben kesinlikle bu kategoriye giren biri değildim.

1999 yılına geldiğimizde Kıbrıs Avrupa Birliği üyeliğine doğru süratle ilerliyordu. Bu aynı zamanda ülkeyi barışın eşiğine sürükleyen bir yolculuk olacaktı. AKEL ise bir sonraki seçimleri kazanma hırsıyla Tassos Papadopoullos ile el altından temas kuruyordu. Bu “Şer İttifakının” mimarlığını yapan Nikos Katsouridis’ten başkası değildi…

Dergiler Haberleri