Murat OBENLER
Kıbrıslı sinemacılar Sylvia Nicholaides ve Nicholas Iordanou’nun kendileri için de bir meydan okuma olan tuz ile büyük zeminlere çalıştığı işler ile dünyaca tanınan Japon sanatçı Motoi Yamamoto’nun işleri ve bu işler üzerinden yaşamı-ölümü anlattıkları belgeselleri “Requiem in Salt” hakkında gösterimi de yapılan Selanik Film Festivali sırasında sohbet ettik.
“Yamamoto’nun işlerini çok seven iki kişiydik. Yaşadığı kayıplar sonrasında ölüm teması ile ilgili sanatsal çalışmalar yapma hikayesi bizlere çok dokundu”
Öncelikle Kıbrıs’ta bir ilk olduğunu düşündüğüm bu belgesel projesinin fikrinin nasıl oluştuğunu sormakla başlamak isterim. İki Kıbrıslı sinemacının Kıbrıs’tan Japonya’ya belgesel için gitmeleri bile kulağa ilginç geliyor.
Sylvia Nicholaides: Bizler daha önce Motoi Yamamoto’nun işlerini çok seven iki kişiydik. Dünyada çok bilinen ve birçok müzede ve galeride büyük işleri sergilenen ve işleri birçok sanatsevere dokunan bir sanatçıdır. Önce kız kardeşi sonra da eşinin vefatı ile onların kaybı sonrasında kayıp olmak, ölüm teması ile ilgilenmesi ve bunlarla ilgili sanatsal çalışmalar yapma hikayesi bizlere çok dokundu. Hiroşima’daki atom bombası sonrasında kurbanlar için yaptığı enstelasyon da çok etkili idi ve bizler kendisi ile ilgili belgesel fikrimizi Japan Foundation ile paylaştık. Japan Foundation tarafından dünya çapında seçilen 10 projeden birisi olduğumuz için kendimizi çok mutlu ve şanslı hissediyorduk.
“Biyografik bir yapım değil de daha şiirsel, daha felsefik ve sanatçı ile ortak yaratımla yapılan, sadece işler değil de tuzun Japon kültüründeki yeri ve önemini anlattık”
Bu Japonya’nın da sinema türünde Kıbrıs’la yaptığı ilk proje de olabilir.
Sylvia: Olabilir. Leventis Galeri’de Japon Büyükelçiliği için bir gösterim yaptık. Bizler Motoi Yamamoto ile bağlantıya geçerek böylesi bir belgesel çekmek istediğimizi ona söyledik,fikrini aldık. Bu filmin biyografik bir yapım değil de daha şiirsel, daha felsefik ve sanatçı ile ortak yaratımla yapılacak, sadece sanatçının işlerine değil de tuzun Japon kültüründeki yeri ve önemi üzerine olacağını kendisine aktardık. Japonya’da tuz çok büyük sembolik anlamları olan bir materyal. Cenazelerde vefat eden kişiyi temizlemek için kullanılan(katarsis), dinsel ritüel malzemesi (Shinto ritüeli-Sumo adlı gösteri ile), restoranlarda, evlerde kullanılan ve bazı dükkanların girişinde insanların ellerini temizlemeleri için bulunan bir malzeme. Tuzun Japon kültüründeki ritüelistik sebepleri belgesel ile Yamamoto üzerinden daha fazla insanlara anlatmak istedik.
“Yamamoto’nun sanatsal yaratıcılık yoluyla keder ile nasıl başa çıktığını görmek ve bu süreci insanlara göstermek bizim için çok değerliydi. Konu çok karanlık ama bununla güzel ve olumlu bir yolla başa çıkmayı başarmış”
Kişisel olarak yaşam, ölüm, ölümden sonraki yaşam gibi konularla ilgileniyor musunuz? Konunun salt bir tuzdan ibaret olmadığını düşünüyorum.
Nicholas Iordanou: Artist bu konularla ilgiliydi ve onun genç yaşta kız kardeşini kaybetmesi, eşini yine zamansız kaybetmesi, sanatçının 4 yaşında kendi başına yetiştirmesi gereken bir çocuğunun olması, tuzla ilgilenmesi ve çalışmalar yapması bizlerin Yamamoto’yu seçmemizdeki sebeplerdir. Bir de tamamen insani dediğimiz kavramın karşılığı olan ve hepimizin başından geçebilecek olan bir sevdiğimizin kaybı meselesi de be filmde vardır. Sevdiğimiz birisini kaybettikten sonraki süreç çok acı vericidir. Yamamoto’nun sanatsal yaratıcılık yoluyla bu keder ile nasıl başa çıktığını görmek ve bu süreci insanlara göstermek bizim için çok değerliydi. Konu çok karanlık ama kendisi bununla o kadar güzel ve olumlu bir yolla başa çıkmayı başarmış ve 4 yaşındaki çocuğuna da bunu olumlu şekilde yansıtmış ki etkilenmemek elde değil. Kayıp ile yeni yaşam kavramlarını harika birleştirdi. Tüm işleri ,ephemeral (efimeral) yani kısa sürelidir ve geçicidir. İnsan ölümlüdür, dünya da yok olacaktır.
Ölüm varsa yaşamdan dolayıdır veya tam tersidir de. O yüzden bu film yaşamı da bir şekilde selamlamadır, kutsamadır.
Sylvia: Yaşamı gün be gün tadını çıkararak yaşamalı insan. Bu karşılıklılığı (siyah-beyaz,ölüm-yaşam, karanlık- aydınlık, düşünerek filmimizi siyah-beyaz çektik. Filmimizi siyah beyaz çekmemizin arkasında bu felsefe yatıyor, sadece bir estetik meselesi değil.
“Ortak yapımcılık, araştırma, senaryo, çekim, ses, Görüntü yönetimi(sadece Nicholas), ortak editörlük yaptık. İki kişilik büyük bir ekip olduk”
Film yapım ekibinin neredeyse tümü bu masada yer alıyor. Düşük bütçeli bu filmin birçok alanında sizlerin imzası var değil mi?
Sylvia: Ortak yapımcılık, araştırma, senaryo, çekim, ses, Görüntü yönetimi(sadece Nicholas), ortak editörlük yaptık. Japan Foundation’dan bu desteği aldığımızda Covid dönemine denk geldi ve biz bu arayı daha iyi hazırlanarak (senaryo ve mekan,çekim çeşitlemeleri) geçirdim. Zaman bizim için olumlu bir unsura dönüştü. Japan Foundation, Institute of Contemporary Arts Kyoro (ICA), Kıbrıs Kültür Bakanlığı’na da destekleri için bir kez daha teşekkür etmek isteriz.
“Tek bir kişi gibi, tek bir beyin olarak düşünebilmemiz çok önemli”
Çekim süreçlerini nasıl paylaştınız?
Nicholas: Yapımda, çekimde, editte birlikteydik. Tabi ki herkes görevleri paylaştı ve ilerledik. Sylvia’nın benden daha fazla iş yaptığını söyleyebilirim. Tabi 13-14 yıllık birliktelik sonrasında birbirimizin çalışma anlayışlarını bilerek bunu ortak bir yöntemde buluşturmamız, aynı çalışma sistemleri, estetik ve düşünce anlayışlarına sahip olmamız, hayatı paylaşmamız bizim daha ekip olarak çalışmamızdaki nedenlerdir.
Sylvia: Tek bir kişi gibi, tek bir beyin olarak düşünebilmemiz çok önemli. Teknik olarak da tabi ki ilk olarak sanatçı ile e-mail üzerinden iletişime geçtik. Kendisine hem önceki işlerimizi gönderdik hem de iki ünlü olmayan Kıbrıslı sinemacı olarak kendisi ile ilgili fikrimizi paylaştık. Saygı duyduk, sevgi duyduk, ruhen hissettik ve bunu da karşıya geçirdiğimizi düşünüyorum. Bizi hiç bilmeyen birisine bunları geçirmek ve onu filme almak bizim için inanılmaz güzel bir şey oldu.
Nicholas: 16 dakikalık bir belgesel yaptık. Çekimlerimizin yüzde 90’ı filmde yer almıyor. Filmimizin sıkıcı da olmamasına, çok iniş-çıkışlı olmamasına ve insanları konuya odaklamasına önem verdik. Gösterimden sonra bize insanlar gelerek keşke daha fazla olsaydı dediklerinde bunu bir iltifat olarak aldık. Biz sadece artisti anlatmak değil, daha derin anlamda yaşam-ölüm temalarının varlığını anlatmak istedik. Bizim için Motoi Yamamoto ve onun sanatı anlatmak istediklerimizin (daha evrensel şeyler) bir aracı oldu.
“Aramızda bir çekim gücü oluştu. Yamamoto’nun arkadaşları arasında olduğumuzu hissetmekten ve bu belgeseli yapmaktan dolayı gurur duyuyoruz”
Ben sizlerin dünyaya bakışı ile sanatçının dünyaya bakışı, hayatı anlama biçimi arasında da büyük benzerlikler olduğunu düşünüyorum. Aksi durumda Kıbrıs’tan Japonya’ya bir sanatçının peşine düşmek çılgınlık değil mi?
Nicholas: Evet bir çekim gücü oluştu. Bir önceki belgeselimiz Amalgation’daki sanatçılarla da böyle olmuştu. Bizim için belgeselden çok daha fazlası idi ve bu yolculuk bizlere bazı şeyleri anlatmanın kapısını açtı. Kurmacadan farklı olarak belgeselde hep gözleriniz açık olmalı, atmosferdeki her şeyi anında hissetmeli, duymalı ve kapabilmelisiniz(tekrarı olmayabilir). Bir aydan fazla Japonya’da kalarak (6 farklı şehre gittik) oradaki yaşamı, kültürü, sanatçının yaşamını daha yakından gözlemleme fırsatı bulduk. Filmde sanatçı yanı sıra Yamamoto’nun işlerini çok iyi bilen Japon sanatçı Chiaki Kamikawa ve tuzun Japon kültüründeki yerini ve önemini anlatan Sumile hanımı seçtik. Motoi’nin bizlere güvenebilmesi için biz de kendimizi ona yüz yüze de anlattık, sofrasına oturup kızıyla birlikte yemek yedik, günlük yaşamını da gözlemledik. Şu anda Motoi Yamamoto’nun arkadaşları arasında olduğumuzu hissetmekten ve bu belgeseli yapmaktan dolayı gurur duyuyoruz.
Bu tuzdan yapılan enstelasyon çalışmalarının bitiminde tuzların denize akıtılması süreci de çok önemli. Bir şekilde büyük döngünün bir safhasının hayata geçmesi gibi.
Sylvia: İşler hep kısa dönemli oluyor. Bu büyük enselasyonları görmeye gelen tüm topluluklarla beraber tuz denize akıtılıyor. Bu toplu bir seremoni olarak yer alıyor. Fukugawa akvaryumundan aldığımız görüntülerle de bu deniz altı hayatını yansıttık.
“Süreçleri ilk insanlığımıza sonra da sinemacılığımıza kattıklarıyla değerlendiriyoruz. Motoi bizim bu hayalimizi gerçekleştirmekte ortak yaratıcımız oldu. Onun aynası üzerinden biz hayallerimizi insanlarla paylaşıyoruz”
Bu belgesel süreci sizin kişisel ve sanatsal yaşamınıza neler kattı? Nasıl bir deneyim oldu?
Sylvia: Her film bizim için bir öğrenme sürecidir. Biz bu süreçleri ilk insanlığımıza sonra da sinemacılığımıza kattıkları olarak değerlendiriyoruz. Önce bizlere ne katar filmler. Bu filmde Japonya’yı gördük, tanıdık, derin kültürünü, zengin tarihi mirasını daha yakından anladık. Öncelikle çok özel ve müthiş bir insan olan Motoi Yamamoto ile tanıştık, arkadaş olduk. Sinemacı olarak Japonya’ya gidip film çekmek bizim için bir meydan okumaydı. Bunu yapabileceğimizi gördük.
Nicholas: Belgesel süreçlerini umutlarımızla, acılarımızla, öğrendiklerimizle, ürettiklerimizle kabul ediyoruz. Hikayeler vasıtasıyla hayallerimizi gerçeğe dönüştürüyoruz. Motoi bizim bu hayalimizi gerçekleştirmekte ortak yaratıcımız oldu. Onun aynası üzerinden biz hayallerimizi insanlarla paylaşıyoruz. Didaktik de olmadık, doğal olsun, bir enerji paylaşımı şeklinde aksın istedik. Enerjilerimiz de tuttu ve ilerledik.
Japonya’da yeni bir film çekme fikriniz var mı?
Sylvia: Kesinlikle var, orada çok güzel insanlar tanıdık, çok derin bir kültürle tanıştık ve yakın bir gelecekte olmasa da kesinlikle aklımızın bir yerinde olacak.
“İşi de yaptık ama işten fazlasını da aldık, öğrendik, aydınlandık. Bizim için sihirli bir süreçti. Çok duygusal bir süreç oldu”
Yamomoto filmin sonunda “kelimelerle anlatamadığım fikirleri, duyguları sanatsal işlerimle insanlara aktarıyorum” diyordu. Sizin de benzeri bir durum var sanırım.
Nicholas: Kesinlikle. Bizim için bu deneyim,özellikle de bu müthiş sanatçı ile zaman geçirmek çok değerli idi. İşi de yaptık ama işten fazlasını da aldık, öğrendik, aydınlandık. Bizim için sihirli bir süreçti. Çok duygusal bir süreç oldu. Sanatçıya da bizim enerjimizin geçtiğini düşünüyoruz. Üçümüz için de benzersiz bir deneyim oldu.
Filmin festival süreçleri de iyi gidiyor gördüğüm kadarıyla…
Sylvia: 2024’de Kıbrıs Kısa Film Festivali’nde başladık ve orada en iyi yönetmen ödülünü kazandık. Tampere Film Festivali’ne katıldık. Japonya’da Tapora Film Fest. filmimiz gösterildi ve en iyi belgesel ödülünü kazandı. Sonrasında Drama Kısa Film Festivali’nde ödül aldı, son olarak Selanik Film Festivali’nde gösterilmesi çok önemli. Polonya’da On Art FF’nde gösterilecek (ülkeyi dolaşacak). Başka festivallerden de davet bekliyoruz. Yamamoto’nun işlerini daha çok insana ulaştırmak istiyoruz. Festival sürecimiz çok iyi gidiyor.