“Bir şişenin içinden belleğimizi çıkardım”

“Her nesnenin bir hikâyesi vardır,” diyor görsel iletişim tasarımcısı ve sanatçı Senih Çavuşoğlu. Yıllar boyunca biriktirdiği bu hikâyeler, kişisel toplayıcılık serüveninden doğan bir arşiv çalışmasına dönüşerek, Şişedeki Bellek ismiyle kitapta buluştu.

“Her nesnenin bir hikâyesi vardır,” diyor görsel iletişim tasarımcısı ve sanatçı Senih Çavuşoğlu. Yıllar boyunca biriktirdiği bu hikâyeler, kişisel toplayıcılık serüveninden doğan bir arşiv çalışmasına dönüşerek, Şişedeki Bellek ismiyle bir kitapta buluştu.

Eski bir şişe kapağı, kırık bir cam şişe, bir gazete küpürü… Hepsi Kıbrıs Türk toplumunun üretim tarihinden bir iz taşıyor aslında. Çavuşoğlu’nun bu projesi, geçmişi belgelemekten öte, geçmişle bugünü yeniden ilişkilendirmek üzerine bir hatırlama pratiği sunuyor okurlarına.

Çavuşoğlu ayrıca, gelecekte bir bellek müzesi kurma hedefiyle, bireysel koleksiyonunu kamusal bir hafıza alanına dönüştürmek de istiyor.

“Hiçbir şey için umutsuz değilim,” diyor Senih Çavuşoğlu, umutsuzluğu bir başlangıç noktası kabul ederek.  Babasından aldığı ilhamla yıllar önce toplayıcılığa başlıyor. Yokluk içinden bir belleği, bir kültürü, bir hikâyeyi yeniden hayata döndürmeye çabalıyor.

“Babamdan bana geçen bir alışkanlıkla, yıllardır pek çok eşya biriktiriyorum. Kıbrıslı Türklere ait etnografik eserleri topladığımı söyleyebilirim. Gündelik yaşamdan, kültürel pratiklerden, toplumsal ilişkilerden ve genel olarak kültürel yapımızdan yola çıkarak eşyalar topluyor, gözlemler yapıyor, mülakatlar gerçekleştiriyor ve belgeler inceliyorum. İngiliz döneminden kalma bozuk paralar, pullar, zarflar, sandıklar ve çeşitli eşyalarla başlayan bu hikâye, gazoz şişelerine duyduğum ilgiyle yeni bir yön kazandı.”

Sanatçının özellikle gazoz şilelerine olan merakı ise yırmı yıl öncesine dek uzanıyor.

“2004 yılında geçişlerin yeni başladığı dönemde, Kıbrıslı Rum seramik sanatçısı bir arkadaşımın atölyesinde bulduğum Ferah Kola ve Zehra Oğuz gazoz şişeleri her şeyin başlangıç noktası oldu. Zihnimde bir anda bu fikir canlandı ve uzun soluklu bir araştırmaya giriştim. İlk olarak gazoz şişelerini toplamaya başladım; ardından gazete kupürleri üzerinden yıllara yayılan bir araştırma yürüttüm. Zamanla bu şişelerin üreticilerini bulmaya yöneldim ve kendimi kaynağı belirsiz ama büyüleyici bir maceranın içinde buldum. Alanı sınırlamak adına yalnızca Kıbrıslı Türklerin gazozlarını araştırmaya karar verdim. Başlangıçta çok az sayıda markamız olduğunu sanıyordum; ancak zamanla ondan fazla gazoz markasına ulaştım.”

“Her yeni bilgi, başka döneme, başka hikâyeye gidiyor”

İlk anda birkaç eski gazoz şişesiyle başlayan bu çalışma çok daha derin bir hikâyeye uzanıyor; Kıbrıslı Türklerin üretim geleneğine, gündelik yaşamına ve geçmişle kurduğu bağına kadar.

“Gazoz tarihimizin Hüseyin Kudrafalı ile başladığını düşünüyordum,” diyor Çavuşoğlu,“Ancak araştırmaya devam ettikçe, metal kapaklı gazozlardan önce cam bilye kapaklı gazozların üretildiğini fark ettim. Yani aslında bu çalışmayla Kıbrıslı Türklere ait bir üretim tarihinden söz ediyoruz. Her yeni bilgi beni başka bir döneme, başka bir hikâyeye götürüyor. Bulamadığım eski şişeleri görsel olarak yeniden canlandırıyorum. Böylece yalnızca nesneleri değil, bir dönemin üretim kültürünü de görünür kılmaya çalışıyorum. Araştırdıkça ilk bulgular değişiyor, tarih sürekli genişliyor.”

“Sosyal ve kültürel tarihimizin de izini sürdüm”

Gazoz şişelerinden yola çıkıp üreticilerin hikâyelerine uzanan, her sayfası titizlikle tasarlanmış bu kitap, bir toplumun üretim belleğini yeniden görünür kılıyor. Sayfaları çevirdikçe, unutmanın mı yoksa hatırlamanın mı daha zor olduğunu düşünmeden edemiyor insan. “Tüm çabam bu tarihi gün yüzüne çıkarmaktı,” diyor Senih Çavuşoğlu. “Elbette, tüm bunları hatırlamak bazen ağır geliyor. Çünkü üretimden koparılmış bir toplumdan söz ediyoruz” diyerek devam ediyor. “Araştırmalarım boyunca yalnızca gazozların değil, sosyal ve kültürel tarihimizin de izini sürdüm. Telefonun bile olmadığı bir dönemde, Amerika’yla mektuplaşarak konsantre ürünler getiren, Avrupa’nın farklı noktalarında şişe ürettirip adaya taşıyan bir toplumdan bahsediyoruz. O günlerin imkânsızlıklarına rağmen kendi markalarını yaratma isteği, kendi formüllerini geliştirme arzusu insanlarımızı bugünlere taşıdı. Kitapta yalnızca bu üretim hikâyelerini değil, dönemin milliyetçi ruhunu ve Türkten Türke kampanyalarının yarattığı atmosferi de tüm detaylarıyla anlatmaya çalıştım.”

“Benim için en ilginç Taksim Gazozu’nun hikâyesiydi”

Şişedeki Bellek’te on iki farklı gazoz markasının hikâyesine, bu markaların ardındaki insanların emeğine de yer veriliyor. Çavuşoğlu’nun en çok etkilendiği hikâye ise…

“Tüm bu araştırmaları yaparken, gerçekleştirdiğim röportajlarda birbirinden ilginç hikâyelerle karşılaştım,  benim için en ilginç olan, Taksim Gazozu’nun hikâyesiydi. Kitabın kapağında da bu markaya yer verdim. O dönem, Türkten Türke kampanyalarının doruğa ulaştığı, Taksim politikalarının sıkça konuşulduğu yıllardı. Taksim Kola’nın hikâyesi aslında kısa sürdü; çünkü tam bu süreçte Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuştu. Ama her şey, dört arkadaşın Mağusa sahilinde ‘neden bir Türk kolamız yok’ sorusuyla başladı. O an bu işe girmeye karar veriyorlar.”

Çavuşoğlu’na göre sadece Taksim Kola değil tabii, Süper Cola’nın hikâyesi de en az onun kadar ilginç:

“Bugün hâlâ üretimi devam eden tek yerli markamız Süper Cola. Ayrıca Tevfik Fikret’in gazoz fabrikasının Türk Mukavemet Teşkilatı tarafından kapatılması, üreticinin darp edilmesi gibi olaylar da dönemin siyasi atmosferini yansıtıyor. Bir başka dikkat çekici hikâye ise Zehra Oğuz Gazozu. Oğuz’un Baf’ta, kadın bir üretici olarak bu işe girişmesi çok önemli,” diyor Çavuşoğlu. “Onun hikâyesi, Kıbrıslı Rum babasıyla birlikte başlıyor. Hatta Baflılar hâlâ onu ‘gazozcu Yannis’in kızı’ olarak hatırlıyor.”

“Objelerin bir müzede hayat bulmasını istiyorum”

Şişedeki Bellek’i okumak, gazoz şişelerinin fotoğraflarına bakmak ve geçmişi düşünmek bana Orhan Pamuk’un Çukurcuma’daki, kitabıyla aynı adı taşıyan müzesini hatırlattı. Pamuk, bir aşk hikâyesi üzerine inşa ettiği bu romanı gerçek bir yaşamdan esinlenerek kaleme almış, ardından bu hikâyenin geçtiği evde, romanda yer alan objeleri sergileyerek aynı isimde bir müze Tıpkı Masumiyet Müzesi gibi, Şişedeki Bellek de kişisel bir birikimden yola çıkıp kolektif bir belleğe dönüşebilir diye düşünüyorum.

“Kıbrıslı Türklerin ürettiği alkollü içeceklerle ilgili topladığım şişeler de var. Aslında yalnızca içeceklerle değil, Kıbrıslı Türklerin ürettiği pek çok şeyle ilgili birikimim bulunuyor: dikiş makineleri, kibrit kutuları, şampuan şişeleri, kolonyalar, tahta buzdolapları... Zamanla tüm bu objelerin evde birikmesinden öte, küçük bir müzede hayat bulmasını istiyorum. Belki de adına Kıbrıslı Türklerin Üretim Tarihi Müzesi diyebiliriz. Çünkü ziyaret ettiğimiz müzeler bize ilham verir; ürettiklerimizi yeniden hatırlamak ve yeni nesillerin bunları öğrenmesi açısından çok kıymetli.Lefkoşa Surlariçi’nde bu yönde projelerim var. Son olarak “sanat insanı hayatta tutuyor,” diyor gülümseyerek, “benim işim sanat ve tasarım. Onu yapmaya, üretmeye devam edeceğim.”

Röportaj Haberleri