Bir Savaş Taktiği Olarak Tecavüz

Bir Savaş Taktiği Olarak Tecavüz

 

Çiçek Göçkün Bayramoğlu
cicek.gockun@gmail.com

“Tecavüz her zaman bir işkencedir”
- Manfred Nowak, (BM İşkence veya diğer insanlık dışı, küçük düşürücü ve zalimane muamele Özel Raportörü) 

Bireysel bağlamda gerçekleştirilen tecavüz eylemi ya da cinsel içerikli saldırı, sanıldığının aksine tecavüzcü ya da saldırganın cinsel ihtiyaç ve dürtüleri ile alakalı değildir. Hareketin gerçekleşmesindeki en büyük psikolojik motivasyon, kurbanın üzerinde tahakküm kurulabilecek bir varlık olduğuna inanmaktır. Bu varlığı kontrol edebilmek ve üzerinde güç ispatı yapabilmek için tecavüzcü, cinsel şiddet uygulama hakkını kendinde görmektedir. Bunun temel nedenlerinden biri, failin içinde yetiştiği patriarkal toplumun ona kadının üzerinde hâkimiyet kurması gerektiğini ve cinsel içerikli saldırının da bunun bir taktiği olduğunu öğretmesidir. Bu bağlamdan hareketle savaş veya çatışma sırasında yaşanan tecavüz de tecavüzcünün cinsel dürtüleriyle ya da uzun süre savaş sahasında cinsel ihtiyaçlarını karşılayamıyor olmasıyla açıklanamayacak kadar ciddi bir meseledir. 

Çatışma bağlamında tecavüz bir savaş taktiği ve silahı olarak kullanılmaktadır. Savaş taktiği olarak tecavüz “aşağılamak, hâkimiyet kurmak, korku aşılamak, bir topluluk ya da etnik grubu dağıtmak ya da zorla yerinden etmek” amacıyla kullanılmaktadır.  Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 2008 yılında aldığı 1820 No’lu karar ile tecavüz ve cinsel içerikli saldırının bir savaş silahı olarak kullanıldığı resmen kabul etmiş ve tüm üye devletleri bunu engelleme ve gerçekleşmesi hâlinde ise sorumluları yargılama ve cezalandırmaya teşvik etmeye çalışmıştır.

Tecavüzün savaş bağlamında bir taktik ve silah olarak kullanılmasındaki sosyolojik sebep ise ulus ya da etnik grup gibi eril kimlik tasarlayıcıları tarafından inşa edilmiş veya ‘hayal edilmiş’ kimliklerin devamlılığı ve ‘ulusal onuru’ kadının sırf doğurganlık özelliğinden ötürü kadın bedenine yüklenmiş olmasıdır. Dolayısıyla bireysel tecavüz kadının beden bütünlüğüne yapılan bir saldırıyken, savaş tecavüzü kadının kendi isteği dışında kendisine verilmiş ulusu temsil etme ve ‘onurunu’ taşıma görevinden ötürü o grubun bütünlüğü ve onuruna karşı yapılan bir saldırı hâlini alır. Çoğu vakada düşman askerleri tarafından tecavüze uğrayan kadınların hamile kalması durumunda yine düşman askerleri tarafından çocuğunu doğurmaya zorlandığı bilinmektedir. Böylece kadının temsil ettiği etnik grup ya da ulusun devamlılığını sekteye uğratmış olacaklardır.

Tecavüzün bir savaş taktiği olarak kullanılması konusunda tartışmaları cesurca açan ve bu konuda sorumluların ceza almasını sağlayan kurumlar, Uluslararası Yugoslav  ve Rwanda Ceza Mahkemeleridir. Bu mahkemeler eski Yugoslav topraklarında ve Rwanda’da yaşanan iç çatışma süresince kadınların karşılaştıkları tecavüz ve diğer cinsel saldırı olaylarını basit cinsel suçlar olarak değil uluslararası suçlar dediğimiz savaş suçu, insanlık suçu ve soykırım suçu bağlamında yargılamış ve hukuk literatürüne tecavüzün sistematik olarak bir sivil topluluğa karşı uygulanması neticesinde insanlık suçu, askerler tarafından emir komuta zinciri içerisinde uygulanması neticesinde bir savaş suçu ve hatta diğer gerekli unsurlar oluşması hâlinde ise soykırım dahi sayılabileceği yönünde kararlar vermişlerdir.  2002 yılında aktifleştirilen ve bu tarihten itibaren işlenebilecek tüm savaş suçları, insanlık suçları ve soykırım suçları ile ilgili kalıcı bir mahkeme olan Uluslararası Ceza Mahkemesi kuruluş sözleşmesi, tecavüzü tek başına bir suç olarak tanımlamıştır ve unsurlarına bağlı olarak bir savaş suçu ya da insanlık suçu olarak soruşturulabileceğini söylemektedir.

1990’ların ve 2000’lerin başında gerçekleşen bu hukuki gelişmelere rağmen bir savaş taktiği olarak tecavüz hâlâ kullanılmakta ve birçok ülkede kadınları tehdit etmeye devam etmektedir. Sudan askerlerinin Darfur bölgesinde Arap olmayan kadınlara karşı, IŞID militanlarının kendi taraflarında olmayan Müslüman veya gayrimüslim kadınlara karşı, Suriye’de hem ordu askerlerinin hem de hükümet karşıtı direnişçilerin karşı tarafa mensup addettikleri kadınlara karşı tecavüzü bir savaş silahı olarak kullandıkları, çeşitli insan hakları örgütleri tarafından sürekli raporlandırılmaktadır.

Peki ya bizim ülkemizde durum nedir? Maalesef Kıbrıs’ta geçmişle yüzleşme konusunda gerek hukuki gerekse sosyo-politik yönden zayıf kaldığımızdan, bu konu da konuşulmaması gereken tabular arasında yerini almaktadır. Hatta o kadar gizli saklı kalmasını isteriz ki, bu konuyu gündeme taşımak isteyen bir milletvekiline topluca saldırırız. Hâlbuki Sevgül Uludağ’ın çalışmalarından bilebildiğimiz kadarıyla sistematik tecavüz Kıbrıslı kadınların da yaşadığı bir mağduriyettir.

Ancak 40 yıldır hâlâ cinsel saldırıya uğrayan kadının değil de saldırganın suçlu olduğu fikrini bile sindirememiş ulus ve namus bekçileri, hayal edilmiş uluslarına mensup kadınların tecavüze uğramış olduğu gerçeği ile karşılaşınca kısa devre yapmakta ve “error” vermektedirler. Geçmişimizle yüzleşemediğimiz, suçluları tespit edip gerektiği şekilde cezalandırmadığımız ve adalet dediğimiz kavramı tüm yönleri ile sindiremediğimiz sürece, bu gibi ağır saldırıların kadınların başına yeniden gelmesini nasıl önleyeceğiz?

 

(Not: Bu konu ile ilgili çarpıcı edebi bir eser okumak isteyen olursa diye Slavenka Drakulic’in S. A Novel about the Balkans kitabını tavsiye ederim. Türkçe çevirisi henüz yok maalesef.)

------------------------------------------------

i.http://www.ohchr.org/en/newsevents/pages/rapeweaponwar.aspx.
ii.International Criminal Tribunal for Yugoslavia (ICTY) ve International Criminal Tribunal for Rwanda (ICTR).
iii.ICTY Furundžija (1998) ve Kunarac(2002) davaları, ICTR Akeyasu(1998) ve Musema (2000)  davaları.
iv. 1998 Rome Statute of the International Criminal Court.

Dergiler Haberleri