Ben “Biz”im Katır Olabilme İhtimalimizi Sevdim!

Ben “Biz”im Katır Olabilme İhtimalimizi Sevdim!

 


Meltem Hamit
meltemhamit@yahoo.com

Egemenin nüktedanlıkta şöhreti afakı tutan Bakanı Egemen Bağış’ın Kıbrıslıları katıra benzettiği son “espirili” yaklaşımı doğal olarak oldukça tartışıldı, eleştirildi ve benzetmesine de çeşitli çevrelerce ziyadesiyle karşılık verildi. Gerek katırlık mertbesi, gerekse evil çift ve ebeveynler gibi çeşitli teşbih olduğunu iddia eden saptırmalarla bezeli açıklama konusunda yeterince karşı açıklama yapıldığından ve de haklı eleştiri yazıları yazıldığından dolayı konunun ayrıntılarına girmeyeceğim. Ancak işbu katırlık mevzusunun beni başka alemlere saldığını ve “biz”im katır olma ihtimalimizi sevdiğimi itiraf etmeliyim.

Hepimizin malumu, Kıbrıs coğrafyasında eşek dört ayaklı binek hayvanından fazlasını temsil edegelmiş; Karpaz’da haftasonu kaçamağı fotoğraflarının bir objesi, turizm broşürlerimizin vargeçilmez öğesi; evcilleşmemiş özgürlüğün dört ayakta vücuda gelmiş biçimi, ve tabii merhum cumhurbaşkanı R.R Denktaş’ın söyleminde vuku bulduğu biçimiyle Türk milliyetçiliğinin adada Kıbrıslı olabilmesi için izin verdiği yegane nüfus gibi yan anlamları da barındırmakta sevgili eşecikler.  Oysa katır, bildiğim kadarıyla bugüne kadar siyasi literatürümüzde eşeğin ehemmiyeti ve popülaritesinden nasibini alamadı. Egemen Bağış, açıklamasıyla katır ve eşek arasındaki bu eşitsizliği bir nebze olsun  gidermiş oldu, eyvallah…

Gelelim şu katır meselesinin uyandırdığı çağrışımlara. “Equus Mulus” ya da namı değer katır, bilindiği üzere erkek eşek ile dişi atın  çiftleşmesiyle meydana gelen ve çoğu kez de kısır olan melez bir hayvandır. Diğer bir deyişle, saf değildir, “kusurlu”dur,  tuhaftır ve hayvanlar aleminin marjinallerindendir, bu da yetmezmiş gibi inadıyla da nam salmıştır! Durum buyken, Kıbrıslıların eşekle değil de katırla ilintilendirilmesi hoşuma gitmedi diyemem.

Kısaca değimek gerekirse, Kıbrıs’taki Türk ve Elen milliyetçiliğine karşı oluşan gerek politik gerekse gündelik anlatı ve söylemlerdeki Kıbrıslılık kimliğinin alt metninin de pek masum olmadığını hatırlamak gereklidir. Verili koşullarda baskın haliyle Kıbrıslı kimliği, adada yaşayan Kıbrıslı Türk ve Rumların ortak kültür, tarih ve geçmişine atıfta bulunup iki toplumu kapsayıcı özelliğe sahip olsa da yerellik, yerlilik ve “Kıbrıslı” ana ve babadan doğarak edinilen bir orijinallik arayışından sıyrılmış değildir; bu yüzden de adada yaşam gailesini sürdüren ve yukarıda sözünü ettiğim anlamda “Kıbrıslı” olmayan çeşitli toplumsal grupları yok sayarak ya da dışlayarak kendini tanımlamaktadır. Diğer bir deyişle, baskın haliyle Kıbrıslı kimliği iki cemaati kapsasa da hala saflık ideolojisinden nasibini almaktadır ve aynı anda birkaç bağlama ait olan, bu sebeple de tek bir tanım ve özel bir kökene ait olmayan, birbirine bağlı farklı tarih, deneyim, tutum ve kültürlerin ürünü olma anlamında melez konumlanmaya henüz açılamamıştır. Bu iddiayı destekleyecek birçok örnek saymak mümkün olmakla birlikte, sanırım Şener Levent’in 29 Kasım 2011 tarihinde Afrika Gazetesi’nde yer alan “Bizi Saymayın” köşe yazısı mevzubahis Kıbrıslı kimliğinin  çağrıştırdığı “biz”in tipik örneği olarak verilebilir

(http://www.afrikagazetesi.net/Afrika-Arsiv/Arsiv%202011/Kasim2011/29kasim2011.pdf). Dahası, bu haliyle Kıbrıslı kimliği üzerinden giden söylem, adada yaşayan ve iktidar ilişkilerinden nasibini almış çeşitli dezavantajlı, marjinalleştirilmiş kesimlerin ada coğrafyasındaki iktidar ilişkilerinden kaynaklı ortak dertlerini yalnızca Türk ve Elen milliyetçiliği parametresi çerçevesinde değerlendirmeye eğilimlidir ve bu haliyle kaldığı sürece farklı öznelerin çapraşık dertlerininin mücadele alanını oluşturacak ortak çatıyı kurmaktan uzak kalmaktadır. Öte yandan “biz”im ihtiyacımız melez öznelliklerin, katır gibi inatla mücadele etmesinde çimento vazifesi görecek bir zeminin kurulmasıdır.

İşte bu yüzden ben, milliyetçi, rantçı, ataerkil yapıya, toplum mühendislerine, eşek analar ve at babalara karşı bir arada, inatla mücadele edecek, Kıbrıs coğrafyasıyla bir şekilde ilişkilenmiş ama orijinallik derdi olmayan, marjinalleştirilmiş, kadın, LGBT, göçmen, mülteci, işci, engelli ve daha birçok farklı öznelliklerin karmaşık biraradalığından kurulmuş  “biz”im, katır olabilme ihtimalimizi sevdim!

Yazıma, Stuart Hall’un Raymond Williams’ı Anma Konuşması’nda Salman Rüşdü’nün Düşsel Yurtlar’ından yaptığı alıntılayı yineleyerek son vermenin yerinde olacağını düşünüyorum: “Şeytan Ayetleri, insanların, kültürlerin, fikirlerin, politikanın, filmlerin, şarkıların yeni ve umulmadık kombinasyonlarından doğan dönüşümü, melezliği, saf olmayışı, birbirine karışmışlığı ilan eder. Melezleştirmeden hazeder ve saflığın mutlakiyetinden korkar. Mèlange (harman -ç.n.), türlü, biraz ondan biraz bundan; dünyaya yenilik böyle girer. Dünyayı yaratan, büyük bir olasılıkla kitlesel göçlerdir ve ben bu dünyayı kucaklamaya çalıştım. Şeytan Ayetleri, birbirinin içinde erimeyle ve birbirine karışmayla doğan değişime adanmıştır. Melez şahsiyetlerimize söylenmiş bir aşk şarkısıdır” (Stuart Hall’un 6 Haziran 1992 günü Cardiff’te yaptığı Raymond Williams’ı Anma Konuşması. New Statesmen’in Temmuz 1992, http://www.birikimdergisi.com/Birikim/dergiyazi.aspx?did=1&dsid=44&dyid=1415&yazi=Melez+%EF%BF%BDahsiyetlerimiz).

Son not: Katır olmak hicap duyulacak birşey değildir; insan, katırdan çok daha vahşi bir hayvandır.

Dergiler Haberleri