AYLA ALGAN; “BURANIN İNSANI BAŞKA BİR İNSAN, BATILI”

“Artık özerk olmak istiyor, hakkıdır da. Buranın insanı başka bir insan. Batıya daha yakın. Kıbrıs Türkiye’nin doğusu değil ki. Deniz kenarında yaşayan, Akdeniz insanı. Mavi görüyor hayatı, optimist, Batılı… "

 

Simge Çerkezoğlu

Türkiye’nin en değerli, bilgili, yetenekli ve tecrübeli sanatçılarından Ayla Algan geçtiğimiz günlerde bir söyleşi için Yakın Doğu Üniversitesi’nin konuğuydu… Bu etkinliği fırsat bilerek, Ayla Algan’la bilgisiyle, eğitimiyle, tecrübeleriyle bitmesini hiç istemediğim bir sohbet gerçekleştirdik. Gerek sanatsal gerekse siyasi anlamda bir tarihe şahitlik etmişti. Kıbrıs’ın kendisi için özel bir yere sahip olduğunu söyleyen sanatçı, önümüzdeki günlerde  açmayı planladığı oyunculuk kursuna ilişkin bilgi de verdi.       

 

“YALNIZ GEÇEN ÇOCUKLUĞUMDA KENDİME BAŞKA DÜNYALAR YARATIRDIM”

İlk kez 1961 yılında sahneye çıkan sanatçı Ayla Algan, neredeyse 60 yıldır devam eden oyunculuk ile tiyatro aşkını anlatıyor. Ressam bir annenin ve Girit göçmeni bir tüccarın kızı olarak, yaratıcılığının çocuklukta başladığını, aldığı batı tarzı eğitimin ona çok farklı bakış açıları kazandırdığı söylüyor.    

“Çok güzel bir çocukluğum oldu ama çalışan ebeveynlerin tek çocuğuydum, çoğunlukla da yalnızdım. Çok iyi olanaklara sahiptim, mesela piyano çalar, dans ederdim ancak bunları yaparken de yalnızdım. Bundan dolayı çocukken sürekli bir şeyler uydururdum. Annemin elbiselerini dolaptan indirir,  giyer ve onlardan kendime başka dünyalar,  karakterler yaratırdım. Ortaokulu Notre Dame de Sion’da okudum, Fransız dilinde eğitim aldım. Daha sonra liseye de Fransa’da devam ettim. Eşim Beklan Algan’la da orada tanıştık. Liseden sonra evlendik. Bu kez de birlikte Amerika’ya gittik. Ben İngiliz filolojisi, eşim de maden mühendisliği okuyacaktı. Fakat bir süre sonra New York Actors' Repertory Theatre'da tiyatro öğrenimi görmeye başladık. Böylece tiyatroya başladık. Joshua Logan, Elia Kazan, bir de Lee Strasberg hocalarımızdı. Marlon Brando başta olmak üzere Montgomery Clift, Julie Harris, Eli Wallach, Karl Malden ve daha nice aktörler de burada eğitim almıştı. Marlon Brando ve Marilyn Monreo bizden önce eğitimlerini tamamlamıştı ama zaman zaman gelir, bir tipten bir tipe geçmek, bizim tabirimizle alt benlerini temizlemek için çalışırlardı. Actor’s Studio vakıf gibi bir yerdi. Bize inanılmaz tecrübeler kattı.”

“KAMERA EĞİTİMİ VERİYORUM TİYATROYA HİÇ BENZEMİYOR”

Uzun zamandan bu yana oyunculuk eğitimi ve Yaratıcı Drama dersleri veren, gençlerle bilgisini paylaşan sanatçıyla biraz da bu konular üzerine sohbet ediyoruz. Oyunculuk ve yaratıcı drama eğitiminin tiyatro eğitiminden çok farklı olduğunu söyleyen sanatçı, aralarındaki farkı uzun uzun anlatıyor.    

“Kamera eğitimi veriyorum. Tiyatro değil, hiç tiyatroya benzemeyen bir eğitim. Sinema tekniği, görsel teknik, karaktere giriş, diksiyon ama devlet tiyatrosu diksiyonu değil doğrudan doğruya sinema, hayattaki gibi konuşmak için eğitimler veriyorum. Performans sanatçısı Meredith Monk'un çalışmaları üzerinden bedenin sesi ve sesin bedeni üzerine çalışmalar yapıyoruz. Girdiğimiz her rolle merkezleri değiştiriyoruz. Hepsini öğretiyorum. Çünkü bir karakterin merkezi, sesidir. Örneğin ben şu an konuştuğum sesimle ‘Kurtlar Vadisi Pusu’ dizisinde oynadım ancak, ‘Aliye’ dizisinde daha üst merkezden, yukarıdaki burunsal merkezimi kullanarak daha yumuşak konuşmuştum. Bu kurslarla tüm bunları anlatıyoruz. Yaklaşık üç ay sürüyor. İki ay teknik eğitimle, kamera önünde çalışıyoruz. Eğitimlerimdeki çalışmaları hep kamera ile çekiyorum sonra da öğrencilerime yanlışlarını gösteriyorum. Kendi yanlışından doğrusunu öğreniyor, bir daha da aynı yanlışı yapmıyor. Yoksa bu eğitim dört yıl sürer. Benim tekniğim Eric Morris’e benziyor. O bu tekniği tiyatro da kullanmıştı, ben de sinemada, ekran için kullanıyorum. Bir de 27 yıl önce İnci San’la kurduğumuz Yaratıcı Drama eğitimimiz var. Yaratıcı drama Macaristan’da Moreno’nun bulduğu bir sistem. Tiyatroyla ilgisi yok bunun. Psiko teknik bir olgu. Daha çok çocuk ve ergenler için verdiğimiz eğitim. Zaman zaman öğretmenlere de Yaratıcı Drama dersi veriyoruz. Çünkü bu eğitimi alan bir öğretmen, çocuklara daha iyi eğitim verebilir. Milli Eğitim şimdi biraz yaşamın içinde eğitim diye bir şey başlattı, biraz bizim yaptığımıza benziyor. Özellikle çocuğu tanımak, çocuğun görsel, zihinsel gelişimi hakkında bilgi sahibi olmak için Yaratıcı Drama tekniği çok önemli. Çocuklara oyunlarda tip ve rol vermek, sen şunu diyeceksin ya da şunu oynayacaksın demek yerine, bu kararı çocuğa bırakıyoruz. Yaratıcı Drama’nın, tiyatrodan ayrıldığı nokta da işte bu… Tiyatroda roller ve replikler en baştan bellidir. Dramada ise o anda belli olur, hatta kişi kendisi buna karar verir. Eğitimlerimizde 16 yaşına kadar yaratıcı drama eğitimi veriyor, o yaştan sonra sinema eğitimi vermeye başlıyoruz. Çünkü sinema eğitimiyle kişiyi karaktere sokuyoruz. Oyunculukta bir çocuğu erken karaktere sokmak çok yanlıştır. Bunu yaparsanız, sonrasında beğeni de alırsa hayatı boyunca o karakteri oynar artık başka da bir şey yapamaz. O nedenle eğitimlerin ayrımını yapmanın çok önemli olduğunu düşünüyorum”

“HAMLET’İ OYNAYAN DÜNYADAKİ İKİNCİ KADIN OLDUM”

Ayla Algan’nın bir diğer öne çıkan özelliği dünyada dahi “Hamlet” rolünü oynamayı başaran ender kadın tiyatro sanatçılarından biri olması…

“Amerikalı sanatçı Sara Berner oynamıştı, bir de ben. Muhsin Ertuğrul hocamız rejisörümdü. Hamlet’i oynaması için genç bir çocuk istiyordu. Hamlet genç bir çocuk, 17-18 yaşlarında, Orta çağda istismar edilen, zavallı bir çocuk, yok olan bir çocuk... Ama 17 yaşında bunu oynayacak genç, bu oğlanın duygularını bilemezdi. Bunun yanında Hamlet’in tiratlarını söylemek için de bir büyük adam duygusu da vermek gerekiyordu. O nedenle de bana oynattı. İstediği tüm bu özellikleri benim yapabileceğime karar verdi. Sanırım bende erkek gibi bir enerji buldu. Oyun hiç de aksamadı. Mikrofonsuz oynamıştık. Zordu. Hem diyaframa, hem sese ihtiyaç vardı.”

“TÜM DÜNYA BENİM SESİMLE YUNUS EMRE’Yİ TANIDI”

Elbette sanatçı, kariyeri boyunca sanata dair farklı alanlarda çok önemli çalışmalar yaptı. Konuşarak bitiremeyeceğimiz kadar fazla ve önemli projeye imza attı. O nedenle aralarında seçim yaparak sohbetimizi sürdürüyoruz. Yunus Emre'nin şiirlerini Almanca, Fransızca ve İngilizce olarak şiirli-şarkılı okumasını, Yunus’u tüm dünyaya tanıtmış olmasını sorunca, gülümsüyor… Yunus’tan şiirler okuyor…  

“1972 yılında, Kültür Bakanlığı yoktu. Dışişleri ve Turizm Bakanlıkları vardı. Ben de devlet sanatçısı olarak onlara çalıştım. O yıl Türkiye’yi dünyaya Yunus Emre ile tanıtmak istediler. O yıllar kötü zamanlardı, kavganın çok olduğu yıllardı. Sağ sol meseleleri, Amerika’nın gelişi, köy enstitülerinin kapanması, Marshall Yardımları’nın kesilmesi… Ben de her burjuva çocuğu gibi solcuydum. Görüyorduk ki, vatan elden gidiyordu. İkinci kurtuluş savaşını ekonomik bedel olarak ödüyorduk. Ben de hep batılı büyümüştüm. Bu teklif gelince de ülkem için iyi bir şeyler yapmak istedim. Yunus Emre zaten içinde Tasavvuf felsefesini taşıyan bir sanatçıydı. Çok özeldi, ben de onun şiirlerini Cemil Demirsipahi’nin derlediği müzikleriyle Fransızca, İngilizce, Almanca olarak söyledim. Beş ayda bunları öğrendim. Hatta yardımcı olması için bana Ankara’da bir dede de buldum. Yunus’u anlamak, mesela bir yaratılış destanını, hem de yabancı dillerde okumak, anlatmak kolay değildi. Tüm dünya benim sesimle Yunus’u tanıdı. Dünyanın her yerine gittik. Hatta Erivan’a gittiğimizde Dışişleri beni öldürecekler diye korkmuştu da, çünkü o zaman ASALA vardı… Çok değişik yerlerde Yunus’un felsefesini yaymış olduk. Çok da iyi oldu. Düşünün ki 13. asırda bunları söyleyen “Sevelim sevilelim” diyen, bir Sufi’nin Türk olabileceğine bile inanmadılar. Çünkü Ortaçağ karanlık bir çağdı. Hep din savaşları vardı, Yunus bu ortamda bunları söylemişti. Ne büyük bir insan…”

 

“KIBRIS ARTIK ÖZERK OLMAK İSTİYOR, HAKKIDIR DA”

Ayla Algan’la Kıbrıs’a dair anılarını da konuşuyoruz… Geçmişten bugüne Kıbrıs’a gelip giden, pek çok olaya şahitlik eden sanatçı, Kıbrıslılara  

“Kıbrıs benim için çok özel. Ben 1963yıllarında Kıbrıs’ta yaşanan çatışmalara şahitlik ettim. Kan içinde olan bir jeep’e binip televizyon programı yaptım. Menzile kadar gittik. Hatta bir de şarkı yaptım onlara, “Gel Mehmet’im Gel Alnından Öpeyim” diye… Zaman içinde de gelip gitmeye devam ettim. İzin alarak Nazım Hikmet’i oynadık burada. Hatta o oyunla ilgili şöyle de bir anım var. O zaman Kıbrıs’ta çok gariban insanlar vardı. Ben o zamanki Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’a, ‘para toplayalım, yardım edelim’ dedim. Ama o bana ‘çok para topladık, artık kimsenin verecek hali kalmadı’ dedi. Ben yine de eşiyle konuştum, bahçeden çiçekler toplayarak yaka iğnesi hazırladık. Oyun öncesi kapıda sepetle durdum, sepete 50 Lira da koydum. Onu gören para vermeye başladı ve çok iyi yardım topladım. Şimdi ise Kıbrıs’ın halini çok beğeniyorum. Artık özerk olmak istiyor, hakkıdır da. Buranın insanı başka bir insan. Batıya daha yakın. Kıbrıs Türkiye’nin doğusu değil ki. Deniz kenarında yaşayan, Akdeniz insanı. Mavi görüyor hayatı, optimist,  Batılı… O nedenle de farklı. Sizin büyük problemleriniz var. Sorununuz kimlik, sosyal kimlikleriniz Türkiye’ye bağlı oldukça zedeleniyorsunuz.”    

“GÖRÜNTÜ KUMARHANELERDEN İBARET GİBİ OYSA EĞİTİM TURİZMİ YAPILABİLİR”

Sanatçı bitmeyen enerjisiyle Kıbrıs’a dair yeni projesinin müjdesini de veriyor.

“Kıbrıslı yönetmen Ömer Evre ile yeni projemiz var. Ömer benim öğrencimdi aslında, çok yetenekli bir çocuk ama oyunculuktan vaz geçti. Yönetmenlik, rejisörlük yapıyor, çok da başarılı. Çünkü oyunculuğu da biliyor. Burada Kültür Bakanlığı’nın da katkısıyla bir okul kurmayı, planlıyoruz. Buranın görüntüsü kumarhanelerden ibaret oysa burada çok güzel eğitim turizmi yapılabilir. Eylül’de eğitim için öğrencileri buraya on beş günlüğüne getirmeyi planlıyorum. Hem gençler tatil yapacaklar, hem de eğitim alacaklar. Çok güzel bir program olur. Böylece gerçekten Kıbrıs’ı da tanımış olacaklar. Ayrıca Ömer’in bir film hazırlığı var, onda da rol alacağım.”     

  

 

 

 

 

Dergiler Haberleri