ARTIK DEVİR DEĞİŞMİŞ…

Boranlara dayanabilen, başarıyla uçtukları farz edilenlerin dahi, kanatları o kadar yorgun ki! Konabileceği, huzurlu bir yer olmadığı için de, hep uçmak zorunda…

Neriman CAHİT

 

Gün be gün ne de çabuk değişiyor her şey… Sadece dünyada değil… Ülkemizde de!
Artık, çok sevdiğim Lefkoşa’nın sokaklarında dolaşamıyorum…
Her şey karışık, her şey devasa…
Sanki, her şey insandan daha güçlü (gibi!)
İnsan, bu gücün gölgesinde kalıyor sanki…
Ürkmüş… Yorgun… Çok yorgun…
Ve umutsuz…
Ekonomide, devir değişmiş… Artık, devir “DEV” boyutların devri…

***

Ve, insan korkmuş, sinmiş…
Dünyanın neresinde olursa olsun, artık göz gözü görmeyen maddi ve manevi fırtınalar, seller ve üzerine gelen onca şeye “karşı” durmadan yol alması gereken, “yolcu” bir kuş!

Boranlara dayanabilen, başarıyla uçtukları farz edilenlerin dahi, kanatları o kadar yorgun ki!
Konabileceği, huzurlu bir yer olmadığı için de, hep uçmak zorunda…
Ve, hedefe asla varamayacağını bile bile; çünkü, belirli bir hedef yok… Hedef o kadar değişken ki!
Bütün kararlar, bütün hedefler, sevdalar hep yarım kalmaya mahkum… Çünkü kimsenin vakti ve takati yok artık onları tamamlamaya… Yanı başındakini, en yakınındakini, canının içindekini dahi tanımaya nicedir vakti yok!
İnsanın, kendini dahi anlamaya, sevmeye ve tanımaya da…
Yitirdiği o kadar çok şey var ki!

***

O VEDA…

Adem ve Havva’nın o en eski ve “acımsı” yalnızlığına dönüş mü bu…
Sürekli bir şeyler yitirmek, yerine bir şey koymadan… Konamadan…
Hiç unutulamayacak şeyler var oysa…
Unutmak isteyip de unutamadığımız onca şey…
Ve, hiç hatırlamadıklarımız…
Daha doğrusu hatırlamak istemediklerimiz…
Ama ömrümüz boyunca peşimizi bırakmayanlar…
Ve…
Yaşanması gerektiği halde, hiç yaşanmayan, yaşanamayan… Yaşanmayacak olan… O veda…
Hiç tamamlayamayacağımız o şarkı…

***

Sahi, ne kadar oldu – bırakın sevdiklerinizi – kendinizle göz göze gelmeyeli…
Yeniden düş kurmayalı… Ütopyalar geliştirmeyeli…
Artık, bu bomboş, hedefsiz, sevgisiz, ütopyasız dünya yoruyor insanı…
Birbirinin tıpatıp aynı olan merdivenleri çıkmak…
Aynı şeyleri yemek, seyretmek ve önümüze sürülenleri paylaşmak…
Aynı heyecanı, sevgiyi, ütopyaları paylaştığımız bir insanla değil… Yapayalnız…
Ya… pa… yal… nız…

***

Tanrım, hani yalnızlık sana…
Sadece, sana aitti…
 


KADINLARIN RUH ACILARI…

 

Son zamanlarda okuduğum en ilginç kitaplardan biri: “KADINLARIN RUH ACILARI…”

Kitap, gerçekten de başlığı ve konusuyla bir tür ‘derleme’ dizisi… Projenin Mimarı: İzmir’de yaşayan kızımız / yazarımız: Mine Ömer… Yayın Yönetmeni: Gültekin Emre… Bir de Hülya Soyşekerci’nin katılımıyla ‘on yedi’ tanınmış yazarın bu konudaki başarılı eserleri bir kitapta toplanmış…

Peşinen söyleyeyim: Yazarların biri de ülkemizden: Fatma Akilhoca. Ki Fatma, kendini yenileyerek yazan bir şairimiz, yazarımız. Bu kitaptaki “yağmur” isimli öyküsü de gerçekten diğer kadın yazarlar gibi çok başarılı…

***

Bu konuda yazılacak çok şey var ama yazar Gültekin Emre bu konuda hamuru çok başarı ile yoğuran, bu kitabın ruhunu somut olarak dile getiren kadınların neredeyse dünya kurulalı beri hiç değişmeyen acılarıyla ilgili her şeyi söylemiştir zaten…

OKUNMALI… PAYLAŞILMALI…

 

Bu kitap okunsa, paylaşılsa…

Üzerinde konuşulsa… Tartışılsa…

Sadece kadınlar tarafından değil…

Herkesçe okunulsa…

Sevgiyle…

 

Dergiler Haberleri