Anı ile Gerçek…

Anı ile Gerçek…

Neriman Cahit

 

Bazan dostlarla bir araya gelir ve sohbet ederiz… Geçen gün de böylesi bir gündü. Herkes – çocukluktan bu yana – bazı anılarını anlatıyordu. Ben de, köyüm Kırnı ve öğretmen olduğum köylerdeki bazı anılarımı anlattım.
- Bunları da kitaplaştırsana… dedi, bazı arkadaşlar…
O an bir şey demedim…
Sadece sustum ve düşündüm…
Hala de düşünüyorum…

***
Ve o kadar çok soru geliyor takılıyor ki kafama… Şöyle ki:
• Anıların hepsi: Tatlı, huzur ve mutluluk verici değil ki…
• Ya, burukluğunu, acısını bir ömür boyu taşıdığımız / taşıyacağımız anılar…
***
O zaman, Lefkoşa gibi Kıbrıs’ın bildiğin ‘bölgelerini’  de yaz ve kitaplaştır… Köylerini, evlerini, sokaklarını…

***
Aslında, bazan aklıma gelmiyor da değil… Ama beni, daha ziyade ‘Sosyal Hayat – Eski Dönemlerde Köylerde Yaşam’ vb. konular daha çok çekiyor…
Özellikle de sekiz yaşında geldiğim Şeher…
Her Şeher dediğimde de, burada ahım şahım bir hayat sürmüşüm gibi pır pır ediyor yüreğim…
Ama galiba zamanla: ‘Acı anılar’ bile burukluğunu yitirip tatlılaşıyor…
Bir dost: “Anıların tuzağı, insanı içine doğru çeker…” demişti… Ne kadar da haklı…

***
Çünkü… Zamanında içimi çok acıtan anılar bile yavaş yavaş etkisini yitirdi… Bazen – eskisi kadar olmasa da – dolaştığım Lefkoşa Sokaklarında: O eski mahalleler, evler sokaklar, meyhaneler, dostlar – dostluklar…
Ve, görünmez olanlar…
Ve de, onların bazılarının kuytu köşelerden çıkıvermesi birer gölge olarak…
Yürüdükçe yoğunlaşan…
Ve hüzne dönüşen anılar…

Hele de mevsim güzse…
Bilirsiniz… Güz, hüzünle özdeştir…
Ve bahar…
Gençlikteki gibi değil…
Bahar sarhoşluğunun kemiklere vuran ağrısı, bir yürek sızısıdır gayrı…
Ve yıllar önce yüreğini dağlayan onca anı artık çok uzağındadır… Çünkü:
Yıllar önce çok sevdiğim bir dostun yüreğime yazdıkları yetişir imdadıma:
• “Anıların tuzağına sakın düşme!..
Yaşamdan Soyutlanma…”

***
Aslında, “ANI” nedir…
Yaşanan olaydan kalan iz…
Yani: HATIRA…

***
Ve…
Anı ile Gerçek Arasındaki Uzaklık…
Zamanla Öylesine Büyüyor Ki…

 

----------------------------------------------------------------------------


HALKIN HAMİSİ OLMAK MI…

Her zamankinden daha dalgındı…
‘Nesi var’ diye sorduğumda: ‘Nicedir, bellek sorunu’ olduğunu söyledi…
Toplumda, olup biteni iyi izleyip izlemediğini sordum: “Çoğu benim gibi…” dedi…
Ve haklıydı…
Değil mi ki, çok uzun süredir, ‘Belleği bellenmiş’, bir toplumun insanlarıyız biz…
Unutkanlık, günlük yakınmalarımız içinde sürüp gidiyor…
Sadece bu kadar da değil…

YALNIZLIK  -  İLETİŞİMSİZLİK…

Evet, bir de, yalnızlık ve iletişimsizliğin getirdiği ‘BOĞUNTU’ var…
Ve kimse de bundan kendini soyutlayamıyor…
Aslında, hep yalnız değil miyiz!!!
Çoğu kez, bizi dinlerken, karşımızdakinin: “Gözleri düşünüyor…”
Neredeyse hepimiz kendimize: ‘Küçük – Küçümencik bir dünya’ yarattık…
Bir tür, kendimizi rahat ve huzurlu hissetmek istediğimiz – Ve başardık sandığımız bir yer…
Kabul etmek istemediğimiz olaylara, nedenlere, kişilere karşı, dört tarafını da sımsıkı kapalı tuttuğumuz, dışarıdan gelebilecek her türlü tehlikeye karşı, savunmaya hazır olduğumuz…
Özenle koruduğumuz bu yerin düzenini bozacak tüm beklenmedik ziyaret ve ziyaretçilere karşı savunduğumuz… Yaşadığımız toplum içinde: ‘Bir kimliğimiz olmasına karşın…’ Yine de, kendimizi huzurlu hissettiğimiz tek yer olan: KÜÇÜK DÜNYAMIZ…

***
Geçen gün, bir toplantıda, bir dostun söyledikleri hâlâ kulağımda:
“En gerçek sevgi, en içten olandır. Ama:
Günümüzde, yalnızca kavramların, anlamlarını, kelimelerin; hatta, duygu, düşünce ve aşkların bile içi boşaltılıyor…
Bilerek yapıldı… Yapılıyor.
Her şeyin içi boşaltıldı…
İnsanın da dahil…

HALKIN  HAMİSİ  OLMAK  MI…

Bir toplantıdayız… Yanıma genç bir kız oturuyor… Tanışıyoruz… Sohbet koyulaştıkça,  ‘Şikayet Bölümü’ de açılıyor… Babası, politika ile uğraşıyormuş… Ama o bunu hiç istemiyormuş; çünkü, babası ‘Halkın Hamisi olarak ev ve evdekilerle’ çok az uğraşıyormuş…
“Halkın Hamisi…” tanımı takılıp kaldı kafama ve yüreğime… Ve şu noktaya geldim sonuçta:
• “Halkın hamisi olmak, kimin haddine…
Ne tarihi görmezden gelebilir ne de geleceği yaratabiliriz… Geçmişi – geleceğe bağlayan zincirin kaderine tek bir halka hükmeder:
“Tarihi olay dedikleri, o ‘tek halkanın’, İNSAN SEVGİSİNİN güven altına alınması olmalı…

***
AYDINLARA DÜŞEN: O TEK HALKAYI ‘GÜVEN’ ALTINA ALMAK…

Dergiler Haberleri