Adaletsizliğin Tezahürü Olarak Hukuk

Adaletsizliğin Tezahürü Olarak Hukuk

 

Özten Uğurlubirel
ozten.cypriot@googlemail.com


Adalet kavramı ilk olarak hukuku akla getirir ve hukuk adaletin koruyucusu, sağlayıcısı ve bizatihi kendisi olarak düşünülür. Adaleti aramak, adaleti gerçekleştirmek bahse konu olunca yargı ve mahkemelere methiyeler düzülür. Yargı bir anda en güvenilir, en bağımsız kurum, en son umudumuz olur; yetmez ama evet, ona karşı boynumuz kıldan bile ince olur… İnsanlar “Efendi”lerinin adaleti getireceğine inanır, “Efendi”leri ise adaletin tecellisi için çalışır. Adaletin “erken tecellisi”ne kavuşmak için “Hadi artık uzatma!” ya da “Anlaşın da gelin!” denirken, diğer yandan “adalete teslim edilen” sanıklar adaletin tecellisine “pek bir gönüllü ifade”leriyle yardımcı olduklarında, bu erdemli hareketlerinin, ceza takdir edilirken, dikkate alındığı söylenir. Peki, bu vuslat vakti gibi beklediğimiz adaleti gerçekten bize bahşedecek olan hukuk mu?

Antik Yunan'dan bugüne kadar adalet tanımlanmaya çalışılmış ve hukukla ilişkilendirilmiştir. Bugüne değin çeşitli zamanlarda çeşitli düşünürlerce ortaya atılan en yaygın tanımlar, adaletin hem bireysel, hem toplumsal, hem de devlet açısından iyilik, doğrululuk, ahlâklılık ve eşitlikle eş anlamlı olduğu, yasalara uymak ve bağlı kalmanın adaletin en temel şartı olduğu; ayrıca adaletin mümkün olan en çok kişinin/sınıfın/grubun mutluluğu/refahını getirdiği üzerinedir. Hukukun adalet ile derin bir ilişkide olduğu aşikârdır ama; bir ideal olan adaletin toplumsal gerçeklikteki tezahürü hukuk mudur?

Hukuk – adalet ilişkisine dair böyle bir çalışmada akla gelen ilk sorular şunlardır: Kimin hukuku? Kimin adaleti? Bu da ‘egemen’, ‘iktidar’, ‘güç’ ve ‘çoğunluk’ kavramlarının hukukla ilişkisinin tartışılmasını zorunlu kılar.  Hukuk gerçekten güçlüye karşı zayıfı korur mu; yoksa iktidar sahibi olan kendi adaletini mi dayatır? Egemenin hukukunda ancak egemenin adaleti gerçekleşebilir. Eşitlik prensibine ilişkin de bir sorunsal söz konusudur. Herkese eşitlik mi; yoksa Aristo zamanından bu yana yüzlerce sene geçmesine rağmen dönüştürülemeyen eşitlerin eşitliği prensibi mi? Egemenin hukuku sorunsalına sadece toplumsal ve sınıfsal bakımdan bakmak yeterli değildir. Güçlüler hukukuna, galipler hukuku olarak bakarsak bu dengelerin uluslararası hukukta daha bariz şekilde ortaya çıktığı görülür. Tarihin her döneminde savaşlar sonrasında uygulanan adaletin, her surette galiplerin adaleti olduğu açıktır. Bu bağlamda aklımıza gelebilecek her örneğin, sistemde ötekileşen mazlumların, zayıfların veya mağlupların hukuku olmadığını gösterdiğini söylemekle fazla ileri gitmiş olmayacağız. Ayrıca, genel ve soyut hukuk kurallarıyla nesnel, kesin ve öngörülebilir bir adalet gerçekleştirme iddiasında olan;  ancak egemen ve resmi ideolojinin uzuvlarından biri olan bir devlet aygıtının, azınlıklar ve kadınlar gibi dezavantajlı gruplara, toplum içindeki farklı sosyal sınıflara ne derece adalet sağlayabileceği tam bir muammadır.

Öte yandan, Althusser tarafından, devletin ideolojik tahakkümünü olumlayan ve yeniden üretimini sağlayan bir ideolojik aygıt olarak tanımlanan hukukun, devletin tahakküm yaratmak için kurduğu, yaşattığı “devletin bir baskı aygıtını” - yani mahkemeleri - kaynak alırken, bunu özgürlük, refah, sosyal mutluluk olarak tanımlanan adalet için yaptığını kim iddia edebilir? Eğer ediyorsa, bu bizim tanımladığımız adalet değil ancak kendi ‘sözde’ adaletidir. Nitekim Derrida ulaşılmak istenen adaletin güç, iktidar ve yaptırımla birleşip realitede vücut bulduğu anda bunun artık adalet değil, bir “Hukuk Söylemi”ne dönüşeceğini söylemiştir. Böylece “adalet” hukuktan bağımsız ve ayrık olarak Platon’un idealar dünyasına ait kalır ve bu nesneler dünyasında sadece zıddı ile vücut bulur: Adaletsizlik.

Bu yazı amaçları ve kelime sınırı bakımından, her ne kadar konunun özüne detaylıca inememiş olsa da, yukarıda öz olarak verilen/yapılan sorgulamalar kendi içinde açık cevapları da barındırmaktadır. Yukarıdakiler ışığında yapılacak bir değerlendirmede, denilebilir ki, hukuk adalet ile ilişkili ancak adaletsizlik kaynaklı bir diskurdan ibarettir. Adaletin bir ideal olduğu herkesin malumudur ama realite adaletsizliktir. Bu saf denilebilecek duygularla, insan hukukun adaleti getirmesini, hatta adaletin kendisi olmasını bekliyor. Oysa hukuk bu kudretten hem doğası, hem içeriği, hem de kullandığı araçları gereği yoksundur. Daha da ileriye götürecek olursak bazı zamanlarda hukuk adaletsizliğin vücut bulmuş hali olarak karşımıza çıkar ve o yüceltilmiş adalet düşüncesinden çok uzaktadır.

---------------------------------------------------

Kaynakça:
Ağaoğulları, Mehmetali, Kent Devletinden İmparatorluğa, 6. Basım, İmge Yayınevi, Ankara, 2009
Althusser, Louis, İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtlar, İthaki Yayınları, 1. Baskı, İstanbul, 2003.
Çakar, Ayşen Seymen, “Adalet Mülkün Temeli Midir?”, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, 106. Sayı, Mayıs- Haziran 2013; http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/
Çeçen, Anıl, “Hukukta Norm ve Adalet”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt:32, Sayı:1, 1975; http://dergiler.ankara.edu.tr/
Demir, Gökhan Yavuz, “Ertelenmiş Adalet: Hukuk ve Dekonstrüksiyon”, Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi Arkivi, 23. Kitap, İstanbul Barosu Yayınları, İstanbul, 2010
Wacks, Raymond, Hukuk Felsefesine Kısa Bir Giriş, Çev. Engin Arıkan, Tekin Yayınevi, İstanbul, 2014
Yıldırım, Erdoğan;  Nalbantoğlu, Hasan Ünal, “Adaletin Kurgu Sökümü Yapılabilir mi? Derrida’nın bir Savı üzerine Çeşitlemeler”, HFSA, Haz. Hayrettin Ökçesiz, Sayı 9, İstanbul Barosu Yayınları, İstanbul, 2004.

Dergiler Haberleri