Acıyla Örülmüş Dizeler… SİLİNMEYECEK İZLER BIRAKTIN YÜREĞİMDE…

Acıyla Örülmüş Dizeler… SİLİNMEYECEK İZLER BIRAKTIN YÜREĞİMDE…

 

Neriman Cahit

Bazen gerçekler sanıldığından çok daha acı ve dayanılmazdır… Acı ne kadar derin olursa olsun, eğer onlarla başa çıkacak bir yol bulamazsanız bir ‘volkan’ gibi sizi süpürüp götürürler yakıcı lavlarıyla…
Bir süredir, elime her aldığımda beni acı ile sarsan bir kitaptan söz edeceğim size: “Ayşe ESMER” imzalı, adı:

“SİLİNMEYECEK İZLER BIRAKTIN YÜREĞİMDE”

Acıyla örülmüş dizelerden oluşan bu kitap, insanın yüreğini derinden yaralıyor. Eşi: İbrahim Esmer’in Anısına, yüreğinin acısını dizelere döken Ayşe Esmer, eşini, ülkemizde sık rastlanan ve tüm toplumu derinden yaralayan bir kaza sonucu yitirmiş:
• “30 Mart 2010 tarihinde, ‘Dikmen Trafo Merkezinde”, bakım çalışmalarını yürüttüğü sırada – gerekli iş önlemlerinin alınmamış olması nedeniyle “İŞ KAZASI” geçirmiş ve yaşam mücadelesini yitirmiştir…”
Ne kadar sıradan ‘bir ihmal ve nedenle’ yok oluyor gencecik bir insan ardında her anlamda ‘öksüz ve yoksun’ derin acılı yakınlar bırakarak…
Bu konuda sayfalarca yazabilir, bir türlü düzeltilmeyen “İş Güvenlik Şartları” ve neden oldukları acıların hesabı sorulabilir…
Ama… Kim kime dum duma…

BÜYÜK BİR BOŞLUKTAYIM…
“Büyük bir boşluktayım / Önümü göremiyorum / Hayat, öyle bir vurdu ki bana / Kendimi bulamıyorum…” diye başlıyor bir şiirine Ayşe Esmer…
Acıyla – umutsuzluğun iç içe örüldüğü şiirler bunlar… Konu ettikleri olay bu toplumda ne “İLK” olarak yaşanıyor… Ne de maalesef “SON” olarak…
Keşke son olabilse… Keşke ben yalancı çıkabilsem ve büyük puntolarla “özür” dilesem… KEŞKE…

***
Bu konu beni çok sarstı… Neredeyse her birkaç günde yaşanan diğer olaylar gibi…
Ne yapıp yapıp bunu aşmak gerekiyor…

***
“Ağlamayacağım” diyor Ayşe Esmer bir şiir başlığında… Bunu başarmalı ve “yaşam mücadelesini” çocukları ve yakınlarıyla birlikte sürdürmeli…
Eşinin anılarını da yanına alarak…

***
Acıyla umudun iç içe örüldüğü şiirler… Yetkililerin artık birbirleriyle uğraşmaktan vazgeçip, yüzlerini ve yüreklerini vatandaşa dönmeleri gerek…
En kısa sürede…

***
Bu kitap sadece eşi için yazdıklarını değil, bütün şiirlerini kapsıyor şairin…
Bir tanesi ile bitireyim, kalanını sizin okumanız dileğiyle…

SEN BENİMSİN
Sert rüzgârlar karanlık geceleri severmiş…
Aynen benim seni sevdiğim gibi…
Denizler durulmaz dalgalanmadan,
umutlar yeşermez sevgin olmadan.
Yalnızlıklar yük olmaz,
mutluluklar yaşanmaz,
hayatımda sen olmadan…
Bir romandın okuyup da bitiremediğim,
bir hayaldin yalvarıp da hükmedemediğim,
bir sendin merhaba deyip de,
elveda diyemediğim.

Tek bildiğim var; o da seni çoook özlediğim…”

--------------------------------------------------------------------------


BENİ ÇOK ETKİLİYOR…

Bir dostun mektubuna yer vermek istiyorum bugün köşemde… Daha önce yazılarından tanıyıp sevdiğim, Kıbrıs’a geldiğinde sadece bir tek gece görüşebildiğim ama o bir tek gecede dostluk yolunda yüzlerce kilometre yol aldığımız bir sevgili dost…
Mektubu yayınlamaktaki gayem, bana yazılmış olan duyguları teşhir değil, mektupta sözü edilen ve çoktandır unuttuğumuz bazı gerçeklerin derinliklerine “sizleri de” çekmek içindir…

***
“Sevgili Neriman Hanım,
O gün Kybele’de aklıma gelen soruyu bilmem hatırlayacak mısınız: “Acaba Mata Hari’nin ya da Jan Darc’ın çocukları var mıydı? Ben bu soruya cevap verme durumunda kalsaydım: “Elbette ki yoktu” derdim…
“Çocuğu olan kadınlar, olmayanlar kadar fütursuz mücadele veremezler inandıkları yolda” diye düşünürdüm; çünkü ben, bu konuda hep ürkektim… ‘Başımı derde sokmaktan’ hep korktum. Çocuklarım olduktan sonra… Başıma bir iş gelirse, ‘Çocuklarımın hali nice olur’ diye kaygılandım…
Kim bilir, belki de, bir davaya, o kadar büyük bir yürekle bağlamamıştım kendimi hiç!
“Çocukları olan insan geleceğini, kaderin eline rehin vermiştir! diyor Monteigne. Ben de, kadınlardan ‘Kahraman’ az çıkmasını böyle açıklıyor ve Mata Hari ile Jan D’arc’ın kesin kez çocuksuz kadın olduğuna inanıyordum; fakat, sizinle “Portokal renkli ışıklarla aydınlanmış, ‘Bella Pais Manastırı’nın avlusundaki o, benim için çok özel geceden sonra” bu soruya cevabım: “Bilmiyorum belki de vardı çocukları.” olacaktır…
Geçmişinizin perdesini biraz olsun aralayıp şişinmeden, böbürlenmeden, kimsenin hakkını yemeden anlattığınız, ‘O epiki’ benimle paylaşacak kadar bana güvenmeniz ne büyük bir iltifat benim için…
Sizi tanımadan önce, “Kıbrıs Konusunu Resmi Kayıtlarda” anlatılanlarla bilen, ötesini araştırmak zahmetine hiç girmemiş, ‘Karasakallardan’ biriydim! Ama hep merak ederdim: “Anavatan – Yavruvatan retoriğinin ötesinde, Kıbrıslı olmanın gururunu, sevgisini, ‘Ata Yadigarı’ bir broş gibi yüreğinin üstünde taşıyanlar var mı?” diye…
Rum olsun, Türk olsun ne fark eder…
Evet, varmış!... Aynı toprakta doğmanın kardeşliği, karabeti, kan bağından önde gelir... Bunu ben çok gözlemledim…

***
Kıbırslı’yı birbirine düşürenler, kendi çıkar kavgaları içinde, o adanın bir yurt parçası olduğunu unuttular. Rum’u ile Türk’ü ile kuşaklar boyu bir grup insanı vatanı olan bir ülkeyi bölüp parçaladılar!

***
Ne var ki, bazı şeyleri parçalamak mümkün olmuyor… Size o gece, ‘QUAMEDA’ filmini anlatışımın nedeni buydu… Örneğin, sizin inadınızı parçalamak, Ahmet Okan’ın şiirini parçalamak, o kadar kolay olmayacak gibi geliyor bana…
Şöyle diyor Ahmet Okan:
“Yosun tutmuş Rumcam
tökezlemiş
ben anlamıyorum
Kıbrıslıyım…

Bunun altını çiziyorum…”

***
Çok daha sudan sebeplerle vatanıma küsmüş, yorganını sırtıma vurup, yurdundan göçmüş biri olarak, “BU NAMUS” beni çok etkiliyor…”


--------------------------------------------------------------------------

PARANTEZ

Mart ayında Yitirdiğimiz Yazarlarımızı, Saygıyla Anıyoruz:
• Adnan Bozkırlı: 3 Mart 1975
• Hikmet Afif Mapolar: 5 Mart 1989
• Haşmet Gürkan: 21 Mart 1992
• Kaya Çanca: 24 Mart 1973

Dergiler Haberleri