“67 senede başımızdan çok şeyler geldi, geçti. Mücadeleyi hiç bırakmadık”

67 yıllık bir başarı öyküsü, Ahmet & Nafi Kardeşler... 92 yaşındaki Ahmet Türkoğlu ve 87 yaşındaki Nafi Türkoğlu aktif çalışma hayatına hala devam ediyor

 

Ödül AŞIK ÜLKER

   67 yıllık bir başarı öyküsü, Ahmet & Nafi Kardeşler... 67 yılda marangoz çıraklığından, elektriksiz buzdolabı imalatına; kibritten, dikiş makinasına pek çok ürünü kendi markalarıyla ithalata, keresteden, gıda ithalatına çok değişik alanlarda faaliyet gösteren 92 yaşındaki Ahmet Türkoğlu ve 87 yaşındaki Nafi Türkoğlu aktif çalışma hayatına hala devam ediyor.
   Torunları Gözde ve Hüseyin ile birlikte çalışan Türkoğlu kardeşlerden Nafi Türkoğlu  iş hayatları boyunca başlarından geçenleri YENİDÜZEN’e anlatarak, “67 senede başımızdan çok şeyler geldi, geçti. Mücadeleyi hiç bırakmadık” dedi.

   1974’te iş hayatında yaşadıkları maddi kayıpları da anlatan Nafi Türkoğlu, 1974 sonrasında ETİ’nin bayiliğini nasıl aldıklarını ve nasıl hissedar olduklarını da anlattı.
 

  Gençlere sadece ithalata dayanmamalarını, üretim yapmalarını da öneren Nafi Türkoğlu, gençlere yenilik yapmalarını ve yapılanın en iyisini yapmalarını öğütledi. 


74’teki maddi kayıplar...

• Soru: Ticarete nasıl atıldınız?
• Nafi Türkoğlu:
İlk olarak Türkiye’ye gittim ve kaplama ve kereste aramaya başladım. Anamur’da bir sanat hocasıyla tanıştım. Bize Mersin’de bir kaplama kolektif şirketini tavsiye etti. Biz de kaplamayı oradan alıp getirmeye başladık. Kendi kullandığımız dışında memleketteki bütün marangozlara  da sattık. Ceviz kereste de talep edildi. Biz de ceviz kereste getirtmek için başvuru yaptık ancak bize o dönemin İngiliz yönetimi “tüfek kontağı olmayacak tipte cevize müsaade edilebilir” dedi. Biz de kabul ettik.

İslimlenmiş ceviz ağacı bulduk, başvurduk, getirmek için izin verdiler. Böylelikle ceviz kereste getirmeye başladık, bütün marangozlar ceviz kereste ihtiyacını bizden karşıladı. Marangozlar Bitsilya’nınkini değil, bizim getirdiğimizi tercih ettiler çünkü islimlenmişti ve oyma yapmaya çok uygundu. Müthiş oyma sanatçıları vardı, Rumlarda zengin ailelere yapılan mobilyalar vardı. Baf’tan Karpaz’a kadar gezerdik ve veresiye-peşin kereste verirdik. Nitekim 74’de bizimkilerin harekatında biz 5000 Kıbrıs Lirası kaybettik. Çünkü Maraş’ı bastılar, mobilyacılar kaçtı, keresteleri bizimkiler aldılar ve sattılar. Müracaat ettiğim zaman bana “üstünde ismin yazmaz” oldu. Lefkoşa Uluslararası Havaalanı’nda sağırlar okulunun marangoz atölyeleri vardı, çam kereste istediler. Getirttik, Girne’deki Atatürk büstünün karşısındaki binanın penceresini, kapısını, içinin mobilyasını yaptılar. Orada da biraz paramız kısıldı. Sanat okulunun müdürüyle çok yakın ilişkilerimiz vardı. Harekattan sonra kendini telefonla aradım, atölyeyi Deftera’da kurmuşlar. Bana “ceketimi bile almadan geldim. Eğer defterleri bulup getirirsen, yardımcı olacağım” dedi. Bizimkiler ateş püskürür, yanaştırır mı?

• Soru: Sizin kendi markanızla ürettiğiniz elektriksiz buzdolapları da vardı. Bunlardan da bahseder misiniz?
• Türkoğlu:
1950’lerde havalar çok sıcaktı, klimalar, buzdolapları yoktu, herkesin sıkıntısı vardı. İnsanlar bir kalıp buz alıp, torbaya sarıp üstüne şişe koyarak soğutarak kullanırdı. Daha önce çalıştığım bir ustada buzluk işinde bazı görüşlerim olmuştu. Ben o buzluğu modern bir şekilde yapmayı düşündüm. Onun üzerinde çalıştık ve memleketin ihtiyacı olan tahta buzdolaplarını yaptık.

Elektriksiz buzdolabı...

• Soru: Bu sizin icadınız mıydı?
• Türkoğlu:
Hayır ben geliştirdim, Yunanistan’da vardı, Türkiye’de yoktu. Kıbrıs’ta biz imal ettik. Tahtaları geçmeli, arasına bışkı tozu koyup, içini lamarina ile döşerlerdi. Ben değişik fikirler düşündüm, Avrupa’dan ATAİ kardeşler vasitasıyla mantar ithal ettik. Mantarı büyük buzhanelere kullandıklarını görüyordum. Bışkı tozu yerine mantar kullandık. İçini de lamarina değil kâğıt gibi ince alüminyum kapladık. Dışını da geçmeli yapmadık, bir inç kalınlığında tahtaları cam kağıtlayarak buzdolabı yaptık.

Sonra bunu daha da geliştirdim. Örneğin içine konan yemeklerin terlediğini ve tekrar yemeğe damladığını gördüm, buna da çözüm ürettim, altına bir çekmece koyup, oluktan o suyun oraya akmasını sağladım. Kendi markamızla ANK buzdolabı olarak sattık.

   Türkiye’den gelen misafirlerimizden Hasene Ilgaz hanım bunu çok beğendiler ve sanat okuluna minyatür bir buzdolabı yapıp göndermemizi istediler. Yaptık ve yolladık. Bize bir teşekkür mektubu gönderdiler.

   Elektrikli buzluklar çıkıncaya kadar bu buzlukları yapmaya devam ettik. Elektrikli buzluklar satışa çıkmaya başlayınca buzluk işini kapatmak durumunda kaldık. Çok değişik alanlarda iş yaptık. İhtiyacı görüp hareket ettik.

Finlandiya’dan kibrit...

• Soru: Bir de yine kendi markanızla kibrit ithal ettiğiniz biliniyor, ki kibrit o dönemde çok önemli bir ihtiyaç ve yokluğu var. Kibrit ithaline nasıl girdiniz?
• Türkoğlu:
Yeşil Hat kuruldu, Rumlar “Yeşilhat’tan eşya geçmeyecek, Türkler mal almayacak” dedi. Rumlar da mal satmamak için tüccarlarına talimat verdiler. 1958’de oluyor bu. Bilhassa kibriti kesinkes yasakladılar, çünkü her şey kibritle yanıyordu, çakmak yoktu. Kibrit en mühim ihtiyaçtı.Biz durumu görünce Tüccarlar Derneği kurduk. İçimizde Şükrü Veysi, Osman Nurettin, Yağcı vardı. Genel Müdürümüz de Türk Bankası’nın müdürü Orhan Bey oldu. Dernekte toplanırdık. İngiliz komser bizi arattı, “Rumlar size mal satmama kararı aldı, depolara asker koyup size mecburi satış mı yapsınlar yoksa bir düşünceniz var mı” dedi. Biz de “düşünelim” dedik. Rahmetli Menderes’e bir telgraf çekip durumu izah ettik. Menderes “teklifi kabul etmeyin, ihtiyacınız neyse ben göndereceğim. Listenizi yapın gönderin” dedi. İngiliz komisere, “Rumun malını istemiyoruz, biz Türkiye’den alacağız” dedik. Bize “size izin verilecek ama bir şartla, bunlar hibe olmayacak” dedi. Kabul ettik, “öderiz” dedik.

İzinler verildi, Türkiye’ye bildirdik. Bir hafta sonra telgrafla bize erzak dolu iki geminin İzmir limanından hareket ettiği bildirildi. Üç gün sonra haber aldık ki gemiler Mağusa limanına geldi. Bir ambar emini bulmamız gerektiğini konuştuk. Arkadaşlar tüccar, banka müdürü. Ben gençtim, bana “bu işi sen yapacaksın” dediler. Ben de yeni evliyim, ev kiram, masrafım var. Abim Ahmet de atölyeyi yürütüyordu. Bana 60 lira maaş verdiler, iki sene, 1960’a cumhuriyet kuruluncaya kadar ambar emini oldum.
 

  Bu arada ilkokul mezunu olduğum için Rumcam ve İngilizcem çok zayıftı. Mektuplarımızı arkadaşlarımız yazıyordu. Başta (Kemal) Aşık yeğen mesai saatleri dışında bize destek oluyordu. Diğer taraftan memleketimizin büyük tüccarlarından, İngiliz Okulu mezunu Faruk Veysi tüccar olmasına rağmen bize yardımcı oldu. Ki bir tüccarın diğer tüccarın mektuplarını yazması nadir olan birşeydir. Kibrit yaptırmak için Finlandiya’ya müracaat ettik. Olumlu yanıt aldık. Biz özel bir marka yapmak istedik. ANK’ı çağrıştırdığı için Ankara Kibrit adıyla 1958’den 1974’e kadar bütün memleketin kibrit ihtiyacını, iyi bir kibritle karşıladık. Karışık köylerde Rum bakkallar da satardı. Başka memleketlerde kibrit yaptırmaya çalışanlar da oldu ama İsveç ve Finlandiya’nın kerestesiyle Romanya, Bulgaristan’da yaptırılanlar aynı olmadı.  Harp sonrası Finlandiya’dan gemiler durunca, yasaklanınca biz kibrit işini bırakmak durumunda kaldık.

ANK markasıyla örgü makinesi...

• Soru: Örgü ve dikiş makinesi de sattınız kendi markanızla. O işe nasıl girdiniz?
• Türkoğlu:
O zamanlar bütün hanımlar elde örgü yapardı, komşuya giderken herkesin elinde bir çanta, hem muhabbet eder hem yün örerlerdi. Türkiye’de İtalya’dan makina getirdiklerini ve örgü ördürdüklerini görmüştüm. Biz de o işe sarıldık. Japonya’da ANK markasıyla makinaları ürettirdik. Rahmetli İffet Halim Oruz hanımla Kıbrıs’a geldiği dönemde çok yakındık.

“Makinaları alıyoruz ama nasıl yapacağız, nasıl öğreteceğiz” dedik. Bize işi bilen bir kız gönderdi ve Kız Lisesi’nde kurs tertipledik. Basitti, işi öğrenen makinayı satın aldı. Hatta 60’dan önce Kıbrıs televizyonunda reklam da yaptık. Hususi van arabalarımız vardı, köylere gidip kurs verir, makinaları tanıtırdık. Singer’in 45-50 liraya verdiği makinaları biz 27 liraya verirdik.

Muvaffak olduk, taa ki Rum-Türk kargaşası çıkıncaya kadar. O kargaşada makinalar buradan oraya, oradan buraya dağıldı gitti, taksitlerini toplayamadık. Türkler evini bıraktı, Rum kaçırttı kendini, makinası kaldı. Diğeri de gidip Rumun evine oturdu, Rumun makinasını aldı. Bizim taksitler kaldı.

• Soru: Bir dönem de kozmetik sektörüne girdiniz. Onu da anlatır mısınız?
• Türkoğlu:
Bu arada Henkel’in bayisiyle firma anlaşamamıştı, aralarında sorun oldu. Henkel bizimle temasa geçti ve bize Lefkoşa’nın bayiliğini verdiler. Rum genel bayisiydi, biz sadece Lefkoşa’nındık. 63’lerde Almanya’dan Henkel’in kozmetik ürünlerini getirtmeye başladık. O dönemde kozmetik çeşitleri Türkiye’de ihtiyaçtı ve valizlerle Türkiye’ye taşırlardı. Ne vakit ki Henkel üretim için patentini Türkiye verdi, kalite düştü, o işi 2000’de bıraktık.

ETİ distribütörlüğü...

• Soru: 1974’den beri ANK olarak ETİ Bisküvileri’nin Kıbrıs Distribütörlüğünü yapıyorsunuz. Bildiğim kadarıyla hisseniz de var. Bu çok alışılmış bir şey değil, o dönemde bunu nasıl başardınız?
• Türkoğlu:
74 harekatı sonrasında ETİ direkt halka satılmak üzere Kıbrıs’a bir kamyon bisküvi gönderdi. Gezdiler, sattılar. Sonra bir arkadaş bana bir miktar bisküvi kaldığını, istersem bize satabileceklerini söyledi. Biz de o dönemde Frou Frou gibi pek çok bisküvi firmasının bayiliğini yapıyoruz. ETİ’nin kalan malını aldık. Birkaç gün sonra işadamlarına Türkiye’den mal tedariki için bir heyet gönderileceğine dair bir çağrı çıktı, memlekette mal kalmamıştı. 10 kişilik bir grup gittik. Bizim İstanbul’la kereste işinden dolayı yakınlığımız vardı. Gittiğimde onların evinde kalırdım. İlk ÜLKER’e gittik, bizim tanıdıklarımız onların ahbabıydı. O gün işçilerin grevi varmış, kapıları indirmişler. ÜLKER’deki adam bize “mal vermek isterim ama grev var, ne zaman verebilirim bilemem” dedi. Biz de aylarca bekleyemezdik. Bir de ETİ’ye müracaat ettik. ETİ’nin sahibi Firuz Kanatlı ile görüştük, bizi genel müdürleri Turan Bey’e yönlendirdi. Konu Turan Bey’e aktarılmış, bizi kendi aradı. İstanbul’da buluştuk, görüştük. O da heyecanlıydı, onlar da ihracat başlatmak isterdi. Ticareti biraz bildiğim için beraberimde transferable letter of credit götürmüştüm. Ertesi gün bankaya gittik, parayı transfer ettik ve 29 Ekim 1974’de ilk tır Kıbrıs’a geldi.
  

Firuz Bey, TamGıda ismi altında yeni bir şirket kurdu, bayilere de hisse vererek satışların yükseleceğini düşünmüştü. 80’de ihtilal zamanı, şirketin %30-35’ini de asker almıştı. Bayilere de hisse verdi. Bize de sembolik bir hisse verilmişti. Firuz Bey biraz kendi hissesinden vermişti. Seneler geçtikçe ordu pazarı çeşitli alanlara girdi ve ETİ’nin büyümesine engel oldu. Toplantılarda herşeyi reddediyorlardı. Asker hisselerini satmak istedi, Şirketler Kanunu’na göre sadece sahibine satabilirlerdi.

Firuz Bey askerin hisselerini satın aldı ve asker ETİ’den çıkmış oldu. Firuz Bey, Kıbrıs’a geldikleri zaman bize hisselerimize karşılık bir miktar veya ayrılmak istemezsek yeni şirkete bizi geçirmeyi teklif ettiler. Biz de ayrılmak istemedik ve bizi yeni şirkete geçirdiler.

 


Ahmet ve Nafi Kardeşler, 1960’larda ANK markasıyla dikiş ve örgü makinası ithal ederek köylere gidip kurslar düzenlediler.


Ahmet ve Nafi Kardeşler, elektriksiz tahta buzdolabı üretip ANK markasıyla sattı.

Röportaj Haberleri