“45’lik dönem kültürünü bugüne taşıyor”

İstanbul, her ne kadar gün geçtikçe yaşaması zor bir metropole dönüşüyor olsa da, hala özgün ruhunu kaybetmeyen nadir şehirlerden biri. Bu ruhun en yoğun hissedildiği bölgelerden biri ise kuşkusuz Beyoğlu

İstanbul, her ne kadar gün geçtikçe yaşaması zor bir metropole dönüşüyor olsa da, hala özgün ruhunu kaybetmeyen nadir şehirlerden biri. Bu ruhun en yoğun hissedildiği bölgelerden biri ise kuşkusuz Beyoğlu. Sanatın, edebiyatın, müziğin, tarihin ve eğlencenin kalbinin attığı bu semtte, sadece gezmiyor onun bir parçası haline geliyorsunuz. Elbette Beyoğlu’nun belleğinde her zaman iz bırakan bazı mekanlar da var, onlar geçmişten bugüne zamanın tanığı, kültürün taşıyıcısı niteliğinde.  45’lik Bar, benim için bu mekanlardan biri. Her gittiğimde uğramadan geçemediğim, sadece müzik dinlemek için değil, bir dönemin ruhunu hissetmek için de tercih ettiğim özel bir bar. 80’li yılların kültürünü ve müziğini yaşatmak amacıyla kurulan bu mekan, bugün aynı zamanda bir eğitim alanına dönüşmüş durumda. Artık yalnızca nostalji değil, üretimin de olduğu günlük bir akışı var. Bu dönüşümün arkasında ise mücadeleci bir isim var. 45’lik’in kurucusu, işletmecisi, DJ’i, kültür taşıyıcısı Fuat Akyol. Onunla 45’lik’in hikâyesini , Beyoğlu’nu, değişen eğlence kültürünü, müziği ve geleceğe dair kaygılarını konuştuk.

“Amacım özlem duyulan ihtitaca cevap vermekti”

Her şey bir hayalle başlar, 45’lik de bir hayal ile başladı, biz de söyleşimize, 45’lik Bar’ın doğumuna ilham veren ilk fikir ve Fuat Akyol’un müzikle kurduğu derin bağla başlıyoruz.

“45’lik ismi plaktan çıkan bir isimdi. Fakat bu şimdiki zamanla geçmiş zaman bağlantısı kurmak için çıktığım bir yoldu. Sadece şimdiki zamanı değil, geçmişi bugün de yaşatmak gibi bir derdimiz vardı. Öyle başladık. Pop-rock bir bar olarak açtım. Uzun yıllar bu şekilde devam etti. Özellikle 90’lı yıllarda rock müziğin hakkını veren, müziğin hakkını veren bir dönemdi. O yıllarda bugünki gibi de her şey elimizin altında değildi. Metallica grubu mesela albüm yaptığında, onu edinebilmek ve dinleyebilmek için gerçekten çaba sarf etmek gerekiyordu. Hayatta emek verilen her şey değerlidir. Bir yerlerden bulmaya çalışır veya yurt dışına gittiğimizde almaya çalışırdık. Türkiye’de bulmak zaten çok zordu. Aslında kişisel hayatımda müziğin farklı evrelerine şahitlik ettim. Plak, kaset ve şimdi de cd çalar. Elbette aralarında en güzelinin plak olduğunu düşünmekteyim. İlk başta kardeşimle bu yola çıktık. Daha sonra ben yalnız devam ettim. 45’lik barda 2008 yılından bu yana sadece Türkçe nostalji tarzda çalmaya başladık. Buradaki derdim dinleyicilerin özlem duyduğu ihtiyacına cevap vermekti. 70’li, 80’li hatta 90’lı yılları merak eden, özleyen müdavimlerimiz var. o yıllarda nasıl, neler yaşandığını, neler dinlendiğini merak edenler var. Öyle ki ben bu barda üç nesli de birarada gördüm. Anne, kızı ve torun şeklinde… İnsanlara böyle bir kültürü verebildiğim için çok mutluyum.”

Akyol, işletmeciliğin yanı sıra müzisyen kimliğiyle de öne çıkıyor; zaman zaman DJ kabinine geçerek kendi seçtiği parçaları çalıyor.

“Müziği her zaman çok sevdim. Aslında sinemadan gelen bir aşinalığım vardı; özellikle eski Türk filmlerini izlemeyi severdim. Bu aşinalıktan yola çıkarak, müziğe olan merakımı ve işletmecilik yönümü birleştirerek farklı ve özgün bir şey yarattım.”

Bugünlerde yeniden gösterime giren Issız Adam, yalnızca Türk sineması ve yönetmen Çağan Irmak’ın sinemasına değil, 45’lik’e de iz bırak olaylardandı. Filmin yarattığı etki ile birlikte, zamanla mekânın popülaritesi de gözle görülür biçimde arttı diye düşünüyorum.

“İstanbul gecelerine çıkan, müzikle bir şekilde yolu kesişen herkes 45’lik Bar’ı mutlaka duymuştur. Ama Issız Adam ile birlikte bu bilinirlik çok daha kitlesel bir hâl aldı. Çünkü Issız Adam, aslında bir Beyoğlu hikâyesiydi. O filmle birlikte insanlar Beyoğlu’nun ruhunu, sokaklarını ve gecelerini yeniden hatırladı. Bize olan ilgiyi de doğal olarak artırdı.”

Bu hikâyeye son yıllarda 45’lik Akademi de eklendi. Akademi çatısı altında oyunculuk ve fotoğrafçılık gibi alanlarda atölye çalışmaları düzenleniyor. Bh çalışmaların birinde ben de bulundum.

“Yetenekli gençler, bu sistemde görünmez hale geliyor”

“Oyunculuk eğitiminin yanında, oyuncu adaylarının seçmelere giderken karşı tarafa göndermesi gereken videoların hazırlanmasına dair de eğitimler veriyoruz. Kamera önü oyunculuk ve fotoğrafçılık alanında düzenli olarak atölyelerimiz var. Tüm bunları kültürel bir üretim olarak görüyoruz; çünkü amacımız sadece meslek kazandırmak değil, insanları dönüştürmek, geliştirmek. Oyuncu olmak isteyenlere bu alanda gerçek katkılar sunmaya çalışıyoruz.

Eğitimlerimiz sabah saat 11.00’de başlıyor ve akşam 19.00’a kadar devam ediyor. Haftanın iki günü, uzun soluklu programlarla ilerliyoruz. Bu süreçte bir günü Melek Öztürk, diğer günü ise Kudret Sabancı ile birlikte yürütüyoruz. Gerçekten burada bir kültür yaratmaya çalışıyoruz. Bunun yanında oyuncu menajerliği de yapıyorum. Ancak sektörde genellikle herkes sadece tanınan, medyada yer bulan isimlerle çalışıyor. Bu da önemli bir soruna yol açıyor.. Oysa bu gençleri doğru bir şekilde yetiştirerek sektörde yer bulmalarını sağlamak mümkün. Ben de bu yüzden, ‘no name’ denilen ama yetenekli, henüz tanınmayan oyuncularla çalışmayı tercih ediyorum. Üniversitelerden ve farklı sanat okullarından mezun oyuncularla, daha entelektüel bir oyuncu profili yaratmaya çalışıyorum. Çünkü sektör gün geçtikçe nitelik açısından geriye gidiyor; bu durum dizilerden, filmlerden açıkça görülüyor. Yeşilçam filmlerini arar olduk. Festival filmleri bile artık eski etkisini yitirdi. Sitcom’lar da aynı şekilde. Hayatın kendisi çok değişti ama biz hâlâ bu değişime doğru şekilde yanıt veremiyoruz. Bu gidişatı kırmak için, doğru insanları yetiştirmek şart. Zaten 45’lik’i kurmamdaki amaç da buydu: Sadece eğlenilen bir mekân yaratmak değil, bir dönem kültürünü bugüne taşımak ve yaşatmak.”

Beyoğlu, Fuat Akyol’un hayatında ve yaptığı çalışmalarda her zaman özel bir yere sahipti. Bugüne kadar çeşitli platformlarda yazılar yazdı, radyo programlarına imza attı. Şimdi ise bu üretimini daha kapsamlı bir boyuta taşıyor.

“Şimdi 45’lik’in hikâyesini yazdığım bir kitap üzerinde çalışıyorum. Bu, sadece bir mekânın değil, bir dönemin ruhunu anlatan bir hikâye aslında. 90’lı yıllardan başlıyor, bugüne kadar geliyor. İçinde anılar, tanıklıklar, şarkılar var. Herkesin hafızasında bir yeri olan o zamanları, hem bireysel hem toplumsal değişimlerle birlikte aktarmaya çalışıyorum. Müzikle, kıyafetle, yaşam tarzıyla gelen kültürel dönüşümleri de anlatıyorum. Hayata dokunan, duygulara seslenen bir kitap olacak.”

“Ciddi bir muhafazakârlaşma sürecindeyiz,  bunun da bir sınırı var”

Beyoğlu, onun için sadece İstanbul’da bir semt olmaktan öte, bir ruh, bir geçmiş ve bir aidiye anlamına geliyor. Bu eşsiz kültürel mirası korumak için de her zaman mücadele edenlerin başında geldi. 45’lik’i yaşatmak için direnç gösterdi. O yüzden, Beyoğlu’na değinmeden bu sohbeti tamamlamak olmazdı.

“Beyoğlu, birçok kültürün bir arada yaşadığı, kökleri Cenevizlilere kadar uzanan bir kültür odağı. Eskiden gayrimüslimler daha çok Karaköy’e yerleşmişti, ardından konsoloslukların gelişiyle birlikte bölge Pera kimliğini kazandı. Tüm bu unsurlar bir araya gelince ortaya öyle bir kültür çıktı ki, içinde Edip Cansever de var, Nazım Hikmet de, Cemal Süreya da… Ara Güler’in izleri de burada. Beyoğlu’na çıktığınızda başınızı biraz kaldırın, mutlaka bir yerlerde tarih ve kültürle karşılaşırsınız. Bu kültürel doku zaman içinde elbette değişti. Çok eskiden burada bir meyhane kültürü vardı; Beyoğlu her zaman bir eğlence merkezidir. 1980’li yıllarda meyhanelerin yerini pavyonlar ve müzikholler aldı. 90’lı yıllarda bu kez türkü bar furyası başladı. 90’ların ortasından itibaren ise rock kültürünün hâkim olduğu bir dönem yaşandı. 2000’li yıllarda alternatif müzikler öne çıktı, insanlar biraz daha sakinleşmeye başladı. 2010’lara geldiğimizdeyse bölge ciddi bir mülteci göçü aldı. Kendi kültürümüzü koruyamadık; başka kültürler yerleşmeye başladı. Şimdi Beyoğlu tekrar eğlence yönünü canlandırmaya çalışıyor. Ama baktığınızda, 90’ların sonunda burada yirmiye yakın bar varken, bugün yine meyhaneler ağırlık kazandı. Bu dönüşüm bana göre pek olumlu değil. Çünkü bar, sadece bir eğlence mekânı değil, aynı zamanda bir sosyalleşme alanıdır. Meyhanede genellikle yalnızca masanızdaki insanlarla konuşursunuz. Ama barda öyle değildir; tanımadığınız insanlarla bile kolayca diyalog kurabilirsiniz. Bar kültürü insanı dışa açar. Şimdi ise insanlar etrafına bakmaktan çekinir hale geldi, doğallık yavaş yavaş kayboluyor. Bar dediğiniz yer, eğlenmeye, mutlu olmaya, sosyalleşmeye gidilen bir yerdir. Ne yazık ki bu kültür gittikçe azalıyor. Ciddi bir muhafazakârlaşma sürecindeyiz. Ama bunun da bir sınırı var; bir yerde mutlaka bir kırılma yaşanacak.”

Röportaj Haberleri