32 kısım tekmili birden: Kin, nefret, ihtiras...

32 kısım tekmili birden: Kin, nefret, ihtiras...

Tufan Erhürman

Siyasette duyguların önemli bir yeri vardır; olmalıdır. Yoldaş, insan, çocuk, doğa, hayvan, yurt sevgisi önemlidir mesela. Bu duyguların soğuk araçsal akıl tarafından gereksiz ilan edilmesi, “duygusal” davranmanın yanlış davranmakla özdeşleştirilmesi son derece tehlikelidir. Ama unutulmamalıdır ki siyasette araçsallaştırılmamış biçimiyle aklın da önemli bir yeri vardır. Aklın devre dışı kaldığı yerde, kin, nefret ve özellikle ihtiras gibi duyguların hakimiyeti ele geçirmesi hemen hemen kaçınılmazdır.

Kıbrıs Türk siyasal yaşamında, uzunca bir süreden beri yalnızca sağda değil, solda da, hem iyi duygular, hem de araçsal olmayan akıl, sahneyi araçsal akla ve kötü duygulara terk etmiştir. Siyaseti yaşamın geri kalanından koparıp, yalnızca siyasilerin at koşturduğu bir alan, icra ettiği bir faaliyet olarak algılamaya meraklı ve hevesli olanlar muhtemelen bu noktaya kadar söylediklerime heyecanla katılacaklardır. Oysa siyaseti yaşamın geri kalanından ayırmak hiç de kolay değildir. Mehmet Yaşın, herkese tavsiye ettiğim son romanı Sarı Kehribar’da “Kıbrıslılar” için şunları söylemektedir: “Kıbrıslılar tanıdığım en kötücül toplumdur. Çok kötülüğe uğramışlar da bunu başkasına yansıtarak mı rahatlıyorlar? Ancak birbirleriyle didişerek bi’şeyler elde edebilecekleri bir sistem içinde şu adacığa sıkışıp kalmışlar da ondan mı? Belki savaşta herşeyler’ni kaybetmeyi, hem de birdenbire zenginleşmeyi bir arada yaşadıklarındandır. Yoksa Mnemosyne’in dediği gibi, ‘Madem ki Kıbrıs problemi çözülmez gemisini kurtaran kaptan’ düşüncesiyle kendi çıkarlarından başka şeye aldırmaz hale gelmelerinden mi? Amaaan neyse valla, ben olma’yım da kim olursa olsun bunu araştıracak kişi” (Mehmet Yaşın, Sarı Kehribar, İstanbul, YKY Yayınları, 2014, s. 156).

Sevgili Mehmet Yaşın gibi ben de asla talip değilim bu durumun sebeplerini araştırma işine. Ama sonuç ortada. Eski filmler için kullanılan bir deyişle, “32 kısım tekmili birden: kin, nefret, ihtiras”tan başka bir şey görmek uzun bir süreden beri namümkün bu “Kıbrıs” adı verilen yazlık sinemada. Aslında belki bu kadar bildik kötü duygularla açıklamak da doğru olmayabilir en azından “Kıbrıslı Türklerin” hallerini. Biraz daha komplike, biraz daha üzerinde çalışılmış, kuramsallaştırılmış, öyle herkes tarafından bilinmeyen ama bilmeyenlerin yüreklerine de çöreklenebilen farklı duygulara ilişkin kavramlarla düşünmek gerekebilir. Max Scheller’den “ressentiment (hınç) eleştirelliği” kavramı ödünç alınabilir mesela. Scheller şöyle açıklar bu kavramın niteliklerini: “Bu özel türden ‘ressentiment eleştirelliği’ni niteleyen şey, eleştirilen koşullardaki iyileştirmelerin tatmin etmemesidir; iyileştirmeler olsa olsa hoşnutsuzluk yaratır çünkü suçlama ve olumsuzlamanın verdiği artan hazzı yok eder. Birçok modern parti, taleplerinin kısmen karşılanmasından ya da vekillerinin kamu hayatına yapıcı katkılarından son derece rahatsız olacaktır çünkü böylesi bir katılım muhalefet zevkini ortadan kaldırır. Taleplerinin yerine getirilmesini ciddi olarak arzulamamak ‘ressentiment eleştirelliği’ne özgü bir durumdur. Bu eleştirellik derdin deva bulmasını istemez; dert bir eleştiri bahanesidir sadece” (Max Scheller, Hınç, çev. Abdullah Yılmaz, İstanbul, Kanat Yayınları, 2004, s. 12).

Scheller’in söyledikleri bana “Kıbrıslı Türkler”in halleri açısından daha aydınlatıcı gelse de, Yaşın’ın daha bildik kavramlarla söyledikleri de yabana atılır gibi değil doğrusu. Yazar, daha önce alıntı yaptığım sayfada, siyasetten değil, akademik yaşamdan bir örnekle kargışlamaya devam eder “Kıbrıslı”ları: “Bizim üniversitedeki ortamdan belli işte, iyi bir iş ortaya çıkaramayışlarından kaynaklanan bir öfke ve kıskançlıkla dolu hepsi. İçler’ne köklü bir refleks gibi sinmiş bir iyi-şey-düşmanlığı duyuyorlar. Evet hak’katen kötülüklerinin kaynağı yine kendi kötü işleri. Nefret objesi haline getirdikleri birinin, geçmiş olaylardan haberi bile olmayan çocuklar’na da doğal olan buymuşçasına her kötülüğe devam ediyorlar” (Yaşın, Sarı Kehribar, s. 156).

Bu kötücül hallerin sebepleri üzerinde kafa yormakta büyük yarar var elbette. Tahminlerle yetinmemek, ciddi araştırmalarla daha az tartışmalı saptamalar yapmak gerek. Ama dedim ya, sebepler her ne olursa olsun sonuçlar ortada. Yaşamın her alanında olduğu gibi siyasette de kötü duygular ve en az onlar kadar kötülüğe meyyal araçsal akıl bütün ihtişamıyla sahnede. Sahne ha çöktü ha çökecek. Halimiz halden ha gitti ha gidecek. Ya kötü duygularla iyi duygular, araçsal akıl ile akıl yer değiştirecek, ya “dünyayı güzellik kurtaracak” ya da bu kötülük onun taşıyıcıları dahil hepimizi tarihin çöplüğüne sürükleyecek.

Dergiler Haberleri