YENİ ATÖLYE ÇALIŞMAMIZ 22 MART’TA BAŞLIYOR!

KADININ İNSAN HAKLARI ATÖLYELERİMİZ DEVAM EDİYOR

Feminist Atölye (FEMA)

 

Feminist Atölye olarak 2011 yılından beridir Kıbrıs’ın çeşitli şehir ve köylerinde yaptığımız Kadının İnsan Hakları çalışmaları için başvurularımız başladı. 22 Mart 2017 tarihinde başlayacak olan KİHEP atölyeleri 25 kişilik gruplarla yapılıyor. Başvurular için son tarih 18 Mart 2017’dir.

Lefkoşa’da açılacak gruba kayıt için: 0548 862 77 57

Mağusa ve İskele’de açılacak gruba kayıt için : 0533 862 50 69

 

KADININ İNSAN HAKLARI EĞİTİM PROGRAMI (KİHEP)

  1. Kadının İnsan Hakları Eğitim Programı nedir?

Kısa adı KİHEP olan Kadının İnsan Hakları Eğitim Programı, ilk defa 1995 yılında İstanbul’da uygulanmaya başladı ve 20 yıl boyunca kadınların ihtiyaçları, değişen yaşam koşulları ve toplumsal konumları göz önünde bulundurularak sürekli yenilenip geliştirildi. Türkiye’de toplam 52 ilde uygulanan şimdiye dek toplam 12.000’den fazla kadına ulaştı. KİHEP atölyeleri 13 hafta sürüyor. Uluslararası düzeyde de kabul gören bir program olan KİHEP, İnsan Haklarında Yeni Çözümler ödülünü alan sertifikalı bir programdır.  Feminist Atölye’nin gönüllü girişimleri ve çabaları sonucunda KİHEP 2011 yılından beridir Kıbrıs’ın kuzeyinde de FEMA aktivistleri tarafından uygulanıyor.

  1. KİHEP’in amacı nedir?
  • Kadınlar olarak hepimizin yasal ve toplumsal haklarımız ile ilgili farkındalığımızı artırmak ve pekiştirmek,
  • Ülkemizde ve dünyada yaşanan insan hakları ihlalleri konusunda toplumsal bilincimizi güçlendirmek,
  • Hem bireysel yaşantımızda hem de aile hayatımızda karşılaştığımız sorunlar karşısında uygun çözümler üretmemize yönelik donanım kazanmak,
  • Toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda güçlenmeyi, kadınlar olarak demokratikleşme süreçlerine özgür ve eşit bireyler olarak katılmamızı sağlamak,
  • Hayatın her alanında karar alma süreçlerine aktif, cesur ve dayanışmacı bir biçimde katılmamızı sağlamak,
  • Kendi bağımsız örgütlenmelerimizi yaratmak ve/veya faaliyet gösterdiğimiz örgütlerde aktif politika üretimine güçlü bir şekilde katılmamızı desteklemek,
  • Eşimiz, dostumuz, sevgilimiz, çocuklarımız, arkadaşlarımız, kısacası çevremizde bulunan herkesle şiddetsiz iletişim kurabilmenin yöntemlerini öğrenmek,
  • Bedenimiz, cinselliğimiz, doğurganlık haklarımız, ekonomik ve siyasal haklarımız yanında Avrupa, Türkiye ve Kıbrıs’taki kadın hareketini tarihinin ve deneyimlerini düşünmek,
  • Birlikte öğrenmek; öğrenirken eğlenmek ve keyif almak.

 

  1. KİHEP, Kıbrıs’ta nerelerde uygulandı? Ne gibi faydaları oldu?

Kıbrıs’ta KİHEP ilk kez 2011 yılının Mart ayında Lefkoşa’da uygulanmaya başlandı. 2016 yılına kadar geçen süreçte Lefkoşa’da 5 grup çalışması, Mağusa’da  2 grup çalışması ve Girne’de 1 grup çalışması tamamlandı. Haftada bir gün iki buçuk saat sürmek kaydı ile 3 ay boyunca devam eden rutin grup çalışmaları yanında, birçok yerel kadın örgütü de programdan seçilmiş spesifik modülleri aldı. Yapılan çalışmalar ile KİHEP Kıbrıs’ın kuzeyinde 250’den fazla kadına ulaştı. Atölyeler sonucunda programa katılan kadınların bir kısmı dâhil oldukları örgütlerde karar alma süreçlerine daha aktif katılmaya ve toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda yeni proje ve politikalar üretmeye başlarken, bir kısmı da kendi bulundukları bölgelerde bağımsız örgütlerini kurdular.

 KİHEP Atölyeleri:

  1. Anayasal Haklar ve Medeni Haklar
  2. Kadına Karşı Şiddet ve Aile İçi Şiddet
  3. Şiddete Karşı Stratejiler
  4. Kadının Ekonomik Hakları (I ve II)
  5. İletişim - Bölüm I
  6. İletişim - Bölüm II
  7. Toplumsal Cinsiyet Rollerine Duyarlı Çocuk Eğitimi ve Çocuk Hakları
  8. Kadın ve Cinsellik
  9. Kadın ve Doğurganlık Hakları
  10. Kadın ve Siyaset
  11. Feminizm ve Kadın Hareketi Tarihi
  12. Kadın Örgütlenmesi

Kıvırcık Kezban: Kalabalıkta Var Olabilmenin Dayanılmaz Hafifliği

İnsan hayata gözünü açığı anda dünyayla mücadelesi başlamış olur. Ailesi, çevresi ve okulu, karakterinin oluşmasına ciddi etki bırakır. Bu yıllarda kazanılan değerler ve hayata bakış açısı, gelecekteki adımların yönünü de belirler. Kendi çocukluğumu düşündüğümde,çok karmaşık duygularla dönüyorum o günlerime. Şanslı mıyım, şanssız mıyım?..Cevabından emin olamadığım bir soru bende bu. Değişik bir tecrübenin içine doğdum Maraş’ın açık olan yarısında.

Sakin bir mahallede, buram buram savaş kokan, dikenli tellerini ve yıkılmış harabe halindeki evlerini her günün alışkanlığıyla görmekten normalleştirdiğim çocukluğumun sokaklarında gözüme batan en rahatsız edici sorun,  sokağın sonundaki evin duvarına yazılan “ Bu ev tutulmuştur” yazısındaki yazım hatası olmuştur. Ne mermi delikleri, ne de tellerle örülü yol boyu, bu kadar rahatsızlık vermemişti bana. Ailemin hayata bakışının etkisi ve bizi yetiştirirken onlardan kazandıklarımız, şanssız bir mekânda, şanslı büyüyebildiğimizi düşündürür bana çoğu zaman. Barışı özlemek ve mermi deliklerinden çıkan çiçekleri sevebilmek, o yıllardan başlayan bir inat olmuştur hayatımda. Umuda inat diyorum buna ben. İçimdeki sesin hiç susmadığını, aslında gerçekten doğruyu hep içimizdeki seste duyduğumuzu anladım bu yıllar içerisinde.

Kıbrıs’tan, yükseköğrenim için ayrılmak, hayatımın önemli bir dönüm noktası olmuştur. Pek çok ilk ile tanıştığım, ama en çok da inatçılığımın boyutunu gördüğüm ciddi tecrübelerle dolu yıllar oldu.

Kalabalık sokaklar, balık istifi gibi hıncahınç dolu halk otobüsleri, polis kontrolüyle girilen fakülte binaları… Ama hiç alışamadım bu kalabalığa ve bu kalabalığın bir parçası olmamak için çok direndim. Otobüs duraklarında boş otobüs gelene kadar bekledim saatlerce. Ayakta durmaktan yorulup kaldırımda oturdum ama bekledim. Otobüste ayakta başkalarına sürünerek yolculuk etmek istemiyorum deyip bekledikçe, yanımdakiler bana gülüp geçtiler. Ama ilk yıl vazgeçmeden duraklarda bekledim uzun süre. Hatta bir gün o kadar sert, o kadar zor geldi ki bu kalabalığın ruhsuzluğu, üst geçitten geçerken ortasında durup kenara yaklaştım ve ayaklarımı aşağıya sarkıtıp yere oturdum. Altımdan arabalar geçerken, geniş kaldırımları dolduran yüzlerce insan seline bakıp ağladım. Ben bu kalabalıktan biri olmayacağım diye söz verdim kendi kendime. Hiçbirinin diğerinden farkı yok gibi görünen, hep bir yere gitmek için acelesi olan, yüzünde duygu izi olmayan robotlaşmış kalabalıktan biri olmayacağım… Farklı olanı söndüren, herkesleştiren, çoğunluk olmanın güvenliğine çeken o rüzgâra kapılmamaya kendi kendime söz verdim.

Yıllar içerisinde çoğu kez farklı olmanın getirdiği sıkıntıları yaşasam da, içimdeki sesin yürüdüğüm yolla aynı paralelde olduğunu bilmenin özgüveni ile dimdik durdum, savrulmadım. Gelen ilk otobüse binmemek ya da bu şehrin insanı olmamak inadından farklı bir yol olduğunu anladım kalabalığın parçası olmamanın. Farklı olmaktan ya da farklı düşünmekten korkmamak olduğunu anladım. Farklı düşündüğün için susmamak olduğunu… Herkesin yürüdüğü yolda, tek sesi çıkarmak ve güvenli kalabalık içine sığınıp göze batmadan yaşamak yerine, gerçek düşüncelerinle dürüstçe ve cesur adımlarla yürünen yolun en doğrusu olduğunu anladım.

Bunu, yaşadığımız hayat telaşı içerisinde, birçok olayda, değişik sınırların zorlandığı durumlarla yüz yüze gelerek yaşadım yıllar içerisinde. Kalabalık caddelerdeki insanların arasında kaybolmak durumunun yerini, çocuğunu yetiştirirken kabul gören genel kalıpların içinde kalmak, ya da kalmamak durumu aldı. Ona kalabalığın değer yargısını dayatmak ya da çoğunluğa uymak için baskı uygulamak gibi kolaya kaçan davranışlar öğretmek yerine, düşüncelerinin doğrultusunda özgürce kendini geliştirmek arasında bir dünyanın kapılarını açma fırsatını sunarak, kalabalığın hiçleştiremeyeceği bir karakter yaratmasına imkân sağlamayı istedim hep. Bunun için de gündelik sataşmalara aldırmadan, içimdeki sesin yolunda yürümeye inat ettim.

Hayvanları seven, onlara dokunmaktan, onları beslemekten mutlu olan bir çocuğun et yemeyi reddetmesini, anlayıp onun ortaya koyduğu nedenlere saygı göstermek yerine, onu kebapçıya götürüp kebap kokularının cezbedeceğini umarak, “herkes sever kebabı sen nasıl da sevmezsin?” diye genele uydurmaya çalışmanın neresi doğru olabilir ki?

 Birilerinin sözünü tekrarlayıp kaldırımları dolduran kalabalık olmak yerine, kendi fikrimizi, içimizdeki sesi dinleyebilmeliyiz. Normalin güvenli duvarı sadece kuklaları çoğaltır. Fikir sahibi olabilmek, bunu cesurca ifade edebilmek, birilerinin gözüne batma telaşı yaşamadan, çıkar uğruna yolundan sapmadan dümdüz yürüyebilmektir gerçek gücün kaynağı. İçimizdeki sesi susturmadan cesurca onu sahiplenirsek, gerçekten kendini bilen, sağlam kalabalıklar oluşturabiliriz. İçinde kimsenin kaybolmayacağı, tek ses olmasa da, zengin ve güçlü bir cümleyi kurmaya yarayan kelimeler üretebilen cesur kalabalıklar.


CADI SÜPÜRGESİ:

Ercan havalimanını haraç mezat aldıktan sonra gerek devlete ödemekle mükellef olduğu vergileri ödememesi, gerekse Kıbrıs’ta kazandığı paraları havaalanını yenilemek yerine Türkiye’deki projelere aktarması ile tanıdığımız Emrullah Turanlı’nın geçtiğimiz günlerde “KKTC’yi tanıtmak” adı altında TURSAB-Hürriyet gazetesi işbirliği ile düzenlediği parodide Kıbrıs’ın kuzeyi “82. İl olarak” tanımlandı. KKTC’nin açılımının ne olduğunu bile bilmeyen ve devletten sürekli “Kuzey Kıbrıs Türkiye Cumhuriyeti”, “Türkiye Kıbrıs Türk Cumhuriyeti”, “Kıbrıs Kuzey Türkiye Cumhuriyeti” gibi abuk subuk isimlerle bahseden bir grup kravatlı ile bu kişilerin yaptıkları konuşmalara müdahale etmeyen bakan beyleri süpürmek istiyoruz.

 

Dergiler Haberleri