Yayın Kurulunun Notu

Önümüzde seçimler var. Solda birlik yorumları yapılıyor yapılmasına da kafalarda ne zaman başardılar ki sorusu da var. Oysa bu ittifak seçimler öncesinden başlamalıydı ki daha inandırıcı ve kalıcı olabilsin.

Kıbrıs’ın kuzeyinde salgından önce bir şekilde devam ediyorduk hayatlarımıza. Kavga, mücadele yine vardı var olmasına da, odağımızda “hükümetler” bu denli olmamıştı sanki. Kamudakiler ve sermayedar kesim dışında kalanlar, olsa olsa en çok da asgari ücretle ilgileniyordu. Çoğu zaman çaresiz hissediyordu özel sektörde olanlar çünkü KKTC’de kamuyu yönetmekten aciz hükümet(ler), kamuda kronikleşen sorunlarla yüz göz olurken özel sektörde olanların, yabancı uyrukluların, özetle ezilenlerin yüzüne bile bakmamakta, onları daha da çaresizliğe itmekteydi.  

Kapandık… Öyle olunca herkes tarafından zoraki bir takip ve ilgi başladı hükümete; hükümetin yaptıkları, aslında yapamadıkları, daha bir görünür oldu. Açılacak mıyız, aşılar ne zaman yapılacak, hangi saatlerde sokağa çıkma yasağı var, hangi sektörler açık kalacak... derken yönetim zafiyeti ayyuka çıktı; bu kadarı da olamaz dediğimiz absürtlükler içinde bulduk kendimizi. Ne kadar ilginçtir ki sosyal medyada tepkileri biriktirip daha insani, mantıklı ve makul kararlar alması yönünde ciddi baskı yaratıldı ve bu baskılar çoğunlukla da sonuç verdi.

Devleti yanında görmek istedi “vatandaş”ları. O yere göğe sığdıramadığınız devletinizin, her bir vatandaşı! Peki ne oldu? Koca bir hiç! Sadece ekonomik yıkıma indirgememek gerek meseleyi, hukuk, demokrasi, özgürlükler ve iradenin yok sayılması adeta ayaklar altına alınması normalleştirildi. Covid, ekonomi ve psikolojimizi; Cumhurbaşkanlığı seçiminde yaşanan müdahale ve baskılar da demokrasi ve kendi kendimizi yönetme becerimizi aldı götürdü. Geriye de kakofoni, bağırma çağırma, yalan dolan kaldı!  

Adayarısında siyasetçilere olan güven bunalımının nedenleri aşikardır; buraya taşımak uzun mesele. Seçilenler, aslında son cumhurbaşkanlığı seçimi düşünüldüğünde seçtirilen demek daha uygun olur, seçimden önce söylediklerini unutuverir ve hatta eleştirdiklerini dönüp kendileri uygulayabilir. Ne dürüstlük ne de samimiyet vardır; inkar ve yüzsüzlüktür geriye kalan. Akıncı, Cumhurbaşkanlığı süresince kendi başına kararlar aldığı ve Kıbrıslı Türkleri temsil etmediği yönünde çok sert eleştiriler almıştı. Tatar, göreve gelir gelmez, ne kadar temsiliyet oranına sahip olduğuna bakmaksızın iki devletliliği savunmaya, federal çözümün öldüğünü anlatmaya ve Kıbrıslılık diye bir şeyin olmadığını dillendirmeye başladı. Görüşmelere ilişkin herhangi bir konuda Meclis’in olurunu alma ihtiyacını hissetmediği gibi bilgilendirme derdi de olmadı. Kendi halkının ve Meclisinin düşüncelerinden çok AKP’nin sözcüsü olmayı yeğledi.  Tam da bu bağlamda seçim sonuçlarını hatırlatmak ve temsiliyetini sorgulamak önemlidir. 2015 Cumhurbaşkanlığı seçimlerine ikinci turda 176980 seçmenin 113478’i (%64.12) katılmıştı. Akıncı, seçime katılanların 67037’sini (%60.56) alarak kazanmıştı. Bu oy oranı toplam seçmen sayısının %37.88’idir. 2020 Cumhurbaşkanlığı seçimlerine ise ikinci turda 199029 seçmenin 133931’i (%67.29) katılmıştır.  Tatar, seçime katılanların 67322’sini (%51.69) alarak kazandı. Bu oy oranı toplam seçmen sayısının %33.83’üdür. Halen bu oranın (%33) kendisini desteklediğini düşünüyor musunuz?

Ne yazık ki söylemlerini unutma, eleştirdiklerinin tersi yönünde davranma UBP ya da Tatar’la sınırlı değil bu adada! Gaile dergisinin yıllardır birlikte yayımlandığı, gerçek anlamda özerk ve otonom olmamızı kabullenen ve bizlere söz, ses ve emek veren Yenidüzen’in, ne olursa olsun “Bir Zamanlar Kıbrıs” ya da şimdiki adıyla “Kıbrıs: Zafere Doğru” dizisinin reklamına yer vermemesi gerektiği düşüncesindeyiz. Onlarca eleştiri almış bu diziyi görünür kılmak elbette ki barış gazeteciliğinin ilkeleriyle örtüşmemektedir. Bu konuyla ilgili şaşkınlık ve üzüntümüzü dile getirmek isteriz. Umut ediyoruz ki, bundan sonra Kıbrıs’ta barış ve federal çözümden taraf olan medyanın sürekliliği ve var olması için gerçek anlamda bir dayanışma içerisinde olunur, böylesi bir karara/seçime de bir daha tevessül edilmez. Özetle söylemek gerekirse bu konunun esas düşündürücü yanı, söz konusu basın-yayın organlarının ekonomik darboğazda olmalarını fırsat bilenlerin, bu gazeteleri, kendi okur kitlesi ve yazarlarıyla çatıştırma başarısını gösterebilmiş olmalarıdır.      

Gaile 486’da Abdullah Korkmazhan, “Toplumun büyük bir çoğunluğu, yolsuzluğu, yoksulluğu, eşitsizliği, sömürüyü, gericiliği, baskıyı, gelecek belirsizliğini ve çözümsüzlüğü derinleştiren rejime ve bu rejimi yeniden yapılandırmaya dönük siyasal önermelere inancını ve güvenini kaybetmiştir.” görüşünü ifade ettiği yazısında sol partilerin birlikteliğinin ne denli önemli olduğunun altını çizmiştir.  Halil Karapaşaoğlu “Asya Bebek ve İnsan Olmak” başlıklı yazısında 1980’li yıllardan günümüze iktidara gelen hükümetlerin insan sağlığıyla ilgili verilen hizmetleri alınıp satılan bir meta ilişkisi içine sokarken insanlarımızın da ne yazık ki insan sağlığının bir hak olduğu, bunun her şeyiyle iktidardan talep edilmesi gerektiği bilincinden de uzaklaştığını ortaya koymuştur. Mertkan Hamit, düşen hükümetin ardından şunu ifade etmiştir: “Kıbrıs’ta yaşayan insanların geleceklerini garantiye alacak olan seçimler değil, iradelerini etkin bir biçimde ifade edebilecekleri yöntemlerdir.” Şevki Kıralp yazısında, ABD’nin Afganistan’dan çekilmesinin öncesi ve sonrasını değerlendirmiştir. Hakan Karahasan’ın Kıbrıs tarihine ışık tuttuğu yazısında, Kıbrıs Cumhuriyeti kuruluş tarihinin 16 Ağustos 1960 olduğu halde, 1963 yılında Kıbrıslı Türklerin devletin ortağı olmaya devam ettikleri bir dönemde değiştirilerek 1 Ekim tarihine alınmasını değerlendirmiştir. Asu Demircioğlu, Lefkoşa Türk Belediyesinde salgın döneminde başlayan “Başka” adlı çevrimiçi programına ilişkin samimi bir özdeğerlendirme yazısı kaleme almış, Yılmaz Akgünlü ise şakalar ve mucizelerin anlamını kendi iç dünyasını betimleyerek yazıya dökmüştür.   Serkan Tansel, imar planlarının durumuna ışık tuttuğu yazısında, kentlerin ve ülkenin planlanmasından yana olmayan ancak ranttan yana olan siyasi bir elitin var olduğuna dikkat çekmiştir. Son olarak Oğuz Ufuk Haksever yazısında, kimlik siyasetinin halen var olup olmadığını dünya, Türkiye ve Kuzey Kıbrıs özelinde tartışmıştır. 

Önümüzde seçimler var. Solda birlik yorumları yapılıyor yapılmasına da kafalarda ne zaman başardılar ki sorusu da var. Oysa bu ittifak seçimler öncesinden başlamalıydı ki daha inandırıcı ve kalıcı olabilsin. Ülkeyi bir harabeye çeviren UBP ise, önceki başkanının yargılanmaktan korkup Türkiye’ye kaçmasına, şimdiki başkanının mafya ile olan ilişkilerine, ekonominin dibe vurup iç borçlanmaların artmasına, Meclisin lağvedilip hukukun yok sayılmasına… (bu liste uzar da gider) rağmen tek başına iktidar olma derdinde… Güler misiniz, ağlar mısınız?!

Gaile Yayın Kurulu


Yayın Kurulu:

Ahmet Güneyli

Emel Kaya

Hakan Karahasan

Hakkı Yücel

Koral Özkoraltay

Mustafa Özbilgehan

Niyazı Kızılyürek

Pervin Yiğit

Seda A. Refik

Senalp Canlıbel

Serkan Tansel

Yılmaz Akgünlü

Web editör:

Ülviye Akın Uysal

Yayıncı:

www.yeniduzen.com

 

Dergiler Haberleri