Yaşamak Kime Yetti Ki…

Yaşamak Kime Yetti Ki…

 

Neriman CAHİT


Son günlerde, ‘ölüme, yazarımıza, çizerimize’ karşı gösterdiğimiz vefasızlığa fena taktım. Galiba, biraz da “Pratik” zorluyor buna.
Bu duygular içindeyken Nurullah Ataç’ın, bu konulara dair ‘ilginç yaklaşımı’ geldi aklıma…
Kütüphaneyi karıştırıp kitaplarını buldum…
Bakın neler yazmış (1950’lerde) Ataç Güncesinde:
• “Günlerdir hastayım. Hasta düştü mü, ister istemez ‘ölümü’ düşünüyor kişi… Güzeldir yaşamak… Kolay kolay katlanılmaz bu dünyayı bırakmaya…
Gene de söyleyeyim, korkmuyorum ölümden… Ölmek istenilmez ya, ne yapalım? Hepimizin başına gelecek… Epeyce yaşlandım, altmışıma yaklaşıyorum… Bu kadar yaşadım yeter bana…”

***
(61) yaşındaydı Ataç öldüğünde… Aslında, 60’lı yaşlar, kaç yaşında olursa olsun, ‘YAŞAMAK’ kimseye yetmez… Ve, Cemal Süreyya’nın dediği gibi: “HER ÖLÜM ERKEN ÖLÜMDÜR…”
Kişi üretebildiği, yaratabildiği, çalışabildiği…
KENDİNE ve ÇEVRESİNE YARARLI OLABİLDİĞİ SÜRECE… Yaşam yetmiyor… “Şu kadar yaşadım, yeter bana” diyemiyor…

***
Bir de, şunları okuyalım Ataç’ın Güncesi’nden… “Ölürsem yakında, bir dileğim var kalanlardan: Beni sevmeyenlere, beğenmeyenlere karışmam. Onlar, gerekli bulurlarsa, benim bir değerim olmadığını söylesinler…
‘Ötekilerden’, benim dileğim:
“ÖLDÜĞÜMÜN ERTESİ GÜNÜ YAZI YAZMASINLAR benim için…
Hani, “X”i kaybettik, şöyle yüksekti, böyle değerliydi” diye ağıtlar yok mu? O sözlerin, ‘yalan’ olduğunu, hepimiz biliriz… Tiksinirim o ağıtlardan…
Benim için yazı yazmasın, beni değerli bulanlar, iki yıl beklesinler. İki yıl sonra, unutmazlarsa… Beni, gene değerli bulurlarsa… İlk üzüntü de geçmiş olur… Yazsınlar düşündüklerini ama ölçüyü aşmasınlar…
“Kaybettik… Yitirdik…”
Ölülerin arkasından söylenen ‘bu söz’ tiksindirir beni…
Ben, ‘KAYBOLMAM’, ‘ YİTMEM’…

***
Ne diyorsunuz…
Bir şeyler anımsatıyor mu size Ataç’ın sözleri…

-----------------------------------------------------------------------------------


İNSANİ OLANI YAKALAYABİLME…

“Hala Unutamadım…
Ülkemizde bazı kanallar, Yaşar Kemal’in ‘Ölüm Haberini’ bazı yerel seçim haberlerinden sonra verdiler… Yaşar Kemal, her gün ölecekmiş gibi… Aslında yine ‘Kıbrıs Dışı’ haberlere dalıp, o yönde yol almak istemiyorum… Artık eskisi gibi her yapılan bu tür hataları da – kendimi tutarak – azaltmak – aslında – yapmamak istiyorum… Yani- neredeyse – insanın / insanımızın hayatını her gün biraz daha karartan… Gelecekten umudunu yavaş yavaş kestiren bir inişli yola yönlenip gidiyoruz…
Tabii içimizde: “Bana ne – Her koyun kendi bacağından asılır” vb . kolaycılar da var ama… Benim – Ve benim gibi “TOPLUMSALLAŞMIŞ” bireylerimizin pek de kurtulacağı yok… HÜZÜNLERDEN… KEDERLERDEN…
Arkadaşların – Dostların bazıları “Geçmişe özlem duyuyor ve sürekli onu dile getiriyor. Çok yakınımda olanlara “Geçmişe özlemi, yaşanan günden bir kaçış durumuna getirmeyin” diye söylenir dururum, bir işe yaramayacağını bile bile…
Aslında onlarınki de: “SON DERECE İNSANİ BİR DUYGU…” Ancak bazılarınki gibi: Marazi bir şekilde takılıp kalmamalı… Bu takılıp kalma, doğduğunuz yer de olur… Doyduğunuz yer de… Ama, önemli olan:

İNSAN DOĞDUĞU YERE BENZER…

Hep buna inanırdım… Ama, Lefkoşa’ya – Şeher’e geldiğimde önceleri değilse de – onu tanıyıp çok sevdiğimde – Benimsediğimde… Özellikle de lise yıllarımda – Şiirle – Yerelliği  bağdaştırmayı – daha da ötesi – Şeher’î, canımdan öte sevdiğimde: Edip Cansever’in şu dizeleri geldi kuruldu yüreğime:
• “İnsan, Yaşadığı yere benzer / O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer / suyunda yüzen balığa /  toprağında büyüyen çiçeğe / dağların, tepelerin dumanlı eğimine…”
• Lefkoşam – Şeherim benim yetiştiğim kent. Hayatın sevginin ve düşüncenin olanaksızlıklar içinde çırpındığı hayatıma, kanat vurduğum daracık gökyüzü… Duyarlılığımın yetiştiği bir tür ‘Ana Rahmi…’
Bu kentte yaşadığım sürede, ondan aldığım en büyük ders: “İnsani olanı yakalayabilirseniz: “Yerellik, hem yaşamınızı hem de yazmanızı zenginleştirir…”

***

Ben, İngiliz Döneminde yetiştim… Sömürge Dönemiydi ama çoğu kez o dönemi özletiyor yaşadıklarımız; çünkü: “uygarlıktan gelen bir toplum, karşısındaki / idaresindeki insanlara da insanca davranır…
• Bir örnek vereyim: Ben, Öğretmen Koleji’nin son sınıfında derslerim iyidir diye iki buçuk aylığına ‘İngiltere’ye Gönderilme Ödülü’ aldım: İngiliz Dominyonlarında belli Eğitim Kolejlerinin en iyi öğrencileri İngiltere’ye davet edilir ve İngiliz ailelerinin yanında misafir edilirdi. 
O yıl ben gidecektim Kıbrıs’tan…

***

Müzik dersimizde, İngiliz Müzik Hocamız tahtaya İngilizce bir şeyler yazmaya başladı. Tarih tam da ‘29 Ekim’ parmağımı kaldırarak: “Sir, Bugün bizim bayram günümüz, bize Türkçe bir şarkı öğretin” dedim.
- Hayır, bunu söyleyeceksiniz… dedi.
- “Hayır, söylemeyeceğiz… dedim…
Ve, sınıftan çıkarak doğru eve gittim… ‘İngiliz Okul İdaresi’ tam bir hafta beni ‘Disiplin Kurulu’nda’ yargıladı…
Gereken cezayı verdi…
Ama, İngiltere’ye gitmemi engellemedi…
Bana tam harçlığımı da vererek gönderdi…
Ama, benimkiler de dahil çoğumuzun çocukları – hangi okulu bitirip, hangi dereceyi alsalar da – evlerinde oturmaya mahkumlar…
( Küçük bir araştırma bu gerçeği - tüm ayrıntıları ve ağırlığıyla meydana çıkarmaya yeterlidir...)
***
Ya… İşte Böyle…

Dergiler Haberleri