Vur Patlasın…

Vur Patlasın…

 Rıdvan Arifoğlu
rarifoglu@yahoo.com


20. yüzyılda belirginleşen “hayat tarzı” kavramı çok kullanılır ama hayat tarzı eleştirisinin bu yörelerde toplumsal eleştirinin yerine geçebileceği de görülüyor. Sevmediğiniz insanları hayat tarzından vurup bunu topluluğun beğeneceği bir kalıba oturtur, ince ayarla bunu politik bir tavırmış gibi sunabilirsiniz. Tabii dedikodu muhakkak herkes-için-keyifli-bir-sohbetti. Anlayabildiğim kadarıyla bazen bu “keyif” sözcüğünü cümle içinde kullanmak olayın kendisinden daha keyifli oluyor. Keyfekeder kullanılan keyif keyfe katılıyor. Ben çok bulamadığım için keyfi katık ediyorum. Kuşlar “cah-cah vurdu”, sen ve keyfim gelmez oldunuz. Okuyor musun, ceh-ceh vurup, okudun mu şeyda bülbül? Hazır mıyız dedikoduya!? Şimdi (h)öt!

Hayat tarzı eleştirisinin toplumsal eleştiri kılıfına sokulmasının saklı bir başka versiyonu da benzer eleştirilerin ülkenizde kimsenin eleştirmeyeceği garantisinden çıkar. Adam futbol sevmez mesela, şehrin en iyi mahallesinden (yepis)yeni ev satın almıştır ama Dünya Kupası düzenlenmesini eleştiriyor, ya da olimpiyat. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu, demiş Adile Naşit’le Münir Özkul birbirlerine. Bu büyük organizasyonlarda merkezdeki fakir halk şehrin varoşlarına sürükleniyormuş. Merkez değerlendikçe evlerinden oluyorlarmış. İyi, güzel, eleştiri tamam da aynı şeyi sen yapınca, canım kardeşim, neden muaf tutulacakmışsın? Acaba şirin ve minik ülkende hiçbir zaman bu tip organizasyonların düzenlenmeyeceğine olan sarsılmaz inanç eleştiri gelmeyeceğini de mi garantiliyor? İşte senin talep ettiğin gibi başka insanlar da birşeyler talep etmişler, oralarda kurulmak (kurumlanmak), kazıklanmak (kazık çakmak) istemişler. Nezih bir eleştiri olmadı biliyorum. Olsun, olmasın. Olsun, olmasın.

Ben de bugün çok keyifliyim; Paşa Gönül, Sentebaş Deli Gönül’e karşı. İki sürü köpek dövüşmek için mi ne, dereye doğru tırıs gidiyorlar, ama tarlada birden yavaşlayıp kaynaşmaya, oynaşmaya başlıyorlar. Gaymaklı United vs. Gaymaklı City. Savaşmaya başlamadan önce bir lâse seviş. Michael Jackson iki çeteyi dansa davet ediyor, oysa toplanıp kavga edeceklerdi (Bkz.: Beat It klibi). Savaşmak için bir sebep bulmak gerek. Aslında sebep başka, ama görüntüde iki tarafın da kabul edeceği bir şey olmalı. Liderler birbirlerini görmezden gelerek geri geri yürüyormuş gibi yaparlar. Omuzlar birbirine dokunur-dokunmaz kavga başlamış olacak. Bir sebep, göstermelik… Sustalılar sustalanıyor. Kısa bıçakların gecesi… Fakat o da ne, Michael Efendi değil mi o!? Herkesi sislerde dansa katıyor. Just Beat It! Çifte bıçaklı olduğu için Beat It ismini Güzel Türkçemiz’e “Vur Patlasın” diye çeviriyorum. Zorlarsan, “defol!” ve “vur vur inlesin!” anlamları dışında işin içine etimolojiyi de katabilirsin. Meğer bu laf “beat a retreat” deyiminden geliyormuş: “Savaşı, rezilliği terk etmek” veya  “geri çekilmek” gibi birşey.

Velhasıl, gardadcığım, dedim böyle böyle, dedi 150’ye olur. Dedim suçum ne, dedi dişimdir. Dedim kalem nedir oyy! Dedi kaşımdır. Sonunda lastiklerden sadece yarık olanı geçici süreliğine 20’ye değiştirdik. Şimdilerde Mobylette (1’e 20) dinlencede. Kendini “kullanılmış” hissediyor. Düşmez-kalkmaz bir Allah. Atlar da bakım istiyor, öğrenemedin gitti.

Böyle dünya şampiyonaları, dünya organizasyonları olsa da biz de dünyada olduğumuzu anlasak… Şöyle Akdeniz adalarında bir güzel olimpiyat yapabilsek… Bu barış gölüne ismini geri versek. Sporcular ve ehaliler birlikte teknelerde-gemilerde, o ada senin bu ada senin, dolaşıp dursak. Birazcık oracıkta, buracıkta birazcık. Suriye’de yüzü koparılmış adamın torunları “bir zamanlar savaş vardı” diyebilse… Kin bitmiyor. Bitmeyecek gibi görünüyor. Kazanana Ödül Yok. Ödüllendirilmeden iki adımı yanyana getiremeyen ehaliler miyiz, neyiz, tekrar göreceğiz.
             
Gelecek seçimler konusunda tartışıyorlar, ama tartışma sen şu kadar mal aldın, ben güneyde bu kadar mal bıraktım laflarıyla bitiyor. Malın gözü, tuzu kuru, 1 cevaba 40 dereden soru. Ufak (ufak) at ki Mobilat da civcivlensin. Kedi ulaşamadığı ciğere “(has)pis(tir)”, biri ciğeri önüne atınca da “Bunun için çok (ama çok) çabaladım,” der. Doğal durumu bilinçle seçmiş gibi göstererek ruhani ruhani dolaşır. İlyas Peygamberciğim bak canım kardeşim, seviyemizi indirmedik, bir şey demedik diye hemen sen de sıvadın.  

Demek ki dünya vatandaşlığı sidik yarışı değilmiş. Eleştiri yapabileceğin hayatları yaşama meselesiymiş. (Kendi içinde) Eleştiri yapıyor/yapılıyor gibi görünmek değilmiş. Eleştiri yaptığında/yapıldığında da bunu göğüslemek için çömelmek değil, dömelmek demekmiş. Ama beğeniriz ama beğenmeyiz… Olaylarla ilgili yorumları çok önemli sistemlerin parçaları olarak görmek kavramsal altyapısı olmayan toplulukta sürekli komplo hissi uyandırır. Komplo aklanmanın yerine geçer, yani eleştiriden azade olmak için bize güç verir. Sürekli kendini küçümsemenin karşı kutbundadır. Topluluk bunun orta noktasını kişi üzerinden toplum eleştirisi yapmakta bulur. Eğer bir kişi topluluğa nasıl olunmaması gerektiğini kendiliğinden gösterecek kadar içte değilse, hani deriz ya, “topun yarısı çizgideyse”, ve eleştirel yaklaşıyorsa, onun üzerinden toplumu eleştirmenin masum bir şey olduğunu düşünür. Amaç gerçek eleştiriyi saf dışı bırakmaktır. Ne de olsa eleştirenin o kadar da eleştirel yaklaşmaya hakkı yoktur. Eleştirel yaklaşmayanlar üzerinden de toplum eleştirisi yapılacaktır, ama naif bir şekilde ve sevecenlikle. Başa gelecek felaketlerde sağ çıkmak için topluluğa bu kadar az güven duymanın sonucu başka bir şey olamazdı.

Dergiler Haberleri