Tanıdığım insanlarla tanışmaya devam ediyorum…

"Yıllar süren dostlukta karşılaşılan kırgınlık ve kırgınlığa bağlı değişim sanırım insan doğasının ve sosyal ilişkilerin kaçınılmaz bir sınavıdır."

Hiç size de bu duygu geldi mi? Ya da bu olayın sarmalını yaşadınız mı?
“Yok, o yapmaz. Yok, o öyle değildir.” dediğimiz ne varsa, aslında tam da orada, tam da öyle çıkmaz mı? Konduramadığımız şeyler, bir gün karşımıza dimdik dikilmez mi?

Tanıdık geldi mi size de? O halının altına süpürdüğümüz olaylar, bastırmaya çalıştığımız duygular, yok saydığımız gerçekler…
Biz  yüzleşmekten korkarız çoğu zaman aynadaki suretle. Karşımızdaki insan değişmekten korkmaz belki ama biz, yüzleşmeye cesaret edemeyiz.

Çünkü günümüz ilişkilerinde, çoğu düzen hayatın yenilenme hızına öylesine ayak uydurmuş ki; karakterler bile bu hızdan nasibini almış durumda.
Tanıdığımızı sandığımız insanlarla, aslında her seferinde yeniden tanışıyoruz. Bugün güvendiğimiz birinin yarın bambaşka bir yüzünü görüyoruz. Belki de asıl mesele, insanların değişmesi değil; bizim görmekten, yüzleşmekten kaçmamız.

Tanıştığımız insanlarla tekrar tekrar tanışmak…

Geçtiğimiz günlerde Yönetim Psikolojisi dersimizde sevgili Prof. Dr. Bülent Evre hocam şöyle demişti:

“Aslında bir kişiyi anlamak, karşımızdaki insanın davranışlarını tahmin edebilme sanatıdır. Zaman içerisinde, karşımızdaki insanı tam olarak tanımasak da davranışlarından bazı öngörüler oluştururuz.”

Peki, bu süreçte bir ömür boyu geçirdiğimiz 20-30 yıl, birkaç gün ya da her neyse, gerçekten davranışlarla gerçek benlik arasındaki uçurumun içinde hiç kaldınız mı? İlk tanıştığımızda bir tahmin yürüttük, karşımızdakinin karakterini değerlendirdik… ama sonra o kişi veya kişiler değişti mi? Hiç bu sarmalın içinde kendinizi buldunuz mu?

Zygmunt Bauman, modern zamanların insan ilişkilerini “akışkan” olarak tanımlar.

Ona göre hiçbir bağ, hiçbir duygu, hatta hiçbir kişilik sabit kalmaz. Her şey, tıpkı su gibi akışkandır. İşte tam da bu yüzden “O yapmaz.” dediğimiz kişi, bir gün yapabilir. Bizim “Asla olmaz.” dediğimiz şey, bir sabah kapımızda bitebilir.

Aristoteles: “Gerçek dostluk, zamanın ve sınavların testinden geçmeden anlaşılmaz. İnsan yıllarca dost bildiği kişide gerçek yüzü gördüğünde, kırgınlık da bazen kaçınılmazdır.”

Aristoteles’in Nikomakhos’a Etik adlı eserinde dostluğun farklı türlerini incelediği bilinir; özellikle çıkar dostluğu ile erdem dostluğunu ayırır. Zamanla erdemli dostluk sabit kalır, çıkar dostluğu ise değişebiliri vurgular.

Bu bağlamda yıllar süren dostlukta karşılaşılan kırgınlık ve kırgınlığa bağlı değişim sanırım insan doğasının ve sosyal ilişkilerin kaçınılmaz bir sınavıdır.

 Peki iş ortamı…

İş ortamında tanıdığımız insanlar çoğu zaman bize ilk başta olduklarından farklı görünürler. İş arkadaşlarımız, oda arkadaşlarımız, patronlarımız ya da amirlerimiz… İlk günlerde sıcak, anlayışlı, hatta işbirlikçi olabilirler. Ama zamanla, çıkar çatışmaları, rekabet ve sorumluluk baskısıyla bambaşka bir yüzleri ortaya çıkar.

Ünlü sosyolog Emile Durkheim, toplum içindeki rollerin birey üzerindeki etkilerini incelerken, davranışın kişilikten ayrı ele alınabileceğini vurgulamıştır.

Filozof Friedrich Nietzsche ise; insanın güç ilişkileri ve çıkar çatışmaları karşısında değişken doğasını düşünmüştür.

İşte tam da bu noktada, “tanıdığımız kişi” ile “gerçek kişi” arasındaki farkın büyüklüğünü görürüz.

Belki de önemli olan, bu değişimi yargılamak değil, gözlemleyip anlamaktır. İnsan, sosyal bir varlık olarak sürekli bir sınavın içindedir ve iş dünyası, karakterin en görünür hâle geldiği sahnedir.

Tabi istisnalar kaydeyi bozmaz. İlk gün neyse son günü olan arkadaşlıklar da vardır, dostluklar da vardır, amirler de vardır, arkadaşlar da vardır, oda arkadaşları da vardır, sevdiklerimiz de vardır, eşler de vardır vs…

Aşk da böyledir belki de...

İnsan, sevdiğinde onun hep aynı kalmasını ister. Ama aşk, bir “anı dondurma sanatı” değildir. Değişiriz, büyürüz, kırılırız, yeniden severiz. Bazen aynı kişiyi, bazen başka birini.

Montaigne’nin dediği gibi: “Sevgi, sevgilinin ruhundaki değişimleri kabullenme sanatıdır.”

Peki çoğu evlilikte de böyle değil midir?

Başlangıçta söylenen  her “evet”, aslında gelecekte yaşanacak tüm değişimlere verilmiş bir sözdür.

Ama sonra ne olur?

Biz söz verirken, değişimin kendisini hiç hesaba katmayız!

Çocuk büyütürken bile fark ederiz: Dün avucumuzun içine sığan o minik eller, bugün bizden uzaklaşmaya çalışır. İnsan büyür, karakter değişir, roller değişir.
Okulda arkadaşlıklarımız, iş hayatında dostluklarımız, aile içinde ilişkilerimiz…

Hepsi bu akışkanlık içinde bir sınav verir. “Tanıdığımı sandığım insan, aslında başka biriymiş.” dediğimizde kırılırız. Ama belki de kırıldığımız şey insan değil, bizim o insana biçtiğimiz hayali roldür.

Nietzsche’nin bir sözü vardır: “İnsan, kendisini kandırmayı becerdiği ölçüde yaşar.” Belki de biz, kandırmayı bırakıp yüzleşmeyi öğrendiğimizde, aslında daha sağlam bağlar kuracağız. Çünkü insanı sevmek, onun değişmeyen yanlarını aramak değil; değişim içinde bile aynı sıcaklığı bulabilmektir.
 

Hayatımızın içerisinde yer alan bazı kesitler  ve de buna bağlı dönüşümler tam da burada başlıyor bence: Tanıdığımızı sandığımız insanlarla, yeniden ve yeniden tanışırken…

Satırların yarenliğinde yeniden görüşmek dileğimle.
Hoşça kalın…
 

Haberler Haberleri