Suratına Tiyatro ve ‘Katil’

2009’un sonlarına yakın Mitos-Boyut Yayınları’ndan Aleks Sierz’in ‘Suratına Tiyatro’ (Britanya’da ‘In-Yer-Face’ Tiyatrosu) kitabı Selin Girit’in çevirisiyle çıkmıştı. Mitos-Boyut Yayınları’na ü

 

 

 

2009’un sonlarına yakın Mitos-Boyut Yayınları’ndan Aleks Sierz’in ‘Suratına Tiyatro’ (Britanya’da ‘In-Yer-Face’ Tiyatrosu) kitabı Selin Girit’in çevirisiyle çıkmıştı.

Mitos-Boyut Yayınları’na üye olduğumdan Türkçe’ye çevrileceği haberini bir yıl kadar önce aldığım bir email ile öğrenmiştim. İngilizce’den okumak da bir alternatif olabilirdi belki ama nedense Türkçe’ye nasıl çevrileceğini de merak ettiğimden heyecanla beklemeyi tercih ettim.

 

‘In-Yer-Face’ İngilizce sözlüklere “pervasızca saldırgan veya kışkırtıcı, görmezden gelinmesi ya da kaçınılması imkansız olan, yüzleştiren” diye girdi.

Kitabın yazarı Aleks Sierz ise bu tabirin “bir şeyi yakından görmek zorunda bırakıldığınızı, kişisel alanınızın işgal edildiğini belirttiğini” söylüyor.

Seyirciyi ensesinin kökünden tutup mesajı alıncaya kadar silkelemeyi tercih eden oyunların tümü olarak tanımlayabiliriz suratına tiyatroyu. Ya da sansasyon tiyatrosu. Hem oyuncuları hem de seyircileri geleneksel tepkilerinin dışına iten, sinir uçlarına dokunan, alarma geçiren. Şoke eden; çünkü söyleminde veya yapısında yeni ya da seyircinin alışık olduğundan çok daha cesur veya deneyseldir.

Ahlaki normları sorgulayarak, sahnede nelerin gösterilip nelerin gösterilemeyeceğine dair hakim kanıları aşağılar; ayrıca çok daha ilkel duyguları da tıngırdatarak tabuları devirir, yasak olandan söz eder, rahatsızlık yaratır.

En önemlisi, gerçekten kim olduğumuz hakkında bize daha çok şey anlatır.

Sırtımızı geriye yaslayıp gördüklerimizi tarafsız bir şekilde değerlendirmemize izin veren tiyatro türlerinin aksine, suratına tiyatronun en iyi örnekleri derimizin altına nüfuz ederek bizi duygusal bir yolculuğa çıkarır.

Yaptıkları şey, tiyatro dilini dönüştürüp daha doğrudan, çiğ ve açık kılmak. Sadece tiyatroya yeni bir kelime dağarcığı kazandırmakla kalmadılar, tiyatroyu daha deneysel olmaya, saldırganca seyircinin hissetmesini ve tepki vermesini hedeflemeye yönelttiler.

Dili genellikle müstehcendir, karakterleri söz edilmemesi gereken konular hakkında konuşur, kıyafetlerini çıkarır, cinsel ilişkiye girer, birbirlerini küçük düşürür, hoş olmayan duyguları deneyimler, ve aniden vahşileşirler.

Küfürlerin “lan” veya “siktir”den öteye gitmediği, sevişmelerin ve cinayetlerin kapalı kapılar ya da perdeler ardına saklandığı, kol bacak -az biraz da dekoltenin ‘çıplaklık’ sayıldığı ülkemiz tiyatrosuna alışkın seyirci burada gerçekleşecek bir suratına tiyatro denemesi karşısında ne yapardı aceba?

‘Suratına Tiyatro’yu tanımlayan, yoğunluğu, maksatlı acımasızlığı ve aşırılığa olan insafsız bağlılığıdır. Bu tanıma giren oyunları izleyen seyirci toplulukları tiyatroya gitmiş ve salondan sarsılmış halde, konuşarak, tartışarak, hissederek çıkar.

Çünkü o kadar güçlü, o kadar içseldir ki seyircileri tepki vermeye zorlar: ya binadan kaçacak gibi hissederler kendilerini, ya da birdenbire şimdiye dek gördükleri en iyi şeyin bu olduğu kanısına varırlar. Bu, bizi –ister övgü düzmek isterse kınamak için olsun– ‘en’ kelimesini kullanmaya teşvik eden bir tiyatro türüdür.

Seyirciyi kışkırtan ya da karşısına almaya çalışan suratına tiyatro yazarları genellikle kabul edilenin sınırlarını zorlamayı dener, çünkü normal olanın ne olduğu, insan olmanın ne anlama geldiği, neyin doğal ya da neyin gerçek olduğu hakkındaki var olan kanıları sorgulamak isterler. Dil pervasız, eylemler belirgin, duygular şiddetlidir.

Suratına tiyatronun çoğu örneği, kim olduğumuzu anlatmak için kullandığımız ayrımlara meydan okur: insan/hayvan; temiz/kirli; sağlıklı/sağlıksız; normal/anormal; iyi/kötü; sahici/uydurma; gerçek/yalan; doğru/yanlış; haklı/haksız; sanat/gerçek...

Bu ikili karşıtlıkları dünya görüşümüzün merkezine yerleştirdiğimiz için, onları sorgulamak tedirgin edici olabilir. Suratına tiyatro bizi sürekli –çok acı verici, ürkütücü, nahoş ya da şiddetli olduklarından– normalde kaçınacağımız duyguları ve fikirleri irdelemeye zorlar.

Bu nahoş duygu ve fikirlerden kaçınmamız boşuna değildir tabii ki, çünkü bize kötü bir gerçeği gösterirler: İnsanoğlunun ne kadar korkunç şeyleri yapma gücüne sahip olduğunu ve otokontrolünün sınırlarını hatırlatırlar. Mantıksızın gücüne ve dünyayı kavrayışımızdaki kırılganlığa dair ilkel korkularımızı depreştirirler.

Her gün karşılaştığımız şiddet, cinayet, taciz, tecavüz olayları (hele hele son zamanlarda artan çocuk tecavüzleri) hayatımızın bu kadar içine içine yerleşmişken geliştirdiğimiz kişisel savunma mekanizmaları sayesinde onları bir-iki gün konuşmak dışında hiçbir şey yapmıyoruz. Tiyatro yaşadığımız dünyaya bir ayna (kimilerine göre prizma) tutuyorsa eğer, o zaman tatlı uykularımızdan uyanalım. Dünya kötülüklerle dolu, insanlarsa korkunç şeyler yapıyor!

Yoksa tabu dediklerimiz kamuya açık alanda yıkılırsa, suç ortağı tanıklara dönüşmekten mi korkuyoruz?

Yani, gündelik hayatımızda önemli bir yeri olan cinsellik ve şiddet gibi konuları/olayları ne kadar görmek isteriz sahnede? Kıbrıs’ın kuzeyindeki seyirci ne kadar suratına çarpılmasına tahammül edebilir, nereye kadar rahatsız edilebilir? Geçin bunları sahnede görmeyi, öyle görünüyor ki bu soruları bile cevaplamaya hazır değil bizim toplum...

Akademik Milli Dram Tiyatrosu ile Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları arasında imzalanan protokol çerçevesinde Kıbrıs’ta bulunan Azeri Türk yönetmen Mehriban Alekperzadeh’in hazırladığı ‘Katil’ adlı oyun seyircimizin rahatlık sınırlarını zorlayacak türden bir oyun. Elçin’in kaleme aldığı bu oyun ‘suratına tiyatro’ türünde yazılmamış olmasına rağmen, yönetmenin yorumu kesinlikle öyle. Onunla çalışma fırsatı yakaladığım için kendimi çok şanslı hissediyorum.

Oyunumuz 18 Ocak’ta prömiyer/galasını gerçekleştirecek, sonrasında ise Atatürk Kültür Merkezi’nde haftada bir kez sahnelenmeye devam edecek.

Rahatsız olmayı göze alan herkesi bekleriz.   

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Arşiv Haberleri