“Suç bireysel olduğu kadar toplumsal da bir olgu”

Hayat hiçbir zaman iyi bir el vermez, mesele o kötü eli nasıl oynadığındır” diyor Tuna Kiremitçi, yeni romanı Kumarbazda.

“Suç bireysel olduğu kadar toplumsal da bir olgu”

Simge ÇERKEZOĞLU

Hayat hiçbir zaman iyi bir el vermez, mesele o kötü eli nasıl oynadığındır” diyor Tuna Kiremitçi, yeni romanı Kumarbazda. Roman, bir şans oyunundan çok daha fazlası: Hayatın sunduğu koşullar, bireysel tercihler ve bu tercihlerle şekillenen kaderin izinde ilerleyen çarpıcı bir kurgu.

Çok yönlü bir sanatçı, çok iyi bir roman yazarı Tuna Kiremitçi… İnsanın içine işleyen cümleler yaratmakta başarılı. Bu roman da bir şans oyunundan öte, insanın hayatına dair yaptığı seçimlerin sonuçlarını ortaya seren bir kurgu. Ayrıca içinde toplumsal sorunlar, insan psikoloji de var. Kıbrıs’ta geçen Kumarbaz isimli romanı ve yazarın edebi hayatını konuştuk.

Eskiye dayanan tüm romanları okudum Tuna Kiremitçi’nin ilk başta daha çok aşk, yalnızlık üzerine yazarken zaman içinde güç ilişkileri, suç, sırlar gibi konular aldı. Bu edebi dönüşümün ardında ne olduğunu soruyorum: Daha çok alan açma çabası mı, yoksa türler arası bir arayışın doğal sonucu mu?

“Polisiye ve suç edebiyatı, içinde bulunduğumuz yüzyılda pek çok şeyi barındırıyor. Artık işler Agatha Christie romanlarındaki gibi bir malikanede toplanmış on kişiden, katil uşak mı diye soran polis memurundan ibaret değil. Toplumsal eleştiri yapmasını bilen polisiye romanlardan söz ediyorum. Avrupa ve Amerika suç romanlarında bugün olduğu gibi. Toplumun sorunlarına, çatışmalarına, hastalıklarına eğiliyorlar. Suç bireysel olduğu kadar da toplumsal bir olgu. Toplumun başarısızlıklarından veya travmalarından bahseden yeni polisiye edebiyatta insana dair her şey var. Psikoloji, kriminoloji, romans… Öte yandan ben de yirmi üç yıl önceki ilk romanımdan bugüne evrimleşerek geldim. Bazı yazarlar hep aynı çizgide ilerler. Ben kendimi dönüştürerek yazıyorum. İlk yazdıklarım daha çok gençlik romanlarıydı. Genç insanların dertleri ve iç dünyaları üzerine denemeler. Zamanla farklı edebiyat türlerinden etkilenmeye başladım. Daha o zamanlarda bile günün birinde polisiye yazmak istiyordum. İnsanın karanlık ve aydınlık taraflarını suç romanlarıyla anlatmayı. Yazmaya yedi yıl ara verdikten sonra, pandemi sırasında nihayet ilk Başkomiser Perihan Uygur romanımı yazmaya başladım.”

“Kadınların davranış biçimleri bana hayranlık veriyor”

Başkomiser Perihan Uygur karakteri tüm polisiye romanların ana karakteri. Kıbrıs’ta geçen yeni roman Kumarbaz’da da yer alıyor. Tabii bu ana karakter yanında Kiremitçi’nin diğer polisiye romanlarında olduğu gibi Kumarbaz’da da yaralı ama güçlü kadın karakterler var. Bir erkek olarak kadını yazmak, çok da kolay olmasa gerek. 

“Yazdıkça Perihan benim için daha gerçek bir karaktere dönüştü. Polisiye yazmanın güzelliği, daha önce farklı tarzlarda yazarken edinmiş olduğunuz tüm deneyimlerden yararlanabiliyor olmanız. İnsanlık hallerinin bütün açmazları, kendi iç dünyanızdan kopup gelenler, hepsini değerlendirebiliyorsunuz. Hem de heyecanlı bir kurgu içinde. Güçlü kadın karakterleri seviyorum. Kadınların zaten her durumda çok güçlü olduklarını düşünüyorum. Dramatik şartlarda, insanı köşeye sıkıştıran anlarda sergiledikleri kimi davranış biçimleri hayranlık verici. Yazdığım karakterler kendi kadın tarafımı keşfetmemi sağlıyor. Her defasında kendi içime doğru, şahane yolculuklara çıkıyorum. Hem Perihan’da hem de diğer karakterlerde, hayatta tanımış olduğum pek çok kişiden izler var. Bu güçlü, amacına ulaşmaya çalışan ama öte taraftan gündelik hayatla da mücadele eden kadın kahramanların yolculukları bana çok etkileyici geliyor.”

“Babam servetini kumarda kaybetti”

“Dostoyevski’nin Kumarbaz’ına da bir gönderme var romanda. Ancak Tuna Kiremitçi’nin Kumarbazı, mekânsal olarak Kıbrıs’ı seçiyor. Bu seçim, sadece coğrafi değil; aynı zamanda kültürel, sosyal ve politik bir zemini de beraberinde getiriyor. Eski bir vekilin adada öldürülmesiyle başlayan, İstanbul’a uzanan olay örgüsüyle, karmaşık güç ilişkilerine atıfta bulunan bir roman.   

“Perihan’ı bu dördüncü macerasında Türkiye dışına çıkarmak istedim. Bu kez yabancısı olduğu bir ortamda çalışsın, bakalım yolunu nasıl bulacak. Bu sayede onun farklı yönlerini ortaya koyabilirdim. Kuzey Kıbrıs bunun için elverişli bir coğrafya. Hem yabancı hem de tanıdık, sonuçta Türkçe konuşulan bir yer. Ben adayı bir miktar tanıyorum ama Perihan tamamen yabancısı. Toplumcu bir bakış açısıyla yazdığım için de suç nerede işlenmişse oradaki güç ilişkilerini, sınıf çatışmalarını, kapitalizmin izlediği yolu ortaya koymak istiyorum.  Kıbrıs’ta da öyle oldu. Kumarı ve şans oyunlarını merkeze alan bir roman yazmak istiyordum. Dostoveski’nin Kumarbaz’ına da gönderme yaparak. Şu durumda olay Las Vegas ya da Varna’da da geçebilirdi. Kıbrıs’ı sevdiğim için seçtim. Şans oyunları kültürü, buna bağlı yaşananlar, çelişkiler ve çatışmalar… Kumar biraz turnusol kağıdı gibidir. Bir insanın oynayış tarzı kişiliği hakkında çok şey söyler. Babam servetini kumarda kaybetmişti. Ben hiç oynamadım. Roman için araştırma yapmak amacıyla kumarhanelere girdiğimde bile hemen klostrofobiye kapılıyorum. Fakat romanın kahramanları öyle değil tabii. Özellikle maktul Sadık Alpsoykan gerçek bir kumarbaz. Hayatın tamamını kumar gibi görüyor, öyle yaşıyor. Böylece romandaki kumar unsuru kahramanların tüm yaşamlarını kaplayan bir mecaza dönüşüyor.”

“Müzik ve edebiyat kanatlarım oldu”

Tabii Tuna Kiremitçi çok yönlü bir sanatçı. Sadece yazar değil. Sanatın farklı dalları ile ilgileniyor. Sözler yazıyor, besteler yapıyor. İyi bir müzisyen olmak yanında, başka sanatçılarla ortak üretimler adına kollektif bir çabası var. Daha yalnız sanat dalı olan, edebiyat mı, yoksa daha kollektif olan müzik mi sanatçı için öne çıkıyor soruyorum. Gülüyoruz.

“İşin aslı, şu anda ikisi birer kanadım oldu. İki kanadımı da çırparak uçuyorum. Geçmişte öyle değildi. On yıl sadece roman yazdığım, yedi yıl boyunca sadece müzik yaptığım dönemler vardı. İkisini aynı anda sürdürmeye pandemiden sonra başladım. Dediğiniz gibi, yazı ve edebiyat insanın yalnız tarafına sesleniyor. Bir masanın başında tek başınasınız. Bununla barışık olmanız gerek. Müzikte ise bu tür bir soyutlanma yok. Doğrudan dinleyiciye ulaşıyorsunuz. Roman gibi dolaylı bir sanat dalı değil. İkisinin iletişim biçimleri farklı.”    

Karakter inşa etmekle, sözle beste yaratmayı da kıyaslıyoruz. Ortaya ilginç sonuçlar çıkıyor.  

“Söz ve besteyi aynı anda yaparım. Ezgi ve şarkının temasını oluşturan başlıca sözler birlikte ortaya çıkar. Sonra adım adım ayrıntılar oluşur. Hızlı beste yapabilen birisi değilim, bazı şarkılarımın bitmesi yıllara yayılmıştır. Gitarla ya da piyanoyla çalışırken ilham beklediğim olur. Ama roman karakteri yaratırken önemli olan emek ve mesaidir. Yazarken ilhama güvenemezsiniz, oturup yazmaya başlamanız gerekir. Karakteri bulursunuz, üç boyutlu hale getirir, ete kemiğe büründürürsünüz. Hayatta tanıdığınız insanlardan yararlanırsınız ama en çok da kendinizden. Flaubert’in “Madame Bovary benim!” demesi gibi, Perihan’da da benden çok şey var. Diğer karakterlerde de aynı şekilde. Bu çabanın müzikle ortak noktası, ikisinin de kompozisyon olması belki de.

Fotoğraflar: Nedim Enginsoy

Röportaj Haberleri