Soytarı Olmak ve Olamamak...*

Soytarı Olmak ve Olamamak...*


Mertkan HAMIT
mhamit@gmail.com

Bir süre önce, kağıt oyunlarından tanıdığımız Joker’in kökeni Romalı hükümdarların saraylarında bulundurdukları soytarılara verdikleri isim olduğunu öğrendim. Saray soytarısı diyeceğimiz bu özgün karakterlerin sadece Roma’da değil aslında Hint, Ortadoğu ve Çinli hükümdarların saraylarında farklı isimler verildiği ama aynı görevde olduğu anlatılır.(1)

Neresi olursa olsun, saray soytarılarının görevi aynı: hükümdar vahim yanlışlar yapmadan önce mizahi bir şekilde uyarmak. Kimi zaman iktidar ve hırs içinde aldığı kararlara en ağır eleştirileri yapmak, böylelikle hükmetmenin verdiği ayrıcalıklı pozisyondan bir an olsun kurtularak sıradan insanlar gibi düşünebilmesini sağlamak.

Anlayacağınız, yüzlerce yıl önce hükümdarlar, "akıllı" ve "stratejik" danışmanların yanında bir de "deliye" ihtiyaç duyarlarmış. Demokratik bir ortamın olmadığı koşullarda belki  muhalefet edecek birilerinin olması, muhalefetin mizah aracılığıyla yapılması, soytarıların aslında bir nevi iktidara dönük emniyet subabı görevi olduğuna işaret ediyor.

Her ne kadar yüzlerce yıl öncesine göre çok daha demokratik  koşullarda yaşıyor olsak da, iktidar olanların muhalif sesleri duymak konusundaki olgunluğu hala daha tartışmaya açık. Muhalifleri sinek vızıltısı olarak nitelendiren eski KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş’ın yanında bu ifadeyi kullanmadan önce, ona herşeyi berbat ettiğini söyleyecek birileri olmuşmuydu mesela ? Bir soytarı ona meydandaki kalabalığa ‘sinek vızıltısı’ demesinin sonuçlarını anlatsa belki de başka bir tarihten söz edebilirdik.

Mesela, Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı 13-14 sene önce meydandaki sinek vızıltısını yapan kişilerin öncülüğünü yapanlardandı. Acaba zaman zaman o da kararları ya da kararsızlıklarının etkilerinin sonuçları üzerine içerden birileri tarafından acımasızca eleştiriliyor mu? Merak ettiğim nokta, acaba bizim sarayda bir soytarının olup olmadığı… Daha açık söyleyecek olursak, başkanın etrafında dalkavuklar, strateji uzmanları, hukuk fetişleri ve milliyetçi gürültücülerin dışında gerçekleri, yani sıradan halkın hissettiklerini anlatan birileri var mı oralarda? Mizahi olmasa da Sayın Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı'ya değil de, "Musdafaya" lafını söyleyecek birileri... Protokol severlerin bu soruların sorulmasına anlamsız bulduğunu hisseder gibiyim. “Koskoca Cumhurbaşkanı ve Cumhurbaşkanlığı’nda” tek eksik soytarılık mı diye içinden geçirenler vardır elbet, ama onlara zaten problemin soytarılardan değil soytarı olamayanlardan kaynaklandığını anlatmak zor.

Benim merakım, etrafı güvenlikli tellerle çevrili olup da hapishane yerine saray adı verilen o konutta başkan vaktini geçirirken, oralarda insanların beklentilerini ona söyleyen birilerinin olup olmadığıdır… Mesela gelen su ile fasülyenin pişmeyeceğini çünkü ortaya çıkan fiyata hiç kimsenin fasülye üretemeyeceğini söyleyecek olan var mı?

Koordinasyon ofisinin açılışını alkışlayanların esas derdinin bu ülkedeki gençlik, kültür ve spor olmayacağını verilecek paranın da muhtemelen üç beş spor kulübündeki "işbirlikçi godamanlara" ve “dindar nesil” yetiştirmeyi hedefleyenlere yarayacağını söyleyenler var mı? Hatta, yaptığı açıklamadan sonra elinden geleni ardına koymayarak geçirilen bu karara karşı her yolu denemesini ve direnmesini anlatan birileri var mı ? 

Eurovision'da Kıbrıslı Türklerin yarıştığını görmek için bu sorunu çözmesi gerektiğini söyleyen birileri...  Değil Barcelona, Amedspor'un bile Hisarların altında antreman maçı yapabilmesi için FIFA'nın sözünün geçtiğini vurgulayan, bu yüzden de bu işi bitirmesi için çok az zamanı kaldığını hatırlatan birileri var mı? 

Kravatlılardan, flamalı arabalarla seyahat edenlerden ve devlet törenlerinden fırsat kaldığında ona Cumhurbaşkanı olduğu devletin aslında beş para etmeyen, kan ve şiddetle kurulmuş, temelinde ırkçı bir anlayışın yattığını ve sahte olduğunu hatırlatan birileri var mı? Sahte olduğunu söyleyemiyorsa bile, "sui generis" yani "nevi şahsına özgü" olduğunu olsun söyleyen birileri… Yani olmadığını ama varMIŞ gibi yaptığını, ama bundan ileriye de gitmesinin politik konjektür ne kadar değişirse değişsin mümkün olmayacağını söyleyecek olan birileri... “2016’dan sonra çözüm bulamazsak KKTC tanınma ihtimali doğar mı?” diye içinden geçirdiğinde yüzüne bir bardak soğuk su atıp onu bu rüyalardan uyandıracak birileri... 

İstanbul meselesinde çıkarılan gürültünün sonuç üretmediğini, hatta daha da kötüsü aylar sonra çözüm denilerek gerçekleştirilen görüşmelerin de henüz "müzakere" değil sadece "konuşmadan" ibaret olduğunu söyleyen birileri var mı ? Al - ver olmadan yapılan şeyin müzakere olamayacağını olsa olsa fikir teatisi olduğunu ve bundan artık çok sıkıldığımızı söyleyen birileri var mı ?

Bu ada yarısında yediğimiz yemekten soluduğumuz havaya kadar bizi kanserden öldüren birçok yanlışın bilinçli yapıldığını ancak bunu engelleyecek caydırıcılıkta bir hukuki yapı kurulamadığından, toplumun en üstündeki kişi olarak bundan da sorumlu olduğunu ona söyleyen var mı ? 

Güney'de ELAM'ın güçlenirken, bunun oradaki eğitim sistemi kadar, adanın karpuz gibi bölünmüş olması ile de ilişkilendirilebileceğini söyleyecek olan ve dağdaki bayrağın ışıklarının ırkçılar için sabah akşam malzeme ürettiğini, bu ülkeye barış gelmediği sürece Kıbrıslı Rum toplumunda faşizmin her zaman zemin bulabileceğini söyleyecek birileri var mı?

O tarafta gelişen faşizmin bir gün şiddeti araçsallaştırdığında buna malzeme sağlanmasında, verili provokatif unsurları kaldırmadığı için sorumlu olduğunu söyleyen bir soytarı var mı ?

Çünkü eğer bu çıplak gerçekleri zaman zaman hatırlatacak birileri olmazsa, Romalı hükümdarlar gibi yanlış kararların verilmesi muhtemeldir ve geçmiş bir yıl bunu doğrular niteliktedir. Sonuç olarak, Mustafa Akıncı Cumhurbaşkanı olarak seçileli 1 yılı geçiyor. O günlerde aylar içinde çözüm iddialı bir söylemdi, ancak şimdi acı bir gerçek ile karşı karşıyayız…

Mustafa-mania'nın sona erdiği, liderler arası momentin daha düşük olduğu, Sapienta Economics tarafından yapılan Kıbrıs raporunda çözümün gerçekleşme ihtimalinin %40 seviyesine indiği bir noktadayız. Aralık'ta Amerikan seçimleri, ardından BM Genel Sekreterliği'nin değişmesi sürecin devamlılığına ve sonuç alıcı olmasında engel yaratma etkisine sahiptir. Bu çözüm beklentilerinin azalmasına da neden olabilir.

Karşımızdaki zaman çizelgesi bize Temmuz sonuna kadar metnin son halinin oluşturulmasını, ölü olan Ağustos ayında garantörlerle görüşmenin tamamlanmasını, Eylül - Aralık arasında da plan oylamasına dönük propaganda yapılarak, referandumun gerçekleştirilmesi gerektiğni gösteriyor.

Bu gerçekleşmezse, çözüm için yeni bir dalga gerekecek. Yeni dalga ise Mustafa-mania travmasından hemen sonra gelmeyecek. Güneyde popülist bir kişinin başkan seçilmesi bile muhtemelken, belki de  çözümden bahsedebilmek için 10 yıl daha beklememiz gerekebilir.

Tabi o zamana kadar ‘saray’ vali konağına dönüşmediyse…

 

-----------------------

* Bu yazı daha önce www.dayanismanet.org  adresinde yayınlanmış ‘Saraya Bir Soytarı Lazım’ başlıklı makalenin genişletilmiş versiyonudur
(1) Saray soytarısı üzerine Cemal Tunçdemir’ın yayınladığı Soytarının Hakkı Soytarıya Başlıklı makaleye http://t24.com.tr/yazarlar/cemal-tuncdemir/soytarinin-hakki-soytariya,10765  adresinden erişebilirsiniz

Dergiler Haberleri