Serkan Soyalan’dan… Genç şiirin dokuları OKYANUS MAVİSİ…

Serkan Soyalan’dan… Genç şiirin dokuları OKYANUS MAVİSİ…

Neriman Cahit

Serkan Soyalan’ın ilk şiir kitabını tüm genç yazarlarda olduğu gibi, büyük bir merak ve heyecanla okudum… “Genç Şiirin Dokuları” gerçekten de heyecan veriyor insana…
Okurken de şöyle bir duygu yerleşiverdi içime:
“Şiir de gençleşiyor gençlerle…”
Lütfen okuyun bu ilk Şiir kitaplarını… “Anlamam” vb. mazeretlerin arkasına sığınmadan… Çoğu kez: “Hissetmek, tat almak” yeterlidir…
Değişen ülkemiz şartlarında yeni duygular yüklenen bir şairin – daha ilk eserinde – alçakgönüllü birer tutanağıdır bu şiirler…
Bu şiirleri, tek ve yalın bir cümle ile tanımla deseniz: “Ülkemizdeki, ‘tedirgin yaşamaların, durmayan gönül kanamalarının, yalın şiirini yazmış Serkan… (Yanında, bu konunun ustalarından bir abisinin – Yıltan Taşçı’nın – da, omuz omuza onunla yürüdüğü bu ilk adımlarda… (Ne ki, ikisi de, “İçindekiler” bölümünü unutmuşlar…)
Kitap üç bölümden oluşuyor:
• Hayat Üzerine…
• Aşk Üzerine ve
• Kıbrıs Üzerine… (Toplam olarak 75 sayfa…)
YABANCILAŞMA…
Ben bu şiirleri sevdim… Seslenişleri ve vurguları – daha ilk kitapta kendini belli ediyor: “Ben Lefkoşa’yım / Ben Bağdat’ım, Beyrut’um, Gazze’yim, Şehidim anne…”
Bütün kitapta, Ortadoğu’daki yaşamın o en dikenli yüzü yansıtılıyor – genç bir insanın – düşünce yanında – özellikle de, ‘Genel Hayat Ortamını’ belirtiyor… Bunda da hayli başarılı…

***
Genelde karamsardır, Serkan Soyalan…
Aslında, ağırlıklı olarak kendine yönelmiştir…
İç dünyasındaki depremleri, kendini inciten onca olumsuzluğu, (tüm insanımız gibi) yalnızlığını ayrıntısız sorularla deşiyor…
• “Baktın mı hiç yüzüne, Şehrinin ? / Dertleştin mi onunla / Gözyaşın aktı mı hiç sokaklarına / yüzleştin mi kendinle ?”
***
Son dönemlerde hepimizin üzerine çöken ve egemenliğini hissettiren “yabancılaşma”, Serkan’ın şiirinde kendini hissettiriyor ve bir ‘yalnızlık ve insanı saran sınırlar olarak’ kendini dayatıyor… İnsanı boğan ‘bir tutsaklığın’ ilerleyen adımları gibi…

***
Genelde karamsar görülse de, “kendine yönelişlerde” umutsuz da değildir Serkan…
Yaslandığı anılardan, gençliğinden, sevdiği kentinden şiirler damıtmış.
Ondan bir şiir örneğiyle yazımı sonlandırmak istiyorum… Bize yeni şiirler vadeden bu genç şairimizden… (Kitabın bütününü okuyup – paylaşmayı sizlere bırakarak…)

SENİN İÇİN
Minason Manastırı’ndayım
Politiko köyünde
Yalvarıyorum Aziz Minason’a
Kıbrıs için…
Halkım ve insanlık için…

Barış istedim Minason’dan
Özgürlük…
Yaşam…
Ve, mutluluk istedim…

Mumlar yaktım, dualar ettim
Çocuklar ve hastalar için

Minason Manastırı’ndayım
Senin için…

S. SOYALAN

-------------------------------------------------------


MİLLET OLMANIN ÖLÇÜSÜ…

Son süreçte, sanki ve tamamıyla ‘geçmişte’ yaşıyor gibiyim. Eskiden, ‘Öğretmen Evleri’nden’ çıkar, taa ‘Bandabuliya’ya yaya giderdim. (Zevk için).  Yolda tanıdıklara rastlar, sohbet falan derken, bir güzel dinlenir, giydiğim, ‘huzur hırkasıyla’ eve dönerdim. Bu huzur bana günlerce yeterdi… Şimdi, bunu yapmaya ‘yüreksel cesaretim’ yok. Ör. Bandabuliya’nın yeni şeklini asla gidip görmeyeceğim. Tutuculuk falandan değil… Senelerce, neredeyse koşarak gittiğim babamın ve o güzelim arkadaşlarının bende canlı kalması için…
Bir yerlere çıkmayınca da insanın içi içini yiyor. Ör. Dün yazdığım notlara bakıyorum da…

BİZİM ÇOCUKLUĞUMUZDA
• Bir yılbaşı daha geçti… Sahi, nasıl geçirdiniz yılbaşını… Eskilerin tadında mıydı?
• Ataol Behramoğlu: “Rum baskısından kurtulmuş ama başka bir baskı altına girmişsiniz. ‘Kıbrıslıtürk Kimliği’ yok olmakta, silinmekte…” demişti! (genç Kıbrıslı Günleri – 1997)
• Bizim Türkiye’den istediğimiz: “Lütfen buradaki ‘Kıbrıslı Türk Kimliğini’ koruyun. Bu, sizin de Yunanistan’ın da lehinedir; ama tam tersi yapılıyor… Türkiye, ‘Kıbrıs Türk Kimliğini’ süratle eritme durumunda…” dedi, KTÖS. 1997’de.
• “Gerçek tarih yoktur. Tarih, tarihçilerin yazdıklarıdır. Bunda da, yansızlık ve tarafsızlık yoktur… Böyle olduğunu iddia eden ya sahtekardır ya da budala.” demişti Prof. Dr. Mete Tuncay, Kıbrıs’ı ziyaretindeki konferansında… O, buradayken herkes susmuş, sonra da ‘veryansın’ etmişlerdi arkasından!
• Bir süre önce, ziyaret ettiğim bir okulda, çocuklar bana ‘eski bayramları’ sormuşlar, sonra da dikkatle dinlemişler ama ‘O, nasıl bayramdı!’ diye sıkboğaz etmişlerdi…
Onlara anlatmaya çalıştım ki, her olay ve olguyu içinde bulunulan şartlar yaratır. Anlattıklarımı pek anlayamadı çoğu… Çünkü ben, bayramlığımın yarısını saklar ve maddi şartlarımızın sürekli, ‘aş değil, sıkıntı ve hüzün kaynattığı tenceremize’, birkaç gün de olsa ‘kaynayacak aş’ koyabilmenin ‘o sıcacık mutluluğun’u yaşardım. Ama son kuruşumu hiç harcamaz, her sıkıntı ve özlemin bitişinde onu sakladığım yerden çıkarır sıkı sıkı tutardım avucumda…
Bir sürü derin özlemin çaresiymiş gibi!
• Bayramlar da zaman içinde değişti. Ziyaretler seyrekleşti… Harçlıklar arttı ama ‘bayramın özü’ de değişti.
Dünyadaki bütün dinlerde bayram var; acaba, onlar da değişiyor mu…
• Millet olmanın ölçüsü, artık, insanın kafasının boyutlarından… ya da, anasının – atasının kimliğinden geçmiyor…
• Sevinçte ve kederde bir olanlar, millet oluyorlar artık…
Bu anlamda, kendimizi – özellikle de: “Seçtiklerimizi” sorgulamamız gerekiyor.
Daha da çok geç kalmadan…

***
Son olarak diyeceğim:
SEVGİ…
Bu sözcüğü unutmayın sakın…
Bu nefretler, kinler, öfkeler dünyasını kurtarabilecek tek çare bu…
Sevdiğimiz ölçüde insanız…
Unutmayalım…


------------------------------------------

PARANTEZ…

• Adamın ekmeğini elinden almak en büyük vicdansızlıktır…
• Amma ya o hiç ekmek verilmeyenler…
• Hepimiz biliyoruz ki, bu adamlar torpille işe girdi…
Bunlar…
Dayıları…
Ve, ayıları ile işe alındı… diye…
KAÇ GENCİN
UMUDU SÖNDÜ
BİLİYOR MUSUNUZ…

Erdoğan Baybars
29-12-2013
Afrika Gazetesi

Dergiler Haberleri