Sen Resimdeki Hangi Çocuk Olacaksın?

Kalabalıkları hareket ettiren dürtü, anlık bir şeydir desek de, olay aslında öncesiyle etraflıca hazırlanmış ve anahtar kelimeleri özenle seçilerek kilit isimler üzerinde ustaca işlenmiş planların sonucudur.

Koral Özkoraltay
FEMA Aktivisti
koraltaykoral@yahoo.com

 

Gerçeklikten bu kadar uzak ve bu kadar fikirsiz olmak, belki de insanın bünyesinde bulunan bütün şeytani içgüdülerin vereceği zarardan daha büyük bir yıkıma yol açabilir.” Kötülüğün Sıradanlığı, Hannah Arendt

Bir resim hatırlıyorum. Öğrencilik yıllarımda çalışma masamın karşı duvarında asılı duran.  Sokaktaki bir satıcıdan aldığım derin bir resim… İnsan hiç kendisini tedirgin eden bir resmi duvarına asar mı? İşte ben anlayamadığım bir çekimle beni kendisine baktıran  bu resmi, tedirgin olduğum halde alıp asmıştım odamın duvarına.  Aslında tedirginliğimin sebebi resimde çizilen bir şeyde değil, tam aksine çizilmeyen ancak  ona baktığımda hissettiklerimdeydi. Hikayesi tamamlanmamış ve sahnenin devamını gözümde canlandırmak istemediğim bir olayın kompozisyonuydu bana göre. Mavinin ağırlıkta olduğu resimde, bir duvarı sağlam, diğer duvarı  büyük bir dalga ile yıkılmış bir oda vardı. Dev bir dalga, içi kitap dolu bu odayı dağıtıp odada bulunan çocuklardan birini de beraberinde sürükleyip bilinmeze götürüyordu. Yıkılan bir kitaplığın kenarında ayakta duran başka bir çocuk da olanları tepkisizce, sakin gözlerle izliyordu. Dalgalara kapılan çocuk, suda kitaplarla birlikte sürüklenirken, pek de korkmuş, endişeli görünmüyor, aksine  heyecanla ayakta duran diğer çocuğa elini uzatıyordu.

Duvarın dışındaki uçsuz bucaksız bilinmezlik, o kadar derin bir şekilde resmedilmişti ki, çoğu zaman resmin bütününe bakmak yerine o sonsuzluğa bakarak ürperirdim.  Resmin yarım kaldığını düşündüğüm bu mavi boşluğuna kızardım. Ayağımın yere basmadığı, kontrolümün olmadığı derin sularda bulunmaktan her zaman tedirgin olmuşumdur. Hele de bu sularda sürüklenir durumda olmayı daha da korkutucu bulurum. Bu resimde güvendiği odası  yıkılan bir çocuğu  sürükleyen  bu deli dalgaları gördükçe ürperir, yıkılan duvarın ucundaki belirsizlikten  çok rahatsız olurdum. Uzatılan eli yardım çağrısı olarak düşünüp, ayakta duran çocuğun tepkisizliğini anlamlandıramazdım.

Bu resmi neden alıp duvarıma astığıma ise akıl sır erdiremezdim; ama resmin bütününe bakmaya başladıktan sonra işler değişti. Resmin bir köşesine takılıp  bütününü yargılamamalıydım. O kadar derin ve harika anlamı olan bir resimdi ki bu aslında… Bir tarafım  tedirgin olsa da, diğer tarafım sahiplenip almıştı işte bu resmi .

Hayatımın kontrolünün elimde olmasını isteyenlerdenim. Sabah kalktığımda gün boyu ne yapacağımı bilmek isterim. Güne, bir gece önceden hazırlananlardanım diyebilirim. Elbette ki birçok şeyi az zamana sığdırmaya çalışmanın gerekliliği de diyebiliriz buna ama hiçbir şeyden vazgeçmiyorsan eğer, en iyi şekilde organize olup en verimli nasıl yaşanabilir, bunun yolunu bulmak gerekir. Böyle bilinmezlik içeren, boyumu aşan durumları sevmem.  Bu gibi ortamlarda bulunmak istemem,  bundan kaçınırım. O yüzden bilinmezlik ve derin dalgaların içinde kaybolma fikri beni tedirgin ederdi resme baktığım ilk zamanlarda. Yıllar geçtikçe, resmin güzelliğine ve zekice işlenmişliğine hayran oldum.  Gülümseyerek hatırlıyorum şimdi o günlerimi. Uzun zaman geçti o yıllardan bugüne kadar; ama insanı şekillendiren düşünceler ve hayata bakışına yön veren önemli mil taşları, uzun zaman geçse de unutulmaz. Altı kırmızıyla çizilirdi, hem de iki defa çizilidir onların… Bu yazımda, işte bu altı çizili cümlelerimin birkaçı ile karşılaşıyorsunuz.

İnsanlarla iç içe, sosyal alanda birçok kişiyle temas halinde bir mesleğim ve hayatım var. Bunun keyfini de sorumluluğunun getirdiği ağırlığı da beraber hissederek yaşarım içimde. Konuşmalarımın taraflı olmamasına, kimseyi dışlamayan bütünleyici bir dil kullanmaya dikkat eder; davranışlarımın ve yürüdüğüm yolun, hayatımın doğrularıyla paralel olmasını önemserim. Dünyanın dengesine ve adaletin varlığına güvenimi hep sağlam tutmaya çalışıyorsam da, bilgiye değil kolaycılığa ve hazır bulmuşluğa meyleden kalabalıkları gördükçe karamsarlaşıyorum. Aslında bilgiye ulaşmanın gerçekten çok hızlı ve kolay olduğu bir dönemde yaşıyoruz… İstenildiği zaman her bilgiye ulaşmanın mümkün olabileceği bir teknolojiyle donatılmış durumdayız. Birkaç açıkgözün, havalı cümlelerle, duygusal üç beş resim karesiyle yaratabileceği mizansenlerin sınırı ve imkanı çoktur, ancak bunun bilincinde olup araştırırsak ve tablonun bütününe bakabilmeyi başarırsak, aslında tamamen çıkarları doğrultusunda, birilerinin belli amaçlara yönelik kullandığı malzemeler olduğunu hemen fark edebiliriz. Tek kaynak yerine farklı birkaç kaynaktan okumayı denediğimizde, aslında çok zor olmayan eleştirel bir bakışla saf bilgiye kendimiz ulaşabiliriz. Başkasının sözünün taklitçisi olmak yerine, kendi sözünün sahibi olmanın güzelliğiyle yaşamayı öğrenebiliriz.  Emirleriyle yıkmayı amaçlayan kişilere itaat etmek yerine, olaylar üzerinde düşünüp sorgulayarak hareket edersek, kısırdöngü içinde dönmekten, başkasının çarkında bir diş olmaktan kurtulur, fikirler üreten yapıcı insanlar olabiliriz.

*****

Kalabalıkları hareket ettiren dürtü, anlık bir şeydir desek de, olay aslında öncesiyle etraflıca hazırlanmış ve anahtar kelimeleri özenle seçilerek kilit isimler üzerinde ustaca işlenmiş planların sonucudur. Konuya hakim olmayan, bilinçsizce kalabalığın içinde sürüklenen kişiler, sadece başkalarının kuklası olarak onların ekmeğine yağ sürme hizmetini görmüş olurlar. Yaşadığımız coğrafyada neler oluyor, gündemimiz ne, dünyada neler yaşanıyor diye en azından sanal dünyadan olsun takip edip, etrafından biraz haberdar olan her insan, kışkırtmalara , tahriklere kapılmaz. Kendi kararlarıyla hareket eder, kendi yargısına ulaşır. Bu insanlar siyasilerin tek sözüyle tek mesajıyla hareket edip meclis damlarına tırmanmaz. Görünenin ardındaki gerçeği bilerek davranırlar.  

Bilginin önemli olduğuna inanan, araştırmaktan  ve sorgulamaktan korkmayan, meraklı bir nesil oluşturmaya gönül vermiş insanlardan biri olmaya çalışıyorum. Yıllardır aklımda bir örnekle sınıfa girip araştıran, sorgulayan gençler yetiştirmek umuduyla  karşımdakilere bir şeyler aktarmaya çalışırım.  Bazen  iyiye ulaşmayı değil, kötüden uzaklaşmayı hedeflemek, daha etkili bir  tetikleyici olabilir. Benim kendime hatırlattığım tetikleyici ise, George Orwell’in Hayvan Çiftliği adlı kitabından bir bölümdür. Lisede öğrenciyken ders kitabı olarak okuduğumuz ve yorumladığımız harika bir eleştiri kitabıydı. Tarihsel bir gerçeğin, hayvan karakterleri ile simgeleştirilip eleştirildiği, zekice yazılmış masal tarzı bu kitapla lise yıllarımda karşılaşmış olmak, ilerleyen yıllarımda hayata bakışımda oldukça etkili olmuştur. Kitapta,  çiftlikte lider olma hevesindeki domuzların, adaletsizliklerini ve kendi çıkarları için yaptıkları değişikliklerin anlatıldığı bölümde, bu çıkarcı hareketleri  fark eden birkaç hayvanın itirazlarını ve eleştirilerini susturmak için domuzların  yaptıkları taktiksel oyunlar anlatılıyor. Domuzlar, tek derdi taze çayırlarda otlanmak olan koyun sürüsüne, “… Bizi eleştirmek için yüksek sesle konuşmaya başlayan olursa, siz de melemeye başlayın. O kadar yüksek sesle meleyin ki, kimsenin konuşması sizin seslerinizin üzerinize çıkamasın, sizin melemeniz dışında kimsenin sesi duyulmasın” demişler. Bunun karşılığında ise koyunlar, güzel otlaklarda gün boyu mutlu mutlu otlanmışlar. Akşam ise tüm hayvanların toplandığı bir alanda, konuşmalar başlayınca, eleştiriler koyunların melemeleri arasında duyulmaz olmuş ve liderliği sorgulanmayan bu grubun gücü böyle oyunlarla artarak sürüp gitmiş.

Benim  öğrencilerime söylediğim şey ise, “Bu hikayedeki koyunlar gibi olmayın… İster benimle aynı fikirde, isterseniz farklı fikirlerde olun ama kendinize ait fikirleriniz olsun bu bana yeter. Bunu benimle de sokakta başkalarıyla da konuşmaktan çekinmeyin, korkmayın. Farklı fikirlerde olmanın kötü yanı yoktur. Ortada buluşmayı becerip birlikte yürümeyi öğrenince zenginleşiriz. Farklı fikirlerden korkmak değil, dinleyip bir şeyleri beraber tartışabilmektir önemli olan.  Tek sese itaat etmeden kendi fikrinizle yürüyebilmelisiniz. Aynı fikirde olduklarınızla aynı adımları atarken daha güçlüsünüz, ama sakın başkalarının fikirlerinin taklitçisi olup onların sizin üzerinize basıp sizi sıçrama tahtası yapmasına izin vermeyin. Kendinizi bilgiyle, kitapla besleyin. Merak edin, araştırın. Neyi isterseniz onu araştırın,  nereden zevk alırsanız onu en iyi bilin ama merak etmekten yorulmayın, daha fazlasını isteyin hep.  Bu fikirleri araştırarak, sorgulayarak, karşılaştırarak ve eleştirerek sahiplenin. Başkasının dayatmasıyla değil kendi ürettiğiniz yargılarla hareket eden insanlar olun. Böylece birilerinin kendi çıkarları için kullanacağı koyunlar değil, karşısında sağlam cümleler kurup onunla fikirlerini tartışıp savunacak şahsiyetler olursunuz .”  Bu sözlerim, kaç kişiye ulaşır bilemem ama çiftlikteki koyunlardan biri olmayın deyişim karşımda dinleyenin  dudağına acı bir tebessüm ve itiraz dolu mırıldanmalar getiriyorsa eğer, umudu kaybetmeden yürümeye devam etmeliyiz demektir.

Okul yıllarımdaki o resim geliyor aklıma sonra…  Ne kadar cesur  ve anlamlı bir resim olduğunu düşünüp gülümsüyorum. Harika bir bilgi denizi, kitaplardan ve bilgiden gelen cesaret…  Sınırlanamayan, duvarları yıkan bir birikim. Bunun yanında ise kenarda sadece resmin küçük bir ayrıntısı olarak duran cehaletin boş bakışları. Emirle, komutla hareket edebilen, kendine ait fikri olmayan bir kukla…

O kadar yıl sonra şimdi o resim nerede diye düşünüyorum. Taşınılan birçok ev, değiştirilen mobilyalar arasında köşede bucakta bir yerde bekliyordur belki de … Bilginin değerinin ve cesaretin güzelliğinin zekice resmedildiği o resmi umarım bir gün sınıfıma asabilirim.

 

 

Dergiler Haberleri