RUHU OLAN SOKAKLAR - SURLARİÇİ

Merak ederim o evlerde kimlerin yaşadığını. Mutlu mu yoksa mutsuz bir hayat mı sürdüklerini?

Filiz Uzun

Sokakların dili olduğuna inananlardanım ben. Bazı sokakların ruhu olduğuna da.  Yollarında gezdiğiniz zaman bunu hissedersiniz. Her ev size ayrı bir his verir. Her sokak da. Neşeli sokaklar vardır mesela. Ya da hüzünlü sokaklar. Kaç aile oturmuştur o evlerde. Kaç bebek gözlerini o odalarda açmış, kaç yaşlı hayata  veda etmiştir. Kim bilir ne aşklar yaşanmıştır o sokaklarda. Ne mektuplar girmiştir gizlice kapı altından atılan. Ne kavgalar olmuştur o evlerde,  sokaklarda. Aşk için, özgürlükler için, toprak için. Ne mücadeleler verilmiştir.

Evler, yollar, camiler, kiliseler,  her metrekaresine emek harcanmıştır. Yıllarca çalışmış onca işçinin teri vardır o sokaklarda. Ben eski sokaklarda gezerken hep bu ruh haliyle gezerim nedense. Merak ederim o evlerde kimlerin yaşadığını. Mutlu mu yoksa mutsuz  bir hayat mı sürdüklerini? Kimi zaman evin kapısının önünden geçerken içimi bir hüzün kaplar, içeride yaşanan acıyı hissederim adeta. Bazen de gelen kahkaha sesleriyle yüzüm gülümser.  

Bazı sokaklarsa tam tersi ruhsuzdur.  Renksiz. Alelacele yapılmış para için. Çalışanlar bir makine edasıyla çalışıp bitirmişler o binaları. Tıpkı bazı insanlar gibi. Duygusuz. Her yer böyle oldu güzelim ülkemizde ne yazık ki.

Gezdiğim bir çok şehirde en çok görmekten keyif aldığım, sokaklarında dolaşmayı istediğim bölgeler hep eski, yaşanmışlığı olan sokaklardır.  Yabancı ülkelerde ne çok değer verilir eski tarihi binalara. Hayretle gezersiniz sokaklarında. Nasıl bozulmamış, Nasıl korumuşlar tarihi binaları. Oysa bizde öyle mi? Lefkoşa’da Surlariçi’ndeki harap oluşluk benim canımı yakıyor doğrusu. Yıpranmış evler, gerçek yaşanmışlığına uymayan kültürel bozulma. Ve en mühimi ise bakımsızlıktan yok olan binalar. Sizin canınızı yakmıyor mu?

LEFKOŞA’DA RUHU OLAN TEK YER SURLARİÇİ

Lefkoşa Surlariçi benim için çok değerli bir bölgedir. Her fırsatta gider, her mekanda zaman geçirir, yollarında, sokaklarında gezmekten hayli keyif alırım.  Birkaç yıl öncesine oranla daha canlı, daha kalabalık olmaya başlasa da yine de bölgenin harap oluşu engellenemiyor maalesef.

Bisikletle dolaştığım zamanlarda her sokağını defalarca gezmişimdir ortasından böldükleri Lefkoşa ve Surlariçi’ni. Barikatlarda durmak, çantanızdan cüzdan ve kimliklerinizi çıkarmak ve devam etmek yolunuza nasıl zoruma gidiyor anlatamam her defasında. Bisiklette bu daha da fazla zorlaşıyor elbette.

Yine de ruhu olan bir bölgedir Surlariçi benim için. Her sokağında, her mekanında, her evde derinden hissederim orada yaşananları. Her iki tarafını da aynı hisle gezerim Surlariçi’nin. Barikatlardaki ara bölgelerdeki savaşın izleri, kurşunlanan evler, binalar, yıkılmaya terkedilmiş evler üzse de beni. Bu zamanda  bu teknolojide bile yapılamayan harika mimariler beni şaşırtıyor her geçtiğimde oralardan.

Elbette yeni çağa ayak uydurmak, elbette teknolojinin nimetlerinden yararlanmak gerekmektedir. Yenilenmek ve çoğaldıkça yeni şehirleşmenin olması kaçınılmazdır. Fakat bu kadar bina bu kadar ruhsuz apartmanlar, villalar, betonlaşma olmamalı. Artık buna dur denilmeli.

SURLAR İÇİNDE BİSİKLETLE DOLAŞMAK

Surlariçi’nin Arabahmet Meydanı  kısmından başlamak lazım tura. Büyük Han, Bandabuliya, Kumarcılar Hanı’nın olduğu mahalleleri dolaştıktan sonra mutlaka ara sokaklara girilmelidir. Sokakların darlığı ve evlerin birbiriyle bu kadar yakın oluşunu seviyorum ben. Bisikletinizle geçerken kapılarında oturan kadınları, yaşlıları görebilirsiniz. Sokaklarda oynayan çocuklar, evlerin önüne asılan çamaşırlar, kapısında arabasını yıkayan adamlar, bastonuyla yürüyen yaşlılar, elinde bir sokum ekmekle sokağa oynamaya fırlayan çocuklar.  En çok da bahçedeki masa etrafında toplanan ve yemek yeyen aile görüntüsü etkiler beni. Ne güzeldir aile olmak. Bir arada olmak.  Ne yediğinin önemi yoktur. Ne kadar kaliteli bir masada oturduğun da. Modernleşme adına uzaklaştık birbirimizden, sevgiyi unuttuk. Zamansızlık en büyük derdimiz oldu.

Eski Lefkoşa’da oturanların büyük kısmını Türkiye’den göç edenler oluşturmaktadır. Yüzyıllarca o evlerden, o tarihi binlardan kimler geldi kimler geçti. Beni içinde yaşayanlardan çok bu kadar şahane tarihi binaların hunkarca tahrip edilmesi ilgilendiriyor açıkçası. Dolaşırken bunu çok net görebiliyorsunuz. Yüzyıllık taşların üzeri betonla kaplanıyor. Dokusu, orjinalliği bozuluyor. Ve kimse buna dur diyemiyor. Bir sınırlama getirilmiyor. Yüzyıllık tarihimiz yok olup gidiyor.

BARİKATIN DİĞER YANI

Bisikletle barikatta kimliğinizi gösterip geçtikten sonra aradaki fark gözle görünür şekilde ortaya çıkıyor. İki  adım ötedeki evlerin çoğu restore edilmiş. Binalar sapasağlam. İçinde yaşayanların çoğu Kıbrıslılar. Elbette bazı bölgelerde farklı ülkelerden çalışmak için gelen ve oralarda yaşayanlar var orada da.

Binaların çoğu iyi durumda. İçinde yaşayanlar var. Bölgenin yaşanmışlığına saygı var. Hala insanlar o bölgeyi kullanıyorlar. Gençlerden bile oralara yerleşenler yaşayanlar var. Gece gündüz fark etmeden bir kalabalık var. Terkedilmişlik duygusu hissetmiyorsunuz oralarda.

Kafeler, restoranlar, tavernalar, barlar hafta içi bile dopdolu. Kısacası insanlar o bölgeden çekilmemiş. Yaşanmaya devam ediliyor. Yenileniyor değişiyor fakat çok fazla bozmadan, yok etmeden.

Surlariçi’nde bisiklet surmenin en güzel yanı da kahve molalarıdır. Bizler bisikleti genellikle Pazar günleri sürdüğümüzden yine aradaki farkı çok net görebiliyoruz. Pazar günü Surlariçi’nin Arabahmet tarafında neredeyse 3-5 kişi hariç ya var ya yok. Dükkanlar kapalı genellikle. Büyük bir sessizlik hakim. Fakat diğer yarısında kilise saattinden itibaren yollar sokaklar dolu. Pazar ayininden çıkanlar kafelerde kahvaltı yapıp kahvelerini yudumluyor. Öğlen saatlerinde kalabalık giderek artıyor. Akşam üzerleri ise restoranlar, kafeler ve barlar tıklılm tıklım doluyor.

SURLARİÇİNDE KAHVELER

Bisiklet ile çok gittiğim bir bölge olduğundan Surlariçi’nde açılan her yeni mekanı da fark ediyorum. Ve çok mutlu oluyorum. Hem Kıbrıslı Türk hem de Kıbrıslı Rum genç arkadaşlarımı bu anlamda kutluyorum. İlginç mekanlar ve yaratıcı işler yapıyorlar bu bölgede. En son sürdüğümüzde Sami Saygun ile çok tatlı bir mekan keşfetmiştik kahve içebileceğimiz. Genç Kıbrıslı Rum arkadaşımızla biraz sohbet etmiştik. Eskiye hiç dokunmamış mekanında. Eski iskemleler, Kıbrıs’a özgü eşyaları aynen muhafaza etmiş. Dedelerimizin babalarımızın zamanındaki kahveler gibi. Yiyecek ve içecekler de öyle. Öyle Amerikano, Latte falan yapmıyor yani. Bildiğiniz Türk/Rum kahvesi. Sketto içiyoruz biz dedik.  Sade yani. Sugar free.

Yeni kafelerde de oturuyoruz biz. Ama ne yalan söyleyeyim Surlariçi’nde geziyorsam eskinin ruhunu yaşamayı tercih ediyorum ben. Büyük Han’da içerim kahvemi. Ya da ara sokaklardaki minik eski usul kahvehanelerde.

TUR BİLGİLERİ

Tüm surlariçini dolaşmak birkaç saat alabilir. Ben keyifle dolaşanlardan olduğum için her tarafı bir saatte dolaşmak gibi bir acelem yok tabii. Ancak ilk kez bu bölgeyi bisikletle dolaşacaklar için söyleyebilirim ki bilen biri ile dolaşırsanız 3-4 saatte dolaşabilirsiniz. En azından tarihi binaların olduğu sokakları dolaşabilirsiniz. Ben her seferinde başka sokakları keşfetmeyi, keyifle sürmeyi ve kahve molalarını seviyorum. Bu yüzden acele etmeden dolaşıyorum. Her sevdiğim sokakta duruyorum, her tarihi mekanı dolaşıp taşlarına dokunuyorum. Ara sokaklarında bulduğum kahvelerde kahve içiyorum, sohbet ediyorum. Size de tavsiye ediyorum. Bu ruhla dolaşın Surlariçi’ni. Sahip çıkın bu bölgeye. Siz gittikçe sahip çıkılacaktır. Siz sahip çıktıkça bozulmayacak, yıkılmayacaktır. Surlariçi candır. Nefestir. Tarihtir. Geçmişimizdir.

 

 

 

 

Dergiler Haberleri