Devrimci İşçi Sendikaları Federasyonu’nun (Dev-İş) eski başkanı, deneyimli sendikacı Koral Aşam, YENİDÜZEN yöneticilerine yapılan tehdit hakkında açıklama yaparak, son dönemde gazetecilere yapılan tehditlere dikkat çekti, “Özgürlük, ancak birlikte savunulduğunda anlam kazanır” dedi.
Aşam’ın açıklaması şöyle:
Kıbrıs'ın kuzeyinde basın özgürlüğü, sadece demokratik bir hak değil, aynı zamanda cesaret ve direnişin simgesidir. Son yıllarda milliyetçi cenahın siyasi erki ve mafyatik ilişkilerle örülü yapılar, bu özgürlüğü sistematik biçimde hedef almakta, halkın gerçekleri öğrenme hakkını gasp etmektedir. Ayşemden Akın, Canan Onurel, Pınar Barut, Hüseyin Ekmekçi, Mert Özdağ, Ertuğrul Senova ve 2020 seçimlerinde tehdit edilen Ali Kişmir gibi gazeteciler, bu karanlık ilişkilerin üzerini açtıkları için ölüm tehditleri ve sindirme kampanyalarıyla karşı karşıya kalmıştır. Onlar, sadece haber yapan değil, halkın vicdanını temsil eden cesur kalemlerdir.
Bu karanlık tablonun en acı örneklerinden biri, 1996 yılında evinin önünde katledilen Kutlu Adalı’dır. Adalı, gerçeklerin peşinden hiç vazgeçmeyen, siyasi ve mafyatik ilişkileri cesurca ifşa eden bir gazeteci olarak, bu toprakların hafızasına ve özgürlük umuduna karşı işlenmiş siyasi bir suikastın kurbanı olmuştur. Cinayetin üzerinden onlarca yıl geçmesine rağmen faillerin ortaya çıkarılmaması ve etkin bir soruşturmanın yapılmaması, basın özgürlüğüne yönelik cezasızlık kültürünü derinleştirmiştir.
Bununla birlikte, son dönemde Türkiye sermayesinin KKTC basını üzerindeki etkisi giderek artmakta, medya kuruluşları üzerindeki ekonomik ve siyasi baskılarla basın özgürlüğü daha da kısıtlanmaktadır. Bu durum, yerel gazetecilerin bağımsız hareket etmesini zorlaştırmakta, haberlerin tarafsızlığını ve halkın doğru bilgiye erişimini tehdit etmektedir. Türkiye’deki bazı siyasi aktörlerle mafyatik bağları bulunan figürlerin bölgedeki çıkarları, medya üzerindeki hakimiyetle pekiştirilmekte, böylece kamuoyunun denetim gücü zayıflatılmaktadır.
Basın özgürlüğü demokratik toplumların temel taşıdır. Habermas’ın kamusal alan teorisi, özgür basının halkın rasyonel tartışma zemini oluşturmasındaki vazgeçilmez rolünü vurgular. Foucault’nun iktidar ve söylem ilişkisi bağlamında ise, gazetecilere yönelik tehditler, iktidarın söylem üzerindeki tahakkümünü pekiştirme çabasıdır. Bu çaba, halkın gerçekleri öğrenme hakkını doğrudan hedef almaktadır. KKTC’de yaşananlar, bu demokratik zeminin sistematik biçimde tahrip edildiğinin somut örnekleridir.
19 Ekim Cumhurbaşkanlığı seçimleri yaklaşırken, bu tehditlerin gölgesinde verilecek tercih, sadece bir liderin seçimi değil; aynı zamanda halkın özgür bilgiye mi yoksa sansüre mi oy vereceğinin göstergesi de olacaktır. Basın özgürlüğü olmadan seçim özgürlüğü olmaz; çünkü halk ancak doğru bilgiyle özgürce karar verebilir. Bu nedenle, gazetecilere yönelen her tehdit, sandığın meşruiyetini zedeleyen bir müdahaledir.
Bu metin, tehdit edilen ve katledilen tüm basın emekçilerine bir selam, halkın vicdanına bir çağrı ve karanlığa karşı bir lanettir. Kalemini halkın hizmetine adayanlara yönelen her tehdit, halkın geleceğine yönelmiş bir saldırıdır. Bu saldırıya karşı durmak, yalnızca gazetecilerin değil, her yurttaşın görevidir. Özgürlük, ancak birlikte savunulduğunda anlam kazanır.