Mertkan Hamit
mhamit@gmail.com
Toplumları derinden etkileyen ayrımcı ve otoriter eğilimler, farklı coğrafyalarda benzer biçimlerde ortaya çıkabiliyor. Bu analizde, üç ayrı figür ve olay üzerinden bu eğilimleri inceliyorum: Kıbrıs Rum Başpiskoposu Georgios’un son Paskalya mesajındaki söylemler, Erhan Arıklı liderliğindeki Yeniden Doğuş Partisi’nin (YDP) kktc’deki politikaları ve İdi Amin’in 1970’lerde Uganda’daki Hint kökenli topluluğa yönelik uygulamaları. Her üç örneği; etnik/dini gruplara karşı ayrımcılık, tek adam yönetimi arzusu ve otoriterlik, kutuplaştırıcı politikalar ve sosyal mühendislik, liderlik gücünün baskı için kullanılması gibi ideolojik eğilimler çerçevesinde karşılaştıracağım. Analiz boyunca, bu figürlerin eylem ve söylemlerinin toplumlarına etkisini ve aralarındaki benzerlik ve farklılıkları ele alacağım.
Başpiskopos Georgios’un Paskalya Mesajı ve Kıbrıslı Türklere Yönelik Söylemleri
Kıbrıs Ortodoks Kilisesi lideri Başpiskopos Georgios, Paskalya vesilesiyle verdiği son mesajında dini temaları millî meselelerle birleştiren söylemlerde bulundu. Mesajında Kıbrıs’ın kuzeyinin “İslamlaştırılması” girişimlerini vurgulayarak bunun Kıbrıslı Türklerin kimliğini değiştirmeye yönelik bir plan olduğunu ileri sürdü. Özellikle Türkiye’nin 1974’ten bu yana Kıbrıslı Türk toplumunu daha “Türk” ve daha “Müslüman” hale getirmeye çalıştığını dile getiren ifadeleri dikkat çekti (1). Bu söylem, adanın kuzeyinde laik ve kültürel açıdan farklı bir kimliğe sahip Kıbrıslı Türklerin laiklik hassasiyetine hitap etmekteydi. Georgios, kuzeydeki Türk varlığını “işgalci” olarak niteleyerek, Kıbrıs’taki Helen varlığının tehlikede olduğunu ve “Türk istilacının kovulması, vatanın özgürleştirilmesi” gerektiğini vurguladı (2).
Bu ifadeler birkaç açıdan dikkat çekicidir: Bir yandan Kıbrıslı Türklerin seküler kimliğine seslenip, onların Türkiye tarafından zorla değiştirildiği mesajını verirken, diğer yandan oldukça milliyetçi ve ayrımcı bir dil kullanmaktadır. İstilacı söylemi, kuzeyde yaşayan Türkiye kökenli nüfusu ve Türkiye devletini topyekûn hedef alarak, etnik-dini bir karşıtlık yaratmaktadır. Georgios’un dini bir lider olarak böylesine siyasi ve kutuplaştırıcı mesajlar vermesi, dini otoritesini siyasi bir baskı aracı olarak kullandığı eleştirilerine de yol açmaktadır. Sonuç olarak, Başpiskopos Georgios’un Paskalya mesajı, barış ve hoşgörü çağrısı içermekten çok, Kıbrıs’ın kuzeyindeki Türk varlığını hedef alan ve Kıbrıslı Türklerin laiklik/kimlik hassasiyetlerini manipüle eden unsurlar barındırmaktadır.
Erhan Arıklı ve YDP’nin Kıbrıslı Türk Toplumundaki Rolü
Erhan Arıklı, kuzey Kıbrıs’taki Yeniden Doğuş Partisi’nin (YDP) genel başkanı olarak, özellikle Türkiye kökenli göçmenlerden oluşan kesimin sesi olma iddiasıyla ortaya çıkmıştır. Parti, 2016’da kuruluşundan bu yana kktc’deki Türkiye kökenli nüfusu temsil ettiğini ve “mağdur olan herkesin” savunucusu olduğunu söylemektedir (3). YDP’nin siyaseti, toplumda belirli fay hatları oluşturarak kutuplaşmayı derinleştirmekle eleştirilmektedir. Özellikle Türkiye’den gelen yerleşiklerle yerli Kıbrıslı Türkler arasındaki kültürel farklılıklar, YDP tarafından siyasal bir araç haline getirilmiştir.
Arıklı’nın liderliğinde YDP, sık sık sosyal medya üzerinden popülist söylemler ve provokasyonlar yapmaktadır. Arıklı’nın kktc’de gerçekleşen laiklik yanlısı protestoları “sözde laiklik” olarak nitelendirip, bu protestoların aslında Türkiye’ye karşı yapıldığı iddiası tam bir provakasyon örneğidir. Bu tür söylemler, Türkiye’yi kayıtsız şartsız destekleyenler ile seküler eleştirel kesim arasında keskin bir ayrım çizmekte ve toplumsal kutuplaşmayı artırmaktadır. Nitekim YDP ve bazı göçmen derneklerinin, Türkiye hükümetini savunurken, eleştirel Kıbrıslı Türk seslerini “hain” veya “Türkiye düşmanı” olarak yaftaladıkları çeşitli olaylarla gözlenmiştir.
YDP’nin politikalarının Kıbrıslı Türk toplumunun sosyal ve kültürel yapısına etkisi de tartışmalıdır. Parti, bir yandan dindarlığı ve milliyetçiliği vurgulayarak kktc’de daha muhafazakâr bir toplumsal atmosferi teşvik etmektedir. Öte yandan bu yaklaşım, Kıbrıslı Türklerin geleneksel seküler yaşam tarzı ve kendine özgü kimliğiyle çatışmaktadır. Öyle ki Türkiye’ye yakın duruşu nedeniyle YDP, birçok Kıbrıslı Türk tarafından Ankara’nın adadaki “Truva atı” gibi görülmekte, parti yöneticileri ve destekçilerinin, Ankara ile yakın bağlarını kullanarak adadaki nüfuzlarını artırmaya çalışmaları ise bu gerilimi daha da artırmaktadır (4). Yapılan bir araştırma, Türkiye ile kktc arasında gerginlik yaşandığında veya Kıbrıslı Türkler ile Ankara hükümeti arasında görüş ayrılığı çıktığında, YDP’nin hemen Türkiye tarafını tutarak hareket ettiğini ve bunun toplumda daha önce görülmemiş türden yeni kutuplaşmalar ürettiğini ortaya koymaktadır (5). Özellikle YDP yöneticilerinin, Türkiye Cumhurbaşkanı’na yönelik eleştirilerde bulunan gazetelere karşı sert tepkiler organize etmesi (örneğin Afrika Gazetesi önünde toplanıp protesto ve tehditkâr gösteriler yapmaları) ifade özgürlüğüne karşı baskıcı bir tavır olarak kayda geçmiştir.
Özetle, Arıklı ve YDP’nin çizgisi, toplumu “Türkiye’yi koşulsuz destekleyenler” ve “karşı çıkanlar” şeklinde bölmeye yatkın, sağ popülist bir çizgidir. Parti, Türkiye kökenli göçmenler üzerinden bir kimlik siyaseti yürüterek hem bu kesimi mobilize etmekte hem de yerli halk ile göçmen kökenliler arasında kalıcı bir ayrışma yaratmaktadır. Bu durum, Kuzey Kıbrıs’ta sosyal mühendislik endişelerini doğurmakta, bu da demografik ve kültürel yapının siyasi saiklerle değiştirildiği algısını güçlendirmektedir.
İdi Amin’in Uganda’da Hint Kökenli Topluluğa Yönelik Politikaları
İdi Amin, 1971-1979 yılları arasında Uganda’yı demir yumrukla yöneten bir askeri diktatördü. Amin’in iktidarı dönemi, etnik bir azınlık olan Güney Asya (Hint) kökenli Ugandalılara karşı aşırı ayrımcı politikalarla hatırlanmaktadır. 1972 yılında Amin, ülkedeki tüm Asya kökenlilerin – özellikle de Hint asıllı Ugandalıların – ülkeyi terk etmesini emreden kararı aldı. Bu karar doğrultusunda yaklaşık 80.000 Hint kökenli kişiye sadece 90 gün içinde Uganda’yı terk etme süresi verildi. Amin, bu topluluğu Uganda ekonomisini tekelleştirmekle, ülkeye sadakat göstermemekle (uyum sağlayamamakla) ve yolsuzlukla suçladı; “Uganda’yı gerçek Ugandalılara geri vermek” adına böyle bir adım attığını savundu. Bu söylem, açık bir biçimde ırkçı bir söylemdi ve Hint kökenli azınlığı günah keçisi ilan ederek, çoğunluk halkın milliyetçi duygularını okşamayı amaçlıyordu.
İdi Amin’in bu politikası, etnik temizlik boyutlarına varan bir sosyal mühendislik girişimiydi. Hint kökenli kişilerin mal varlıkları devletçe zapt edildi; evleri, iş yerleri ve çiftlikleri yerli Ugandalılara dağıtıldı. Bu “Afrikalılaştırma” adımı, ülkenin, uluslararası itibarını yitirmesine neden oldu.
Amin’in yönetimi yalnızca Asyalı azınlığa karşı değildi, genel olarak da son derece otoriter ve kanlı idi. Kendi iktidarını sağlamlaştırmak adına ordu ve istihbaratı kullanarak muhalif etnik grupları ve siyasi rakiplerini ortadan kaldırdı. Tahminlere göre Amin rejimi sırasında 100.000 ila 500.000 arasında Ugandalı öldürüldü veya ortadan kayboldu, binlercesi de işkenceye maruz kaldı. Ülke içinde korku salan Amin, kendisini “başkan”, “mareşal” ve hatta “tüm hayvanların efendisi” gibi abartılı unvanlarla anıyor, tam bir tek adam görüntüsü sergiliyordu. Dini söylemi doğrudan ön plana çıkarmasa da, devlet gücünü mutlak bir tiranlıkla uygulayarak hem etnik azınlıklara hem de genel halka karşı büyük bir baskı kurdu.
Etnik ve Dini Gruplara Karşı Ayrımcılık
Üç örnekte de etnik veya dini bir gruba yönelik dışlayıcı, ayrımcı tutumlar göze çarpıyor. İdi Amin örneğinde ayrımcılık son derece açıktır: Hint kökenli Asyalıları toptan bir grup olarak hedef alıp ülke dışına sürmüş, onların mal varlıklarına el koymuştur. Bu, ırkçı bir devlet politikası haline gelmiş ve bir azınlık grubun şeytanlaştırılması üzerinden uygulanmıştır. Amin, Asyalıları “yabancı” ilan ederek çoğunluğun milliyetçi duygularını arkasına almaya çalışmıştır.
Başpiskopos Georgios örneğinde ise ayrımcılık daha farklı bir biçimde ortaya çıkıyor. Georgios, dinî lider kimliğiyle Kıbrıs’ın kuzeyindeki Türk varlığını ve Müslüman kimliği ötekileştiren bir söylem benimsemiştir. Her ne kadar Kıbrıslı Türkleri doğrudan düşman ilan etmese de, “Türk istilacı” söylemiyle, etnik Türk varlığını ada için bir tehdit olarak sunmaktadır (6). Ayrıca kuzeyde yürütüldüğünü iddia ettiği İslamlaştırma projesini vurgulayarak, Müslüman/Türk kimliğini olumsuz bir çerçevede anlatmaktadır. Bu durum, Kıbrıslı Türklerin dinsel ve etnik kimliğine yönelik örtük bir ayrımcı tavır olarak değerlendirilebilir. Georgios’un söylemi, adadaki Müslüman toplumun inancını ve kültürünü istenmeyen bir dış etki gibi göstermek suretiyle dini temelde bir ayrımcılığı körüklemektedir.
Erhan Arıklı ve YDP’ye gelince, burada ayrımcılık daha karmaşık bir hal almaktadır. Şöyle ki YDP, görünürde Türkiye kökenli göçmenleri temsil eden bir parti olarak, kendisini ayrımcılığa uğrayan bir grubun savunucusu konumunda göstermektedir. Ancak fiiliyatta Türkiye’nin Kıbrıs’taki askeri varlığı ve Kıbrıs sorununun kökeni itibarıyla bu politika, toplum içinde yeni bir ayrımcılık türü yaratmakta ve esasen güçlü tarafın siyasi etkisini empoze etme rolü oynamaktadır. Parti söylemi, “kök” Kıbrıslı Türkler ve “Türkiye kökenli” Türkler ayrımını sürekli vurgulayarak, iki kesim arasında bir mesafe oluşturmaktadır. YDP yöneticileri sık sık, Kıbrıslı Türk siyasetçileri veya eylemcileri “Türkiye düşmanlığı” ile suçlayarak onları ötekileştirmektedir. Bu da, kendi toplumuna içkin bir ayrımcılık olarak değerlendirilebilir; zira etnik köken aynı olsa da, Türkiye doğumlu olanlar ile adada doğup büyüyenler arasında keskin bir ayrım çizilmektedir. Dahası, YDP çevrelerinin dile getirdiği ve YDP görüşlerine uygun düşünmeyenlerin, adanın güneyine yani Kıbrıslı Rum tarafına gitmesi gerektiği; farklı bir etnik temizlik anlayışını kuvvetlendirmektedir. Ayrıca YDP’nin Kıbrıslı Rumlara bakışı da uzlaşmadan uzak, dışlayıcıdır; federal çözüm ya da işbirliği yanlısı kesimleri sert biçimde eleştirerek öteki toplumla diyaloğu reddeden bir tutum sergilemektedir. Sonuç olarak, her üç örnekte de farklı hedeflere yönelse de “biz” ve “onlar” ikilemi üzerinden yürüyen bir ayrımcılık siyaseti bulunmaktadır.
Tek Adam Yönetimi Arzusu ve Otoriterlik
İdi Amin klasik anlamda bir tek adam diktatörlüğü kurmuştur. Kendisini devletle özdeşleştirerek, yasama-yürütme-yargı dengesini ortadan kaldırmış; orduya dayanarak mutlak iktidarını ilan etmiştir. Ünvanlarını ve gücünü pekiştiren gösterişli unvanlar kullanması, kararlarını hiçbir danışma mekanizmasına tabi tutmaması ve korku ile yönetmesi, Amin’deki tek adam yönetimi arzusunu ve pratiğini açıkça ortaya koymuştur. Otoriter yönetimi, kişisel kaprislerine göre etnik temizlik yapacak kadar da ileri gitmiştir.
Erhan Arıklı ve YDP’nin demokratik bir ortamda faaliyet gösteriyor olsalar da, otoriter siyaset söylemini benimseyen bir çizgi sergiledikleri aşikârdır. Arıklı’nın siyasi üslubunda sık sık otoriteye mutlak bağlılık ve lidere (Türkiye’deki lidere) biat vurgusu öne çıkmakta, kktc içerisindeki muhalif seslere veya farklı görüşlere tahammülsüz çıkışları, çoğulculuğa mesafeli anlayışını ortaya koymaktadır. Özellikle sosyal medyadaki paylaşımlarında ve meclisteki konuşmalarında, farklı düşünenleri hainlikle suçlama, basına gözdağı verme gibi eğilimler, yönetime geldiğinde otoriter uygulamalara hevesli olabileceğinin sinyalini vermektedir. YDP, kendi liderini veya desteklediği dış lideri (örneğin Türkiye Cumhurbaşkanı’nı) eleştirilemez bir konuma yerleştirip, bunun dışındaki tüm görüşleri bastırmaya yönelik bir dil kullanmaktadır. Bu, tam da otoriter popülist liderlerde görülen bir özelliktir: tek bir doğrultu etrafında toplumun hizaya sokulması arzusu.
Başpiskopos Georgios’a gelince, onun durumu biraz daha farklı. Georgios laik anlamda bir devlet başkanı değil; ancak dini bir lider olarak otoriter bir tavır sergilemektedir. Kıbrıs Rum Kilisesi, adada tarihsel olarak büyük nüfuz sahibi bir kurumdur ve Georgios da bu nüfuzu kullanarak siyasi mesajlar vermektedir. Tek adam yönetimi arzusu dersek, Georgios bunu kilise adına siyasete müdahil olarak göstermektedir: Paskalya mesajında siyasi konularda tavizsiz bir tutum alınmasını istemesi (“başka taviz verecek halimiz kalmadı” söylemi) ve devlet politikasına yön çizmeye çalışması, dini otoritenin siyasi otoriteyi baskılaması tam da bu anlama gelen bir örnektir. Burada teokratik bir otoriterlik arzusundan söz edilebilir: Georgios, devletin siyasi çizgisinin kendi milliyetçi-dini çizgisinde olmasını talep etmekte, bu yönüyle, modern seküler demokratik ilkelere aykırı, otoriter-dini bir liderlik profili çizmektedir.
Kutuplaştırıcı Politikalar ve Sosyal Mühendislik
Şu söylenebilir: Her üç figür de toplumları keskin kamplara bölme ve yeniden şekillendirme (sosyal mühendislik) eğilimleri sergilemiştir. Kutuplaştırıcı politika, bir liderin veya hareketin “biz-onlar” ayrımını derinleştirerek kendi taraftarlarını konsolide etme stratejisidir.
İdi Amin, Ugandalıları yerli Afrikalılar vs. Asyalı yabancılar diye kutuplaştırarak yönetmiştir. Ülkenin ekonomik sorunları için azınlık bir grubu sorumlu tutup onları hedef almak, çoğunluğu kendi etrafında toplamak için kullandığı bir taktiktir. Bu politika, kısa vadede Amin’e desteği artırmış olabilir ancak toplumda kalıcı güvensizlik ve nefret tohumları ekmiştir. Amin’in uygulamaları, Uganda toplumunun çoketnili yapısını tek tip hale getirmeyi amaçlayan bir sosyal mühendislik projesine dönüşmüştür: Asyalıları kovarak ekonomiyi Afrikalılaştırmak ve toplumu homojenleştirmek istemiştir. Ne var ki bu yapay müdahale, ekonomide büyük boşluklar yaratmış ve toplumsal uyumu onarılmaz biçimde bozmuştur. Kutuplaştırmanın en uç örneği olarak, Amin bir azınlığı tamamen toplumdan silmeye çalışmıştır.
YDP ve Arıklı ise, daha ince bir kutuplaştırma siyaseti izlemektedir. Burada hedef, Kıbrıslı Türk toplumunu kendi içinde bölmek ve ayrıca Kıbrıslı Türklerle Rumlar arasındaki mesafeyi korumaktır. YDP söylemi, vatansever (Türkiye’ye bağlı) vs. vatan haini (Türkiye’ye mesafeli) ayrımıyla oldukça kutuplaştırıcıdır. Sosyal medyada paylaşılan mesajlar, özellikle genç nüfus arasında tartışmaları körükleyerek toplumu kamplara ayırmaktadır. Ayrıca YDP’nin demografik politikalar konusunda dolaylı bir sosyal mühendislik çabasıyla uyumlu hareket ettiği de söylenebilir: kktc’de Türkiye kökenli nüfusun ağırlığını artırma ve siyasette belirleyici kılma stratejisi, partinin varlık sebebine dönüşmüştür. Örneğin, vatandaşlık dağıtımı, nüfus sayımı tartışmaları veya dini okulların açılması gibi konularda YDP, genellikle Ankara’nın tercihleriyle uyumlu pozisyon alarak, adadaki seküler ve daha heterojen yapıyı dönüştürme politikalarına katkıda bulunmaktadır. Bu durum, Kıbrıslı Türkler arasında “kültürel asimilasyon” endişelerini körüklemektedir ki bazı yorumcular bunu kültürel bir soykırım girişimi olarak bile nitelendirmektedir. YDP’nin sert üslubu ve sosyal medyadaki provokasyonları, yeni nesil bir sağ popülizm örneği olarak, toplumda yapay bölünmeler yaratmaya yönelik araçlar olarak kullanılmaktadır.
Başpiskopos Georgios da söylemleriyle bir tür kutuplaştırma yapmaktadır, ancak onun hedef kitlesi kendi cemaati ve ulusudur. Georgios, Kıbrıslı Rumları vs. Türkleri kesin çizgilerle ayıran, “bizler haklıyız ve mazlumuz, ötekiler istilacı ve tehditkâr” şeklinde bir çerçeve sunmaktadır. Bu yaklaşım, toplumlar arası diyaloğu zehirleyebilecek niteliktedir. Ayrıca Georgios’un vurguladığı “İslamlaştırma” projesi, Kıbrıs Türk toplumunu da içeren geniş bir sosyal mühendislik faaliyetine işaret etmektedir (Türkiye’nin yürüttüğü iddia edilen). Bu noktada Georgios, bir bakıma karşı tarafın (Türkiye’nin) yaptığı öne sürülen sosyal mühendisliği ifşa edip kendi toplumunu bu tehdide karşı konsolide etmeye çalışmaktadır. Sonuç itibariyle, kutuplaştırıcı dil hem Georgios’un milliyetçi-dini retoriğinde, hem Arıklı’nın popülist söylemlerinde, hem de Amin’in ırkçı politikalarında merkezi bir araç olarak kullanılmıştır.
Tiranlık ve Liderlik Gücünün Baskı Aracı Olarak Kullanılması
Tiranlık, yani liderlik gücünün hukuk ve ahlak sınırları gözetilmeksizin toplum üzerinde baskı kurmak için kullanılması, üç örnekte farklı biçimlerde tezahür ediyor.
İdi Amin, bir tiran prototipidir. Devlet başkanı olarak elindeki askeri ve siyasi gücü, hiçbir yasal denetime tabi olmadan, tamamen kendi iradesine göre kullanmıştır. Son derece keyfi kararlarla on binlerce insanın hayatını altüst etmiş, muhaliflerini ortadan kaldırmış, korku salmıştır. Amin için devlet gücü, kendi iradesinin uzantısından ibarettir; bu da mutlak bir diktatörlük doğurmuştur. Onun dönemi, mahkemelerin etkisizleştiği, basının susturulduğu, ordunun halka karşı terör aracı haline geldiği bir dönemdir. Amin, karizmatik veya ideolojik bir lider olmaktan ziyade, zorbalıkla hükmeden bir zorba kimliğindedir. Etnik temizlik kararı alırken bile tek bir danışmana ihtiyaç duymamış, uluslararası tepkiyi umursamamışır. Bütün bunlar liderlik gücünün en aşırı baskı aracı olarak kullanılması örneği olarak tecelli etmiştir.
YDP ve Erhan Arıklı örneğinde, doğrudan bir devlet tiranlığından bahsedemeyiz; zira kktc kurumları üzerinde Arıklı’nın tam kontrol becerisi yoktur. Ancak, retorik düzeyde ve fırsat buldukça icraatta, baskıcı eğilimler kendini göstermektedir. Dahası, söylemini Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçiliği ve dış politikası eksenine oturtarak, adı konmamış vesayet ilişkisinin sözcülüğünü yapmaktadır. Örneğin Arıklı, Ulaştırma Bakanı olarak görev aldığı süre boyunca muhalif görüşlere karşı hoşgörüsüz bir yönetici portresi çizmiştir. Kıbrıs Türk toplumunda düzenlenen bazı barışçı gösterilere yönelik sert söylemleri, protestocuları kriminalize etme çabaları bunu göstermektedir. YDP yöneticilerinin basına yönelik tehditvari tutumları (Afrika gazetesi saldırısında olduğu gibi), ifade özgürlüğünü kısıtlama yönünde bir baskı aracının devreye sokulması demektir. Yani, iktidar ortağı olduklarında dahi, ellerindeki sınırlı gücü basın ve sivil toplum üzerinde baskı kurmak için kullanmaktan çekinmemişlerdir. Sosyal medyada destekçilerini harekete geçirip çevrimiçi linç kampanyaları düzenlemek, yalan haberlerle hedef göstermek gibi yöntemler de, yeni nesil tiranlık belirtisi olarak yorumlanabilecek örneklerdir.
Başpiskopos Georgios’a baktığımızda, onun devlet aygıtları üzerinde doğrudan bir kontrolü olmamakla birlikte, dini otoritesini toplumu şekillendirmek ve baskı oluşturmak için kullandığı söylenebilir. Kıbrıs Rum toplumunda kilisenin büyük etkisi vardır; siyasiler üzerindeki nüfuzu bilinir. Georgios’un mesajları, aslında siyasiler ve halk üzerinde manevi bir baskı kurma girişimidir: “Eğer vatansever ve dindar iseniz, benim dediğim çizgide durmalısınız” alt mesajını içerir. Bu şekilde, dinî liderlik gücünü toplumsal bir baskı unsuru olarak kullanma eğilimi gösterir. Tarihsel olarak da Kıbrıs’ta başpiskoposların (özellikle Makarios’un) hem dini hem siyasi liderliği tek elde topladığı düşünülürse, Georgios’un bugünkü tutumu da benzer bir çizgiyi çağrıştırmaktadır: Kilise otoritesini, toplumu dize getirmek veya mobilize etmek için kullanmak. Bu, elbette Amin’in silahlı tiranlığı ile kıyaslanamaz düzeydedir; ancak yine de otoriter bir nüfuz kullanımı olarak eleştirilebilir.
Değerlendirme ve Sonuç
Üç örnek üzerinden yapılan bu karşılaştırmalı analiz göstermektedir ki, etnik/dini ayrımcılık, otoriterlik, kutuplaştırma ve tiranlık eğilimleri farklı bağlamlarda benzer sonuçlar doğurabiliyor: Toplumsal huzursuzluk, güven erozyonu ve uzun vadede yapısal sorunlar. Kıbrıs Başpiskoposu Georgios, dini bir lidere yakışmayacak şekilde, toplumlar arasında nefret ve güvensizlik tohumları ekecek bir dil kullanarak Kıbrıslı Türklerin kimlik hassasiyetlerini kendi milliyetçi gündemine alet etmiştir. Erhan Arıklı ve YDP, Kuzey Kıbrıs’ta popülist ve kutuplaştırıcı bir siyaset izleyerek, toplumun kendi iç dinamiklerini bozma pahasına kısa vadeli politik kazançlar peşinde koşmuştur.
Her üç durumda da liderlerin güç arzusu ve ideolojik saplantıları, toplumsal barışın ve adaletin önüne geçmiştir. Ayrımcı ve otoriter politikalar, başlangıçta bazı kesimlerin desteğini alabilse de, uzun vadede toplumların vicdanında mahkûm olmaktadır. Sonuç olarak, ister dini kisve altında ister milliyetçilik ya da güvenlik söylemiyle gelsin, toplumları bölmeye ve baskıyla yönetmeye yönelik stratejiler kalıcı çözüm getirmemekte, aksine tarihe kara birer leke olarak geçmektedir. Georgios, Arıklı ve İdi Amin örnekleri, farklı dönem ve bağlamlarda da olsa, bizi çoğulculuk, hoşgörü ve demokrasi değerlerinin önemini yeniden düşünmeye sevk etmektedir.
Kaynaklar