Röportaj: Simge ÇERKEZOĞLU / Fotoğraf: Nedim ENGİNSOY
Pek çok alanda olduğu gibi Kıbrıs’ta müzisyen olmak da, her geçen gün zorlaşıyor. Üretim koşullarının daraldığı, sahnelerin azaldığı ve sanatçıların kendilerini ifade edebileceği mecraların sınırlı kaldığı bir ortamda var olabilmek, büyük bir direniş biçimi olarak karşımıza çıkıyor. İşte tam da bu noktada, sanatçı Çağıl İşgüzar’ın üretim ısrarı dikkatimi çekiyor. 2025 yılına her ay yeni bir şarkı yayımlama hedefiyle başladı ve bu hedefini hala kararlılıkla sürdürüyor. Üstelik şarkılarının aranjesinden prodüksiyonuna kadar her aşamasını kendi üstleniyor. Aslında kendine, baştan sona yeni bir dünya yaratıyor. Adeta Don Kişot gibi yel değirmenlerine karşı savaşıyor. Müziğini, üretim süreçlerini ve Kıbrıs’ta sanatçı olmanın zorluklarını konuştuk.
Müzisyen Arif İşgüzar’ın oğlu olarak dünyaya geldi Çağıl. Hayatının erken yaşta müzikle kesiştirmesi tesadüf değildi. Ailesinden gelen sanat mirası, onun bugünlere gelmesinde kuşkusuz belirleyici oldu.
“Sadece babam değil… Dedem Salahi İşgüzar, adanın ilk ud ve saz yapan kişisiydi. Sanırım zaten başka biri de olmadı ondan sonra. Ben, müziğin içine doğdum diyebilirim. Çocukluğum dedemin atölyesinde geçti. İlk oyuncağım gitardı. Babam zaten sürekli evde bir şeyler çalar, söylerdi. Annem piyano çalardı. Ben işte böyle bir eve doğdum. Böylece üniversitede müzik eğitimi almayı tercih ettim. Uludağ Üniversitesi’nde okudum. Ana dalım gitardı, piyano ise zaten zorunluydu. Dolayısıyla bu süreçte piyano eğitimi de aldım. Böylece müzik benim mesleğim oldu.”
“Zihnimde ne varsa doğrudan müziğime yansıtabiliyorum”
Çağıl’ın en dikkat çekici özelliği, bana göre üretkenliği. Sözleri, besteleri ve prodüksiyon süreci tamamen kendisine ait şarkılar yapıyor. Müziğe dair düşündüğümüzde, onu adeta yoktan var eden bir sanatçı olarak tanımlamak mümkün.
“Gitar çalmaya çok küçük yaşta başladım. İlkokul üçüncü sınıfta arkadaşlarıma sınıfta konser verdiğimi hatırlıyorum. Ortaokula geldiğimde ise söz yazar, besteler yapardım. Elbette bunda babamın etkisi büyüktü. Tabii çocukça şeylerdi… İlk aşklar, ilk heyecanlar üzerine besteler. Ama hiç ara vermedim; beste yapmayı hiç bırakmadım. Hayatımda yaşadığım her şeyi, olumlu ya da olumsuz, hep müziğe dönüştürdüm.
Üniversite yıllarımda teknoloji bugünkü kadar gelişmemişti ama yine de bilgisayar ve müzik programlarını arkadaşlarımla birlikte çalışarak öğrendim. O arkadaşlarım daha sonra Türkiye’nin en iyi prodüktörlerinden oldu, çok iyi yerlere geldiler. Ben de aranjörlüğe 1999 yılında başladım. Kendi şarkılarımı başından sonuna kadar tamamen kendim üretmeye başladım. Zamanla bu alanda da kendimi geliştirdim. Keyif aldığımı fark ettim; çünkü kimseye ihtiyaç duymadan, kafamdakini birebir hayata geçirebiliyordum. Söz ve müzik zaten bana ait, üzerine aranjeyi de ben yapıyorum. Prodüksiyon, mix, master, edit... her aşamasını kendim üstlendiğim için zihnimde ne varsa doğrudan müziğime yansıtabiliyorum. İlham geldiği anda başlayıp, bitirmek istediğim anda bitirebiliyorum. Bazen gece saat üçte uyanıp parça yaptığım bile oluyor.”
“Hiçbir müzisyen sadece müzik yaparak hayatını sürdüremiyor”
Söz ve bestelerini yaratma sürecine de konuşuyoruz. Çağıl, ilhamı zorunluluk olarak değil, içten gelen duygu olarak görüyor. Sadece üretmiş olmak için üretmek yerine, yaratım sürecini hayatının ritmine dahil ediyor. Kendini duygularına bırakıyor.
“Hayatımda hiçbir zaman, bir şey üretmek amacıyla oturup üretim yapmadım. Gerçekten ilhama inanıyorum. Bana en çok araba kullanırken gelir sözler ve melodiler… Çünkü arabada asla müzik dinlemem; zihnimi dinlemek isterim. Bir melodi yakaladığım anda hemen ses kaydı alırım. Zaten telefonum, tüm şarkılarımın ham halleriyle dolu. Daha sonra o melodilere dair sözler şekillenmeye başlar. Bazen söz ve müzik birlikte gelir ama genelde önce müziği hissederim. Bu çok değişik bir duygudur; anlatması zor ama yaşayan anlar. Artık canlı kayıt neredeyse hiç yapılmıyor. Oysa çok güzeldir. Ama özellikle bizim ülkede bu çok zor. Hiçbir müzisyen sadece müzik yaparak hayatını sürdüremiyor. Herkesin başka bir işi var. Bu yüzden tüm müzisyenleri bir araya toplamak her zaman mümkün olmuyor. Genelde bireysel çalışıp gönderiliyor. Şu anda yeni müzik trendleri daha çok dijital altyapı üzerine kurulu. Elektronik müzikler çok popüler. Ben de tarzımı bozmadan, gitar tınılarımı o yöne doğru kaydırdım. Modern bir sound olsun ama içinde mutlaka müzikal bir derinlik de taşısın istiyorum. Ben şarkılarımı başkaları için değil, önce kendim için yapıyorum. Dinlediğimde mutlu ve tatmin hissediyorsam, benim için o şarkı olmuştur.”
Teknolojinin her alanda olduğu gibi müzikteki etkisi de yadsınamaz. Çağıl da bu bağlamda müzik ve teknoloji ilişkisini değerlendiriyor.
“Şu an her şey çok değişti, hatta bozuldu diyebilirim. Besteler, yapay zekâ destekli müzikler… Hepsi aynılaşıyor, ruhunu kaybediyor. 90’lı yılların parçalarını artık bulamıyoruz. Düşünsenize, hala sahnede o dönemden şarkılar çalıyoruz çünkü yenileri onların yerini dolduramıyor. Geçen hafta çıkan bir şarkıyı sahnede çaldığımı hatırlamıyorum; çünkü artık canlı çalınabilir şarkılar neredeyse kalmadı. Müzikler daha çok gündelik tüketim için, reels ya da TikTok videosu çekmek amacıyla yapılıyor. Her şey çok hızlı değişiyor ve bir o kadar çabuk unutuluyor.”
“Dinleyici profili artık çok değişti”
Çağıl’ın müziği için genellikle 'afro ritim, pop ve alternatif' tarzlar bir arada anılıyor. Bu tanımların ne anlama geldiğini ve kendi müziğine bu türler içinde nasıl yer verdiğini detaylı anlatmasını istiyorum.
“Afro ritim dediğimiz tarz, bugün çok popüler. Genellikle rap müziğin ritmik yapısına benzer, insanlara tanıdık gelen, akılda kalıcı vuruşlar içerir. Ben de birkaç şarkımda canlı gitarımla bu yapıyı denedim. Tam anlamıyla afro müzik yapmıyorum ama dinlediğinizde o izleri duyabilirsiniz. Bunu, daha geniş bir dinleyici kitlesine ulaşmak için denedim. Çünkü dinleyici profili artık çok değişti. Kendi yaşımdaki insanlar dışında gençlerin de müziğime kulak vermesini istiyorum. Arabada, bir clubta ya da barda da çalınabilecek şarkılar yapma fikri hoşuma gidiyor.”
“Kendi bestelerimden konserler serisi yapmak istiyorum”
Çağıl’ın 2009 yılındakardeşi ile yayımladığı ilk albümü Rastlaşma, albüm anlamında müzikal yolculuğunun başlangıcı oldu. O günden bu yana üretim süreci kesintisiz şekilde devam ediyor. Özellikle 2020 yılından itibaren tek başına, aralıksız olarak yeni parçalar üretiyor. Üreterek direniyor.
“Pandemiden hemen önce ilk kişisel albümümü yapmıştım. Aşkın İzleri ilk albümümdü. Kardeşimle olan Rast grubu dışında, kendi solo kariyerim için bir şeyler yapmak istedim. Tabii arada pandemi biz sanatla uğraşan insanları çok etkiledi. Üretimimiz durdu. İçimize, eve kapandık. Ben adeta müziğe küsmüştüm ama içimde pek çok şarkı, söz de birikmişti. Zaman içinde toparlandım. O albümü unuttum ve yeniden yaratmaya başladım. Böykece kendimi bir kampa soktum. 2025 yılı için her ay yeni bir beste kararı aldım. Yılın ortasını geçtik artık. Hedeflerime sadık kaldım. Çok da iyi geçiyor. Kendime bir de plak şirketi kurdum. Onun üzerinden dinlenmelerimi takip ediyorum. Büyüyen bir kitelm var. Gelecek aylar için de şarkılarım hazır. Henüz hiçbirine klip çekmedim. Klipler maliyetli ve zaman istiyor. Hepsine tek tek yapmasam da zihnimde bir şeyler var. Yıl tamamlanınca özel, sadece kendi bestelerimden konserler serisi yapmak istiyorum.”
Son olarak, Kıbrıs’ta müzisyen olmanın zorluklarına değiniyoruz. Ne de olsa burada müzik üretmek sadece yetenekle değil, dirençle de ilgili.
Özellikle 2025 yılından itibaren biz Kıbrıslı müzisyenler için sahne bulmak iyice zorlaştı. Canlı müzik yapılabilecek mekan sayısı çok azaldı. Türkiye’de olduğu gibi bizde de müzik kültürü büyük ölçüde değişti. Her şey sadece eğlenceye, ‘vur patlasın çal oynasın’ anlayışına dönüştü. Yeni nesil meyhane konseptleri derken, gerçek anlamda canlı müziğe yer kalmadı. Dinleyici beklentileri de bu değişime ayak uydurdu. Konserler, festivaller ise neredeyse tamamen yok oldu. Otellerden bahsetmiyorum bile zaten bizi pek tercih etmiyorlar. Onlar da kendilerine göre haklı, müşteri profillerine göre sanatçı seçiyorlar. Ama bütün bunlara bakınca, müzik adına gidişatın pek iyi olmadığını söylemek gerek. Ama yine de üretmeye devam ediyoruz Çünkü başka türlü var olamayacağımızı biliyoruz.”