MUTLULUK

MUTLULUK

Çocuklarımız bu yıl da ürettiler
Her yıl düzenlediğimiz ve artık geleneksel hale getirdiğimiz öykü yarışmamız bu yıl da yapıldı, sonuçlandı ve dereceye girenlere ödülleri dağıtıldı. Yenidüzen-Deniz Plaza öykü yarışmasına katılan 300’e yakın katılımcı da katılım belgelerini aldılar. Teknolojinin hayatımızı adeta esir aldığı bir dönemde hayal gücümüzü kaybetmeyelim istedik ve öykü yarışmamızı ortaya attık. Bu yıl dördüncüsünü düzenledik ve her yıl olduğu gibi dereceye giren öyküleri dergimizde yayınlamaya başlıyoruz.
9,10,11 ve 12,13,14 yaşlar olmak üzere iki grupta düzenlediğimiz yarışmada dereceye girenlerin birincilerinden başlayarak yayınlıyoruz öyküleri… Öykü epeyce uzun olduğundan bu hafta sadece bir öykümüz var;

---------------------------------------------------------

 

 

 

İsim: Meliz Yurdaer
Okul: Doğu Akdeniz Doğa İlkokulu
Sınıf:  4 yeşil

MUTLULUK

Sımsıcacık, güzel bir ilkbahar sabahıydı. Güneşin sıcaklığı penceremden odama girip odamı ısıtıyordu. Kuşların şarkıları, kelebeklerin çiçeklere karışması, çiçeklerin gökkuşağı gibi görünmesi içimi ayrı bir ısıtıyordu. Okul için kıyafetlerimi giyerken bugün okulla birlikte kimsesiz Çocuklar Yurduna ve Yaşlılar Evine gideceğimizi hatırladım. Hatta çocuklar ve yaşlılar için dün annemle onlara hediye aldık. Kahvaltı yapmaya indiğimde karşımda mükemmel bir sofra duruyordu. Ekmek, reçel, yumurta, zeytin, çay, peynir, hellim gibi yemek çeşitleri vardı. Kahvaltımı yapıp anneme teşekkür edip okula gitmek için babamla arabaya bindik. Okula giderken yeni kişilerle tanışacağım için mutluydum. Ama yalnız oldukları için üzülüyordum. Okula geldiğimde Yaşlılar Evine gitmek için hazırlanmaya başladık.
Yaşlılar evine giderken bir bahçenin yanından geçtik. Bu ağaçları nerede görsem tanırım. Bu badem ağacıydı. Görüyorum ki badem ağacı çiçek açmıştı. Doğaya dalmışken öğretmenimizin geldiğimizi haber verdiğini duydum. Otobüsten indiğimizde yanımızda bir tabela vardı. Üzerinde Kiraz Sokak yazıyordu. Yaşlılar Evi denilince aklıma ilk gelen iki şey vardı. Eski ve terk edilmiş. Ama görüyorum ki Yaşlılar Evi beyaz duvarlı ve pembe panjurlu, dökülmemiş, eskimemiş, ayakta dimdik duran bir ev. Etrafı bir sürü çiçek türleriyle dolu. Lale, gül, menekşe, papatya, karanfil, sümbül, tavşan kulağı ve bunlara benzer bir sürü çiçek ekilmiş. Evin terasında iki muhabbet kuşu şarkı söylüyor. Yaşlı kadınlar oturmuş sohbet ediyor. Birkaç dede çardağın altında oturmuş satranç ve tavla oynuyor. Bazı yaşlı insanların çocukları, torunları onu ziyarete geliyor. Ama en güzel yönlerinden biri de evin yeşilliğin tam ortasında olmasıdır. İçeriye girdiğimde çok yaşlı olmayan, sağlıklı ama mutsuz ve yalnız bir nine gördüm.
Annemle iki hediye almıştık. Biri çocuk kitapları diğeri ise güzel bir şaldı. Şalı bu nineye, çocuk kitabını da kimsesiz çocuklar yurdundaki bir çocuğa vermeye karar verdim. Nineye yaklaşıp elini öptüm ve adının ne olduğunu sordum.
- Melek dedi.
- Adınızın Melek olduğunu anlamalıydım çünkü melek gibi güzelsiniz. Ama gözleriniz mutsuz olduğunuzu gösteriyor. Yardımcı olabilir miyim?
- Bu güzel sözlerin için teşekkür ediyorum kızım ama yardım edebileceğini sanmıyorum. Bu arada senin adın ne güzel, tatlı kızım?
- Adım Meliz. Bu hediye sizin için.
- Çok teşekkürler, hiç gerek yoktu güzel kızım Meliz.
- Ne demek, sizi üzgün görünce Melek nineciğim, bu hediyeyi size vermem gerektiğini düşündüm. Peki yardım edemeyeceğime emin misiniz? En azından neden üzgün olduğunuzu benimle paylaşmak ister misiniz?
Melek nine başından geçenleri anlatmaya başladı:
- Şu an 61 yaşındayım. 5 senedir buradayım. Kendimi çok yalnız ve gereksiz hissediyorum. Çünkü kimseye yardım etmiyorum, edemiyorum. Bu yüzden kendimi 61 değil de 81 hissediyorum. Sanki 81 yaşındayım da çok gereksizmişim gibi kimse beni umursamıyor, böylece kendimi gereksiz hissetmemi sağlıyorlar. Yani hayatta ben olsam bir şey değişmez, olmasam yine değişmez. Neyse ben sana neden burada olduğumu anlatayım. 7 sene önce damadım trafik kazasında öldü. Kızım da hemen zengin bir adamla evlenip Almanya’ya gitti. Hiç arayıp beni sormadı, yanıma bir kere olsun gelmedi. Ben de 1 buçuk sene boyunca yalnız başıma torunuma baktım. Onu okuttum, ona iş buldum ve evlendirdim. Evlendikten sonra da karısıyla başka ev alıp beni yalnız başıma evde bıraktı. Torunum da annesine çekmiş. O da evlendikten sonra hiç aramadı, gelmedi. Ben onu aradığımda ya meşgul oluyor ya da açıp bana bağırıyor. Benimle uğraşamayacağını söylüyordu. Belki ben onun evine gider de en azından yüzünü görürdüm diye düşünürdüm ama yeri, evinin adresini bile bilmiyordum.
Ben de bir gün torunumu aradım. O da benim onu bir daha aramamamı söyledi. Tam kapatıyorken ona, gideceğimi söyledim. Nereye gideceğimi sordu, ben de yaşlılar, yani huzur evine gideceğimi, ona bu konuda haber vermek istediğimi söyledim. O da bana karşı çıkmayıp bu kararın çok güzel olduğunu, yaşlılar evinde arkadaşlarımın olup, hiç sıkılmayacağımı, eğleneceğimi, onu arayacak vaktimin olmayacağını söyledi. Evet burada çok iyi kalpli arkadaşlarım var ama ben yine ailemi özlüyorum diye bir konuşma yaptı Melek Nine…
Tam o sırada öğretmenimiz:
- Haydi çocuklar, ninelerimizi dedelerimizi çok yormayalım, hem biz daha kimsesiz çocukların yanına gideceğiz dedi.
Ben de Melek ninenin elini öpüp:
- Sizi tanıdığım için çok sevindim. Benimle neden üzüntülü olduğunuzu paylaştığınız için teşekkürler ederim. Merak etmeyin ben size yardım edeceğime inanıyorum. Siz de buna inanın. Bir de bir şey sorabilir miyim? Nine için siz biraz genç değil misiniz? Eğer kabul ederseniz bundan sonra size Melek Hala diyeceğim dedim.
O da kabul etti. Birbirimize gülümsedik. Öğretmen beni çağırdı ben de Melek halaya gitmem gerektiğini söyledim. O’na daha sonra görüşeceğimize ve ona yardım edebileceğime inandığımı söyledim. Sınıfımla kimsesiz çocuklar yurduna gitmek için hazırlanmaya başladık. Otobüste giderken Melek halaya nasıl yardım edebileceğimi düşünüyordum ama bir çözüm bulacağımı biliyordum. Çünkü kendime güveniyordum, başaracağımı biliyordum. Yaşlılar evi Kimsesiz Çocuklar Yurduna yakın olduğundan 2 dakikada oraya vardık. Otobüsten indiğimde orasını eğlence parkı sandım. Salıncaklar, zıpzıplar, kaydıraklar, basketbol potaları vardı. Her taraf çiçeklerle doluydu ve yaşlılar evi gibi yeşilliğin tam ortasındaydı. İçerisini merak ettiğim için içeriye girdim. İçeride kitap okumayı sevdiği, yanında bir sürü kitap olan bir kız gördüm. Etrafıma baktım. Gördüm ki kitap okuyan çocuk o çocuktu. Diğerleri ya sohbet ediyor ya da oyun oynuyorlardı. Tek kitap okuyan o olduğu için, kitap kurdu oldu için aldığım kitap hediyesini ona vermeye karar verdim.
Yanına yaklaşıp:
- Merhaba, ben Meliz. Sınıfınla, sizinle tanışmak için buraya geldik, dedim.
- Demek geldiniz, ben de sizi bekliyordum! Öğretmenimiz geleceğinizi söylemişti, hoş geldiniz. Bu arada benim adım Sevim, dedi.
- Hoş bulduk, memnun oldum Sevim. Ben annemle bir kitap hediyesi almıştım, seni kitap okurken görünce bu hediyeyi seveceğini düşündüm. Bu kitap senin için, dedim.
Kitabı eline alıp hayranlıkla baktı ve:
- Çok teşekkür ederim, bu kaç zamandır istediğim kitap, deyip bana sıkıca sarıldı.
- Şu an 13 yaşındayım. 6 yaşında okumayı öğrendim. 9 yaşından beridir bu kitabı istiyordum. Fiyatını söyle, biriktirdiğim para yeterse sana veririm. Ya da yettiği kadarını veririm, dedi.
- Sevim saçmalama lütfen. Adı üstünde bu bir hediye. Hem çok pahalı değildi ki, inan güven bana.
Sevim’in yüzündeki gülümseme aniden kaybolmuştu.
- Şeyy… bir daha inan, güven bana demesen olur mu? Bu cümleden pek hoşlanmıyorum da, dedi.
- Özür dilerim bu cümleden hoşlanmadığını bilmiyordum. Peki neden hoşlanmadığını benimle paylaşmak ister misin?
- Annem ve babam gemiyle, Türkiye’ye gitmeye karar verdiler. Ama bir süre sonra, gemi arızalanıp battı. Annem ve babam öldü. Bana teyzem bakmaya başladı. Bir süre sonra teyzem üçüz doğurdu. Onlara bakmaktan benimle ilgilenemiyordu. Bazen aç, bazen yıkanmamış kirli şekilde yatıyordum. Bazen okula da gecikiyordum. Çoğu zaman okula gidemediğim bile olurdu. En sonunda teyzem beni arabaya bindirdi ve benimle birkaç gün ilgilenebilecekleri bir yere götüreceklerini söyledi. Beni buraya getirmişti. İlk bakıldığında güzel, eğlenceli görünüyordu, yeşil, okula benzeyen bir ev görüyordum. Beni buraya getirmişti. İçeriye girdiğimde 3 gün sonra beni gelip alacağını söylemişti. ‘İnan, güven bana’ demişti. Ama 3 gün sonra değil 3 yıl sonra bile gelmedi. Beni buraya ben 10 yaşımdayken bıraktı. Ve şu an 13 yaşındayım. Hani ilk bakışta burası güzel gözüküyor dedim ya, işte buranın sadece görüntüsü güzel. Burayı, öğretmenlerimi seviyorum ama öğretmenler benim çok başarılı olduğumu, en başarılı benim olduğumu düşündükleri için arkadaşlarım beni sevmiyor. Ama bize burada çok güzel bakmalarına rağmen ailemi özlüyorum, bir yandan da onlara sinirleniyorum, dedi. 
O sırada öğretmenimiz gitmemiz gerektiğini söyledi. Ben Sevim’e:
-Sevim bir gün seni gelip alsam ve dışarıya çıksak güzel olmaz mı?
- Güzel olur ama bizim yanımızda bir yetişkin olmadan bizden hiç kimse dışarıya çıkamaz dedi.
- Peki, ben seni yine ziyarete gelirim. Hoşçakal.
Sevimle vedalaşıp otobüse bindim.
Otobüste Sevim’e nasıl yardım edebileceğimi düşünüyordum. Okula geldiğimizde herkesin ailesi onu bekliyordu. Çünkü okul bitmişti. Eve geldim onu yurttan çıkarıp, onunla biraz gezmeliydim. Çünkü onu bir şekilde mutlu etmeliydim. Yatağa oturdum düşündüm, etrafıma bakındım. Ama aklıma hiçbir şey gelmiyordu. Annem beni yemeğe çağırdı, aşağıya indim, anneme yemek istemediğimi söyledim ama annem yemem gerektiğini söyledi. Masaya oturdum. Yemeğimden birkaç çatal yedim ve yukarıya çıktım. Uyumak için yatağıma yattım ama uyuyamadım. Döndüm, döndüm ama uyuyamadım. Sonunda uyudum ama uyurken kesik kesik görüntüler, rüyalar görüyordum. Önce bir dolap, sonra bir orman, pamuk prenses, hayvanlar, saraylar ve içindeki suyun parladığı bir şişe. O an yatağımdan fırlayıp o şişeyi aramaya başladım.
O şişeyi dolapta bir türlü bulamıyordum.
Aklıma en değerli eşyalarımı dolabın en altında bir kutuda sakladığım geldi. O kutuyu bulup, açtım. Kutunun en üstünde uyurken gördüğüm şişe duruyordu. Ve üstünde hiçbir şey yazmıyordu. Tozlu olduğundan dolayı üstündeki tozları atmaya çalışırken şişenin üzerinde bir yazı belirdi. Şöyle yazıyordu: 
“Görünmez olmak istersen, iç beni hemen.”
İçimden bir ses bu iksirin bana yardım edebileceğini söylüyordu. Ama nasıl:
Onu içmeyi denediğimde görünmez olacağımı düşündüm. Sonra zaten görünmez olduğumu anladım.
Daha sonra şişenin üzerinde başka bir yazı belirdi:
“Tekrar, ol görünen, iç biraz gül suyu hemen.”
Mutfağa gittim, dolaplardan birinde gül suyunu buldum; içtim ve yine görünen oldum.
Büyük bir sabırsızlıkla Sevimle bu sırrımı paylaşmak için hafta sonunu bekledim.
Hafta sonu annemden Kimsesizler Yurduna gitmek için izin istedim.
Kimsesizler Yurduna girdiğimde Sevim’i buldum ve:
- Sana bir sürprizim var. Ama hiç kimsenin bizi görmemesi, duymaması gerekiyor.
- Peki. Kütüphaneye gidelim o zaman, dedi.
Kütüphanede şansımıza hiç kimseler yoktu. Sevimle bir köşeye geçip ben Sevim’e, şişeyi cebimden çıkarıp:
- Bu iksir bize yardım edebilir. Ama sence nasıl?
- Bu iksirin ne işe yaradığını bilmediğim için cevap veremem. Öncelikle bu iksirin ne işe yaradığını öğrenmeliyim.
- Haklısın. Özür dilerim. Bu iksir görünmez olmamızı sağlıyor deyip ona göstermek için iksiri içip görünmez oldum. Sevim beni göremiyor ama duyuyordu.
- Peki bu iksiri ne için kullanabiliriz sence? diye sordum.
- Buldum. Mesela bu iksiri yurttan çıkmak için kullanabiliriz.
- Evet, çok haklısın, aferin sana Sevim!
Sevim gülümsedi. Onun güldüğünü görünce ben de gülümsedim. Daha sonra:
- Yürüyerek konuşalım dedim ve yürümeye başladık.
- Ama ben görünmez olunca senin nasıl görünmez olacağını bilmiyoruz. Diyorken ayağım sandalyeye takıldı ve düşüyorken düşmemek için Sevim’i tuttum. O an içeriye bu yurdun en kızgın öğretmeni girdi. İkimiz de tir tür titriyorduk. Sevim:
- Özür dilerim öğretmenim buraya bu saatte girmenin yasak olduğunu unutmuştum dedi.
Öğretmen:
- Nerdeysen çık! diye bağırdı. 5 saniye bekleyip gitti. O an öğretmenin Sevim’i görmediğini düşünüp aynaya bakmak için Sevim’i yanıma çektim. Benim görünmemem normal çünkü ben görünmezlik iksiri içtim. Ama Sevim’in görünmemesi garipti. Ama bir dakika. Sanırım ben Sevim’i düşerken tuttuğum zaman Sevim de görünmez olmuştu. Bu düşüncemi Sevim’e anlattım. Ve Sevim’le çantamdaki gül suyunu içip yine görünür olduk. Daha sonra düşüncemin doğru olup olmadığını öğrenmek için iksiri içtim ve Sevim’e dokundum. Düşüncem doğruydu. Ben görünmezken görünmez olmayan birine dokunduğumda o da görünmez oluyor.
Sevim’e:
- O zaman yarın dışarı çıkalım mı?
- Annen izin verir mi?
- Anneme sana gelip seninle oynayacağımı söylerim.
- Ama nasıl? Sen arabadan inince beni alıp dışarıya çıkarsak annen 2-3 saat arabada mı kalacak? Seni merak eder.
- Hayır. Bizim evden size yürüyerek gelmek 7 dakika. Yarın ben annemden izin alıp sana gelebilirim.
- Sahi, o zaman yarın 11.30’da burada ol. Olur mu?
- Olur, dedim, vedalaştık ve eve gitmek için yola koyuldum. Sabırsızlıkla sabah olmasını bekledim. Sabah olduğunda kahvaltımı yapıp anneme sevim ile 2-3 saat oynayacağımı söyledim.
Annem: 2-3 saat fazla değil mi? dedi.
Ben de çok eğlendiğimizi, canım sıkıldığında geleceğimi söyledim. O da kabul etti.
Sevim’in yanına gitmek için kimse beni görmeden iksiri içtim. Kapıyı çaldım. Öğretmen kapıyı açtığında beni görmüyordu çünkü görünmüyordum. Ben de öğretmenin ve kapının arasındaki boşluktan öğretmen beni fark etmeden içeriye girdim. İçeride bir sürü çocuk vardı. Onlara çarpmadan aralarından Sevim’i bulup Sevim’in yanına yaklaştım ve:
- Sevim şimdi sana değeceğim ve sen de görünmez olacaksın. Ama bizi yine kimsenin görmemesi gerekiyor diye fısıldadım.
Sevim:
- Şu köşeyi geçelim.
- Peki
- Şimdi sana değeceğim hazır mısın: 3-2-1 deydim:
Artık ikimiz de görünmez olduğumuz için birbirimizi göremiyorduk.
- Bugün nereye gidelim Sevim? Lunaparka mı, sinemaya mı, hayvanat bahçesine mi, tiyatroya mı yoksa sadece yürüyelim mi? ya da daha güzel bir fikrim var, hepsine gidip hepsini yapalım. Ne dersin?
Sevim:
- Olur. Haydi gidelim!
Sevim ile hepsine gittik. Ve çok eğlendik.
Sevim ile tam 4 saat 10 dakika gezdik yürüdük, sevindik, güldük ve eğlendik.
Eve geldiğimde annem ve babam neden bu kadar geciktiğimi, beni merak ettiklerini söylediler.
Ben de:
- Oyuna dalmışız, deyip güldüm ve yarın daha erken geleceğime söz verdim.
Ertesi gün yine gittim ve aynı şeyleri yine yaptık. Üç gün boyunca aynı şeyleri yaptık. Dördüncü gün parka gitmeye karar verdik. Park yaşlılar evini 100 metre geçtikten sonra oradaydı. Yaşlılar evinin önünden geçerken Sevim’e:
- Burada Melek hala diye biri var, istersen eve dönerken buraya 10-15 dakika uğrayabiliriz.
Sevim:
- Tabii ki. Çok isterim.
Parkta oynadık. Eve dönerken:
- Yaşlılar evine gidecek miyiz? dedi Sevim
- Evet, doğru. Haydi gidelim.
Kapıyı çalıp:
- Melek halaya ziyarete geldik, dedik.
Kadın:
- Buyurun dedi.
Melek hala beni görünce çok sevindi.
Ben:
- Merhaba Melek hala. Beni hatırladın mı? Ben Meliz. Bu da arkadaşım Sevim.
Melek hala:
- Hatırlamaz olur muyum, tabii ki hatırlıyorum. Hoş geldiniz dedi.
Sevim ile Melek hala çok iyi anlaşıp, kaynaşmışlardı. Ben de bunun için çok ama çok seviniyordum.
Ertesi gün Sevim’e nereye gitmek istediğini sordum.
- Melek anneye dedi.
Melek hala ve Sevim’in kaynaştıkları belliydi. Çünkü Sevim, Melek halaya “anne” demeye başlamıştı.
Sevim ile ben Melek halaya gittiğimizde Melek hala Sevim’e:
- Kızım galiba yağmur yağacak eldivenlerini ve atkını tak. Takmazsan hasta olursun, ben de kendimi ben hastaymışım gibi hissederim, dedi.
Evet. Ben haklıydım, birbirleri ile kaynaşmışlardı.
Sevim ile ben, Melek halaya toplam 13 gün üst üste gitmiştik. Ama hiç sıkılmadık. Sevim, Melek halaya her gün gittiğimizde 1 deste çiçek götürürdü. Ama her gün farklı çiçek. O çiçekleri de yurttaki bahçeden koparıyordu. 14. gün Melek halaya gittiğimizde Melek hala:
- Çocuklar ben yaşlılar evinden çıkıp Sevim’in annesi olmak istiyorum. Tabii Sevim de isterse.
Sevim:
- Çok, çok, çok isterim deyip Melek halaya sarıldı.
- Benim zaten boş bir evim var. Torunumla kalıyordum. Torunum evlenince eşi ile daha büyük bir eve taşındı. Benim ev de boş kaldı. O zaman anlaştık. Ben yaşlılar evinden kaydımı sildirip, seninkini de sildireceğim. Sonra evimize gideriz dedi Melek hala.
Kayıtları sildirip evlerine gittiler.
Ertesi gün biz okulda ders yaparken kapı çaldı.
Sekreter:
- Meliz Yurdaer’i Müdürün odasına bekliyorlar dedi.
- Ben çok korkmuştum. Hiçbir suç işlememiştim ki. Neden beni Müdürün odasına bekliyorlardı?
Kapıyı çalıp içeriye girdiğimde odada Melek hala ve Sevim oturuyordu. Melek hala bana:

- Meliz, sen olmasaydın Sevim ile tanışıp şu anı yaşayamayacaktım. Sana teşekkür etmeye geldik. Teşekkürler dedi.
O an aklıma bir şey geldi. Melek halaya:
- Teşekküre hiç gerek yok. Birini mutlu etmek beni de mutlu ediyor. Ama Melek hala, hatırlıyor musun sen bana “Kendimi gereksiz hissediyorum, çünkü kimseye yardım etmiyor, edemiyorum” demiştin. İşte bak, sen gereksiz değilsin, sen gereklisin. Sevim’in bir anneye ihtiyacı vardı. Eğer sen olmasaydın Sevim’in annesi kim olacaktı? Kimse senin gibi bu kadar iyi kalpli değil. Bunu unutma, sizi çok sevdiğimi de unutmayın. Melek hala ve Sevim. Tamam mı dedim.
Onlar da “evet” anlamında başlarını salladılar.
Eve geldiğimde, bir aile yarattığımdan dolayı seviniyor ama bunu yaparken anneme yalan söylediğim için pişmandım. Ve anneme söylediğim yalanları anneme söyleyip nedenini açıklayıp özür dileyecektim.
Anneme, onunla konuşmak istediğimi söyleyip, ona her şeyi anlattım ve özür diledim. Annem de bana:
- Çok güzel bir iş başarmışsın, ama bana söylemen gerekirdi. Fakat gelip her şeyi anlatıp bunu hep saklamadığın için teşekkür ederim dedi ve sarıldık. Anneme, bir daha ona her şeyi anlatacağıma söz verdim.

Dergiler Haberleri