Maskeli seyirler, ‘maskeli’ evlilikler

Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları salgına rağmen perdelerini açtı, bizleri yeniden soluklandırdı, sanatla buluşturdu.

Cenk MUTLUYAKALI

Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları salgına rağmen perdelerini açtı, bizleri yeniden soluklandırdı, sanatla buluşturdu.
Girne Kalesi’nde “Lüküs Hayat”ı izlediğim sanırım 10 yaşımdan bugüne tiyatrodan hiç uzaklaşamadım. Covid-19 sürecinin en ciddi darbeyi vurduğu kesimlerden biri de sanatçılar oldu. Özellikle de maaş ya da iş güvencesi olmayanların durumu çok daha sıkıntılı…
İlk kez bir oyunu “maskeli” izledim. Oyun da “maskeli” evlilikleri anlatıyordu. “Maskesi düşmüş bir evliliği sahneye taşıyordu” dersek yanlış söylemiş olmayız aslında…
Yalanın yorulduğu yerde belki yalana öfkeli ama aslında razı çiftlerin hazin öyküsüne, kara bir mizah içinde gülümseyerek tanıklık ettik. Kim bilir kaçımız, ne kadar fazla sırrımızla yüzleştik.


Evlilik bu çağa uymuyor!

Bir başka zamanın ihtiyacından doğdu kanımca evlilik!
“Yeni nesil” bir kurum olamaz.
Şimdiki zamanın yalanı, dolanı…
Sıkıntıyı boşanmalarda arayanlar için her daim yineliyorum, “bu kadar çok evlilik niye… Sorun boşanmalar değil, evlenmeler aslında…”
Elbette “aile” gibisi yok ama…
Bunun başka bir yolu olmalı…
Hem artık biliyoruz, aile için de “evlilik” şart değil.
Belki “evliliğin geleneksel rollerinden” ya da “toplumun evliliğe dair geleneksel dayatmalarından” kaynaklanıyor onca yalan…
Birlikte yaşamanın aslında bir “dayanışma” olduğunu görebilmek, bireysel özgürlük alanlarını daraltmadan bunu başarmak, kimsenin bir diğerinin “mülkiyetine” geçmediğini ya da “malı” olmadığını anlayabilmek için illa ki bir “faciaya” mı toslamak gerekiyor?
Şehvetin ya da tutkunun sonsuz olmadığı gerçeğiyle yüzleşmek için illaki “evlenmek” şart mı?
Oyunla ne ilgisi var, demeyiniz.
Tüm bunları düşünmemize kapı aralıyorsa tiyatronun anlamı var.
 

Kocasını Pişiren Kadın

Hem kadına şiddetin arttığı, hem de boşanmaların patladığı bir dönemde Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları iyi bir seçim yapmış.
“Kocasını Pişiren Kadın” Cevahir Caşgir tarafından Kıbrıs ağzı ile uyarlanarak sahneye taşınmış.
Böylece oyunun ismi de Gocasını Bişiren Gadın olmuş zaten.
Antoine de Saint-Exupery’in dünyaca ünlü “Küçük Prens”i geçtiğimiz yıl, Ahmet Serdar Gökaşan ve Hakan Karahasan tarafından Kıbrıs ağzıyla yayınlanmıştı, “Güçük Prens” olarak.
Çok da tutmuştu.
Gocasını Bişiren Gadın” da Kıbrıs ağzında çok sırıtmadı, kimi popüler Kıbrıs ağzı söylemler ilgisiz araya yedirilse de oyunun bütünlüğü korundu.
İngiliz komedi yazarı Debbie Isitt’in oyununda (özgün ismi, The Woman Who Cooked Her Husband) Elvis Presley şarkılarını özleyenler için bolca müzik var.


Oyunculuklar

Oyun orijinalinden uyarlanırken Kenneth, Kenan olmuş. Ali Şaşkara canlandırıyor. Hilary karakteri Hilal olarak uyarlanmış, Pınar İnandım oynuyor. Laura da Lale'ye dönüşmüş, Ruhsan Ankay hayat vermiş.
Üç oyuncu Pınar İnandım, Ali Şaşkara ve Ruhsan Ankay hep sahnede!
Çok sade bir dekor var, nesneler yok, söz dışında eylemler çoğunlukla pandonim tekniği ile anlatılıyor.
Oyuncular hep sahnedeler ancak kimi anlarda spot ışığı ile ayrılıyorlar; ışık kimi zaman mekânı belirliyor, kimi zaman odağı… Bu teknik sahnede bir kaosa dönüşmüyorsa eğer yönetmenin ve oyuncuların başarısından söz edebiliriz sanırım…
Pınar İnandım, Ali Şaşkara ve Ruhsan Ankay’ı çok beğendim; hiç abartmadan, hem çok akıcı oynadılar, hem de öykünün duygusunu başarıyla sahneye yansıttılar.
Hele Pınar İnandım’ın bir sahnesi var ki, “tek başına gösteri” tadında duruyor; dört beş farklı karakter arasında yaptığı geçişler, yeteneğini çok daha güçlü ortaya çıkarıyor. Ali Şaşkara ve Ruhsan Ankay’ın danslarını ayrıca not ediyorum.
Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları’nın performansında öfkeden ihanete, tutkudan incinmeye, intikamdan sıradanlığa, yalandan riyakârlığa kadar ilişkilere dair onca duyguyu bir solukta yaşıyoruz.



Yeni eşle, eski eşe

Oyunda belki öyle çok derinlikli ders ya da mesajlar yok. Bir durum komedisi bu! Bildiğimiz sırlara ya da yalanlara gülme hali! “Evlilik” yalanı kara bir mizahla deşifre ediliyor.
Tek rolü kocasının karnını doyurmak olan kadınla… Yeni keşiflere çıkmış erkek… Çifte hayatlara yetişmenin telaşı… Birbirine karışan yalanlar… Üç yıllık yeni karısıyla, on dokuz yıllık eski karısının evine yemeğe davetli adamın hikâyesi… Hem de bu “özel” yemek “evlilik yıldönümünü kutlamak” için!
İşte böyle başlıyor, tiyatro!


Bekârlara özellikle önerilir!

Yönetmeni, oyuncuları, tüm emek verenleri kutlarım.
Size de öneririm.
Elbette pandemi koşullarında tiyatro izlemeye gitmek yönünde tereddütlerinizi anlayabilirim.
Yine de mümkün olan tüm tedbirler alınıyor.
Siz de eğer maskenizi takar, mesafenizi korursanız, sanırım bir sıkıntı olmaz.
Bir siyasi parti kurultayı ya da cafeden, alt alta üst üste bir marketten daha güvenli olduğunu söyleyebilirim.
Bana sorarsanız “eşsiz” gidiniz!
Çünkü izlediğiniz “yalanların” pek çoğu sizin için de geçerli olabilir.
Bekârlara özellikle önerilir!



Notlarım

- Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları’nın Atatürk Kültür Merkezi’nde izlediğim umarım son oyunu olur. 21 yıl önceki yangından beri yenilenmeyen sahnesine bu sezon kavuşmasını diliyorum.

- Çok insan sordu: Bu süreçte tiyatrolar açık mı? Evet! Covid-19 salgınına yönelik önlemler alındı. Koltuklar numaralandırıldı. Pek çoğunun üzerine notlar yazıldı, “Buraya oturmayınız” diye. Birlikte gelenler yan yana oturdu, her grup arasında boşluklar vardı. Tüm oyun maskelerle izlendi.

- Dünyayı kırıp geçiren onca salgın yaşandı, milyonlarca insan öldü, sahneler hiç kapanmadı! Hayat sanatla büyüdü. Hele yaşadığımız onca çürümüşlük içerisinde en fazla da sanata ihtiyaç var.

- Yönetmen Cevahir Caşgir’in salona ilk adım attığımız andan, gecenin sonuna dek herkese gösterdiği yakın ilgi, oyunu sahiplenmesi, coşkusu, sanırım tiyatro aşkıyla özetlenebilir.
 

Bir eleştiri: Ülkemizde çok iyi tiyatro sanatçılarımız olduğu gibi tasarım alanında da harika insanlarımız var. Afiş ya da broşür öylesine önemli ki, yıllar sonra bir oyundan geriye onlar kalıyor. DAÜ Görsel Sanatlar ya da ARUCAD’la işbirliği yapılabilir, çok daha yetkin bir sonuç alınabilirdi. Senih Çavuşoğlu hocam bir şanstır.

 

Bir soru: Atatürk Kültür Merkezi çevresinin böylesine karanlık ve izbe olması kimin ayıbıdır? 

Kültür & Sanat Haberleri