“Kontrolsüz fakirleşme”

Cardiff Üniversitesi Ekonomi Profesörü Dr. Engin Kara, Kıbrıs’ın kuzeyinde ekonominin geldiği noktayı YENİDÜZEN için yorumladı

Fayka Arseven Kişi

Cardiff Üniversitesi Ekonomi Profesörü Dr. Engin Kara, “Hem Türkiye hem de Kıbrıs’ın kuzeyi ekonominin temel faktörlerindeki bozulma nedeni ile irtifa kaybediyor, kontrolsüz bir şekilde fakirleşiyor”  dedi. Kara, “Türk Lirasının değer kaybetmesi buzdağının görünen yüzüdür” vurgusunu yaptı.

Prof. Dr. Engin Kara, “TL yerine Euro kullansanız da sürdürülemeyen bir sistemi uzun süre ayakta tutmanız ya da istediğiniz kalitede bir hayat yaşamanız olası değildir. En azından, tarih bize bunu söyler” ifadesini kullandı.

Prof. Dr. Engin Kara şuna dikkat çekti:
“KKTC hükümeti, yaşanan sıkıntıların pandemiden kaynaklandığı ve geçici olduğunu düşünüyor. Geçici olduğunu düşünüyorlar olmalılar ki geçtiğimiz hafta, %20 faizle borçlanma cesaretini gösterdiler. Yoksa, bu faiz oranıyla borçlanarak uzun süre yola devam etmek mümkün değil.”

  • YENİDÜZEN: Türk Lirası’ndaki erime ya da toplumun sözüyle ‘döviz yükseldi’ süreci nereye doğru gidiyor?
  • Prof. Dr. KARA: Bu sorunuzu tıptan bir benzetme ile cevaplamaya çalışayım. Bir insan için tansiyon ne ise Dolar/TL paritesi de Türkiye ve kuzey Kıbrıs ekonomileri için odur. Tansiyondaki yükseliş, insan sağılığı için nasıl bir tedirginlik yaratıyorsa, dövizdeki artış da ekonominin sağlığı için aynı tedirginliği yaratıyor.
    Yüksek tansiyon tedavisi için öncelikli olarak hastanın yaşam tarzında değişiklikler yapması istenir. Örneğin, eğer tansiyon hastası ideal kilonun üzerindeyse ideal kilosuna dönmesi için sağlıklı bir diyet programı uygulaması tavsiye edilir. Bu değişikliklere rağmen tansiyonu düşürülemeyen hastaya ilaç tedavisi uygulanır.
    Dövizdeki yükselişin önüne geçmek için yapılması gerekenler, prensipte yüksek tansiyon tedavisinden farklı değil. Dolar/TL paritesindeki sert yükselişler, ülke ekonomisi ve sayesindeki sorunların dışavurumudur. Dövizdeki yükselişlerin önüne geçmek için de bu sorunların ortadan kalkması gerekiyor.
    Türkiye hükümeti maalesef, sorunları görmezden gelmeyi tercih ediyor. Yaşam tarzında değişikliğe gitmeden ilaç tedavisiyle yüksek tansiyon sorusuna çözüm bulmaya çalışan bir hasta gibi; Türkiye hükümeti de yapısal anlamda bir değişikliğe gitmeden, sorunlara ilaç olabileceğini düşündüğü bazı yöntemlerle, dövizdeki yükselişlerin önüne geçmeye çalışıyor. Bu anlayış da çözüm olmaktan çok, ekonomiye daha çok zarar veriyor.  Dövizin ateşini daha da körüklüyor. 
    Türkiye ekonomisinin birçok sorunu var ama şu anda en önemlisi milli gelirin %60’ına ulaşan dış borç. Siyasetteki sorun ise Başkanlık sisteminin yarattığı tahribat.
    Demokrasiyi rafa kaldıran, meclis dahil ülkedeki tüm kurumları etkinsiz hale getiren ve bunların bir sonucu olarak adaletsizliği perçinleştiren, yoksulluğu ve eşitsizliği artıran bir düzene, yatırımcılar ne yatırım yapmak istiyor ne de borç vermek istiyorlar. Bu durum da haliyle, yeni dış borç bulmayı zorlaştırıyor.
    Geçen yıl oluşan döviz ihtiyacının Merkez Bankası’nın döviz rezervlerini kullanılarak karşılandığını anlıyoruz. Bu ekonomik ve siyasi ortamda, net rezervlerin eksiye düşmesi Türkiye’nin borçlarını ödemekte zorlanacağı tedirginliğini artıran bir etken olarak karşımızda duruyor. Bu tedirginlikte, dövizdeki artışın diğer önemli bir nedeni. Merkez Bankası’nın kasası boş olunca, olası yüklü bir döviz ihtiyacının nasıl karşılanacağı sorusunun cevabı yok, maalesef. 
    Sorunuza dönecek olursak bu sorunlar bitmeden, dövizdeki yükselişin duracağını sanmıyorum.

“Sorunlara kolay bir çözüm yok”

“TL yerine Euro kullansanız da sürdürülemeyen bir sistemi uzun süre ayakta tutmanız ya da istediğiniz kalitede bir hayat yaşamanız olası değildir. En azından, tarih bize bunu söylüyor.”

 

  • YENİDÜZEN: Nasıl bir para politikası izlenmelidir, en acil atılabilecek adımlar nelerdir?
  • Prof. Dr. KARA: Maalesef, bugün yaşanmakta olan sorunların kolay bir çözümü yok. Geçen hafta yaşandığı gibi, “faizleri düşürelim” denildiğinde yabancı yatırımcılar şikâyet ediyor ve kur fırlıyor. Faizleri artıralım denildiğinde, bu sefer de yerliler şikâyet ediyor. Bu ikilem nedeniyle de neredeyse, her Merkez Bankası toplantısında sonra kavga çıkıyor, Merkez Bankası Başkanı değişiyor.
    Türkiye ekonomisin içinde bulunduğu koşullarda para politikasını, temellerinde çatlak oluşan bir apartmanın aidat politikasına benzetebiliriz. Sorunları çözecek mucizevi aidat politikasını uygulamaya koysanız bile apartmanın temelindeki sorunlar, apartmanı yıkılıp tekrar inşa edilmesini gerektirecek boyutta.
    Türkiye hükümeti de para politikasının sorunlara çare olmayacağının sonucuna varmış olacak ki maliye politikalarına yönelmiş durumda. Kanal İstanbul projesi bu tür politikaların en önemli örneği. Bu projenin ekonomik amacı inşaat sektörünü tekrar canlandırmak. Bu canlanma ile ekonomide çarkların tekrar dönmeye başlayacağı ümidi var. Gördüğüm bir tahmine göre, projenin maliyeti yaklaşık 15 milyar dolar civarında. Bu miktarın 15’te birini borçlanıp, bu sıkıntılı pandemi döneminde, halkına dağıtamayan Türkiye hükümeti, bu projenin finansmanını bulması pek olası görünmüyor. O yüzden de maliye politikaları da çok ümit vaat etmiyor.
    Bence, bütün bu olanın bitenin içerisinde, cevap bekleyen en kritik soru şu: Batı halkları yüzyıllar öncesinde, ‘tek adam’ rejimlerini sonlandırarak, kraliyet ailesi üyelerini magazin figürlerine dönüştürürken; Türkiye halkı, 21. yüzyılda, bütün yetki ve sorumlulukları neden sadece tek adama devretmeyi seçti?
    Bunun nedeni Türkiye’de eğitim, fırsat ve gelir dağılımındaki eşitsizliklerdir. Kızgın insanların sandığa gittikleri zaman ne yapabileceklerini çok iyi tecrübe ettik, maalesef.
    Bu nedenle, Türkiye’deki ekonomik sorunların çözümünde ve dövizin istikrarlı bir yapıya kavuşmasında çareyi tek başına para ya da Kanal İstanbul gibi maliye politikaları aramanın bu aşamada bir yararı yok. Bu aşamada eğitim, fırsat ve gelir dağılımındaki eşitsizlikler giderecek politikalar tartışılmaya başlanmalı.

“KKTC hükümet yetkileri, yaşanmakta olan sıkıntıların pandemiden kaynaklandığını ve geçici olduğunu düşünüyor. Öyle olmalı ki geçtiğimiz hafta %20 faizle borçlanma cesaretini gösterdiler. Yoksa, bu faiz oranıyla borçlanarak uzun süre yola devam etmek mümkün değil.” 

  • YENİDÜZEN: Kıbrıs’ta Türk Lirası kullanan toplum kendini nasıl koruyabilir?
  • Prof. Dr. KARA: Akdeniz’den gelmekte olan dalganın büyüklüğü dikkate alındığında, bu korumayı KKTC devletinin sağlaması gerekir.
    Peki, ne yapılabilir? Bu soruyu cevaplamak için gelin bir senaryo analizi yapalım.
    Benim anladığım kadarıyla, KKTC hükümet yetkileri, yaşanmakta olan sıkıntıların pandemiden kaynaklandığı ve bu sıkıntıların geçici olduğu görüşünde. Geçici olduğunu düşünüyorlar olmalılar ki geçtiğimiz hafta, %20 faizle borçlanma cesaretini gösterdiler. Yoksa, bu faiz oranıyla borçlanarak uzun süre yola devam etmek mümkün değil. 
    Şüphesiz, mevcut şartlar içerisinde, bu durum en iyi senaryo olur. Şimdi de olabilecek en kötü senaryoya bakalım. Bu senaryoda, Türkiye dış borçlarını ödeyemeyecek ve moratoryum ilan etmek durumda kalacak. Türkiye bugüne kadar bu konuda, temiz bir sicile sahip. Cumhuriyet tarihi boyunca, Türkiye hiç moratoryum ilan etmek durumda kalmadı. Türkiye’ye borç verenler, bu ihtimalin gerçekleşmesine karşı sigorta satın alıp, kendilerini bu ihtimale karşı koruyabiliyor. Bu noktada artan risklerle beraber, bu senaryonun gerçekleşme olasılığı ve bu sigortanın fiyatının da artmış olduğunu da not etmek gerek.        

“Bu süreçte, ülkedeki gelir paylaşımın yeniden düzenlenmesi ve özellikle, dar gelirli kesimin alım gücünü koruyacak politikalar uygulanmaya konması gerekiyor.”

 

Bence, KKTC hükümetinin yapması gereken, realitenin bu iki senaryosunun ortasında bir yerde gerçekleşeceğini varsayıp, sosyal ve ekonomik politikalarını buna göre belirlemesidir. Bu durum da şu anki politikalardan ciddi bir revize gidilmesi anlamına geliyor.
KKTC hükümeti bu kontrol edemediği krizle nasıl baş edebilir sorusuna geri dönelim. Bu tür durumlarda, makro ekonominin tavsiyesi açıktır. Kriz sonucu fakirleşme yaşanması kaçınılmaz olmakla birlikte, devletin yapması gereken, krizin etkilerini mümkün olduğunca minimize etmeye çalışmaktır. Bu da pandemi döneminde, özel sektör çalışanlarının verilen ve zamanında dahi ödenmeyen 1500 TL’lik yardımlarla olacak iş değil. Bu süreçte, ülkedeki gelir paylaşımın yeniden düzenlenmesi ve özellikle, dar gelirli kesimin alım gücünü koruyacak politikalar uygulanmaya konması gerekiyor.
Bu yapılmadığı durumda, anlam veremediğimiz sosyal olayların sayısı aratacaktır. Benim takip edebildiğim kadarıyla, son iki haftada, iki genç insan intihar etti. Neden acaba? İki genç insan neden yaşamaktan vazgeçti? Bu soruların cevabı merak eden sadece ben miyim acaba?  

“Kullanılan para birimine fazla anlam yükleniyor”

 “Hem Türkiye hem de kuzey Kıbrıs ekonomideki temel faktörlerin bozulması nedeni ile irtifa kaybediyor, kontrolsüz bir şekilde fakirleşiyor. Türk Lirası’nın değer kaybetmesi buzdağının görünen yüzüdür.”

  • YENİDÜZEN: İstikrarlı para birimine geçiş ya da Türk Lirası’nı terk etmek mümkün mü? Eğer mümkünse bunun riskleri ne olur?
  • Prof. Dr. KARA: Bu sıkça gündeme gelen bir soru. Bu sorunun arkasındaki düşünce, kullanılan para birimine olması gerekenden daha fazla anlam ve önem yüklüyor. Röportajın başında, Dolar/TL paritesini tansiyona benzetmiştim. Sağlıksız bir yaşam tarzına sahip olamayan bir hasta belki yüksek tansiyon değil, başka sağlık sorunları yaşayacak. Kısacası söylemeye çalıştığım, TL yerine Euro kullansanız da sürdürülemeyen bir sistemi uzun süre ayakta tutmanız ya da istediğiniz kalitede bir hayat yaşamanız olası değildir. En azından, tarih bize bunu söyler.
    Euro’ya da geçseniz alışverişlerden altın da kullansanız, tek ticaret ortağınız tarihinin belki de en büyük ekonomik kriziyle karşı karşıya kaldığı zaman, size de sıkıntıya düşmeniz kaçınılmazdır. Ama bugün yaşanmakta olan ekonomik sorunları tek başına bu nedene bağlamak da hatalı bir yaklaşım olur. Diğer nedenleri tespit edebilmek için, gelin bir ülkedeki ekonomik zenginliğe belirleyen faktörlerin ne olduğuna bakalım.
    Ekonomi literatürüne baktığımız zaman, üç temel faktörün ön plana çıktığını görüyoruz. Bu faktörler (1) Kurumların sağlamlığı (2) Eğitimin kalitesi ve (3) kaynakların verimi kullanılmasını sağlayacak teknolojik gelişmişliktir.

 “Eğer bir ülkedeki zenginliği en önemli belirleyicisi para birimi olsaydı, dünyanın en iyi yönetilen ülkelerinden biri olan Almanya ile aynı para birimini kullanan Yunanistan, bir süre önce tarihinin en büyük krizini yaşamazdı.”

Kullanılan para birimi bu listede yok. Eğer bir ülkedeki zenginliği en önemli belirleyicisi para birimi olsaydı, Dünya’nın en iyi yönetilen ülkelerinden biri (hatta belki en iyisi) olan Almanya ile aynı para birimini kullanan Yunanistan, bir süre önce tarihinin en büyük krizini yaşamazdı.
Yukarıda saydığım üç faktör aslında birbiriyle bağlantılı. Sağlam kurumların varlığı eğitim kalitesine bağlı. Teknolojik gelişmişlik düzeyini belirleyen de eğitimin kalitesidir.
Aslında Kıbrıs birinci faktörü test etmek için çok iyi bir örnek. Kıbrıs’ın her iki yarısı da İngiliz döneminde kalma kurumsal altyapı ile yönetiliyor. Buna rağmen, Güney Kıbrıs ekonomik açıdan çok daha gelişmiş durumda. Güney Kıbrıs’ta her şey çok iyi demek istemiyorum ama ekonomik gelişmişlik düzeyi, güney Kıbrıs’taki kurumaların, kuzeye göre, daha iyi yönetildiğini gösteriyor.
Kurumlar arasındaki kalite farkını görebilmek için çok uzağa gitmeye gerek. Pandemi döneminde iki yönetimin okullarla ilgili farklı tutumuna bakmak yeterli. Kuzeyde okulların kapılarına kilit vurulmuşken, güneyde okullar açık.
Eğitim kaybının, kuzeyde fakirleşmeye ve iki bölge arasındaki gelişmişlik farkının daha da açılmasına neden olacağını tahmin etmek zor değil. Kuzeyde gelir eşitsizliğini olumsuz etkileyeceği açık.
Okullar neden kapalı? Bilmiyorum. İyi bir ülke yönetiminin amacı ülkede sadece birkaç kesimin menfaati değil, ülkedeki tüm kesimlerin menfaatidir. Eğer amaç bu ise, bir süre önce ülkedeki her kesim gelirini artıracak eğitim tekrar başlamalıydı. Ekonomik büyüme modelinizi sağlam temeller üzerine oturtmazsanız, en küçük esintide bile binada sarsıntı meydana gelir.   
Kısaca, özetlemek gerekirse, bugün yaşanmakta olan fakirleşmenin çok daha temel nedenleri var. Hem Türkiye’de hem de kuzey Kıbrıs’ta temel faktörlerindeki bozulma nedeni ile her iki ülke de irtifa kaybediyor, kontrolsüz bir şekilde fakirleşiyor. Türk Lirasının değer kaybetmesi buzdağının görünen yüzüdür.

“TL’deki kayıp fırsata dönüşebilir”

  • YENİDÜZEN: Türk Lirası’ndaki erime bir fırsata dönüştürülebilir mi?
  • Prof. Dr. KARA: Kesinlikle, dönüştürülebilir. Geçmiş geçmiştir ancak geleceği değiştirmek elimizdedir. Kıbrıs Türk toplumu, bugünkü düzenin şekillendiği 1970’lere göre her açıdan çok daha donanımlı bir nüfusa sahip; edilgen olmaktan çıkıp kendi sorunlarına çözüm bulma yoluna gidilmelidir. İçinden geçtiğimiz sarmal da bunu zorunlu kılacaktır. Değişim zordur. Mevcut düzenin kazandıklarını, bu değişimin önündeki en önemli engellerden bir tanesidir… Bunlara rağmen Kıbrıs Türk’ün, bu dönüşümü gerçekleştireceğine inanıyorum.

 

Röportaj Haberleri