Koba, Ne???

Koba, Ne???

Yonca Özdemir
yoncita@metu.edu.tr

Kobanê konusu geçen hafta gündeme bomba gibi düştüğünde konu ile ilgili bir süre yorum yapamadım; çünkü ne tam olarak Kobanê’nin nerede olduğunu biliyordum, ne de İŞİD’in Irak ve Suriye’de aylardır onlarca köye saldırmış ve işgal etmiş olmasına rağmen sadece Kobanê’ye verilen bu özel ilgiyi anlamlandırabilmiştim. Bu sebeple öncelikle bu “Koba, ne?” (Kobanê meselesi nedir?) hissiyatından kurtulmak için konuyu araştırıp bir şeyler öğrenmek, sonra da benim gibi konuyu anlamakta zorlananlara bu konuyu anlatmak istedim. Dolayısıyla bu yazının bir fikir yazısı olmaktan çok bilgilendirici bir yazı olduğu konusunda okurları başından uyarmak isterim.

Bu son günler gerçekten enteresan. Yıllarca Türk Silahlı Kuvvetlerine (TSK) karşı savaşan PKK, şimdi Kobanê için TSK’dan yardım istiyor. Bu yardım gelmeyince de barış süreci bir tarafa bırakılıyor ve bir isyan başlıyor. Türkiye’de Kobanê eylemleri sırasında hayatı kaybedenlerin sayısı Kobanê’de İŞİD tarafından öldürülenlerin sayısıyla yarışıyor. Bu olaylar esnasında Güneydoğu bölgesinde PKK’dan sonra en etkin siyasi yapılanmanın Türkiye Hizbullah’ının temsilcisi olan Hüda-Par olduğunu öğreniyoruz. Derken Kobanê’de İŞİD’e karşı yapılması istenen silahlı müdahale Salı günü PKK’ya karşı başlatılıyor! Her şeyin bu kadar ters işlediği bir süreç herhalde kolay kolay bulunmaz. İşte Kobanê Türkiye’de ve hatta Ortadoğu’da böyle her şeyi ters yüz ettiği için önemli. Peki, gerçekten nedir bu Kobanê meselesi?

Kobanê Urfa Suruç’un Mürşitpınar Köyü’nün hemen karşı tarafında küçük bir Suriye kasabası. 45,000’lik nüfusu yoğunluklu olarak Kürtler’den oluşsa da, kasabada yaşayan Arap, Türkmen ve Ermeniler de mevcut. Birinci Dünya savaşı öncesi Konya-Bağdat demiryolu üstünde bir tren istasyonu olarak kurulan ve ismini bu demiryolunu inşa eden Alman şirketten esinlenerek alan Kobanê, daha sonra 1915 katliamından kaçan Ermeniler ve çevreden gelen Kürtler sayesinde bir kasabaya dönüşmüştür. 1921 yılında Fransa ile yapılan anlaşma sonucunda kasaba demiryolu sınır alınarak ikiye bölündü ve Türkiye tarafında kalan kısmına Mürşitpınar adı verildi. Bu anlaşma Türkiye-Suriye sınırı boyunca pek çok başka yerleşim biriminin de suni olarak ikiye bölünmesi anlamına geldi: Karkamış-Carablus, Akçakale-Tel Abyad ve Ceylanpınar-Serekaniye gibi.

Bu küçük kasabanın Türkiye’deki Kürt hareketi için ayrı bir önemi var. Temmuz 1979’de Abdullah Öcalan Suruç’tan Kobanê’ye geçmiş ve orada 40 gün kalmıştı.  Rivayet o ki, burada kurduğu ilişkiler daha sonra Ortadoğu’ya erişmesini ve orada PKK’yı kurmasını sağladı. Karşılıklı ziyaretler vasıtasıyla Öcalan neredeyse oradaki bütün aileleri tanıdı. PKK’ya katılan ve çatışmalarda ölen binlerce kadın ve erkek Kobanê’liydi. “Rojava devrimi” de ilk Kobanê’de başladı. Bütün bu sebeplerden ötürü Kobanê Kürtler için tarihi öneme sahip.
***
Araştırırken fark ettim ki Kobanê’yi anlamak için önce Rojava’yı anlamak gerekiyor. Kürtler arasında Suriye’deki Kürt bölgesi Batı Kürdistan, ya da kısaca Rojava (Kürtçede “batı”) diye biliniyor. Ve son iki yıldır Rojava’nın adı daha çok “devrim” kelimesi ile birlikte anılıyor. Peki “Rojava devrimi” nedir?
Mart 2011’de başlayan Suriye iç savaşı sonucunda Barzani aynı yıl Suriye’de Kürt Ulusal Konseyi (KUK) adı altında bir çatı örgüt kurdurtarak Suriye içindeki Kürt muhalefetin Suriye Ulusal Konseyi (SUK) ile işbirliğine girmesi için uğraştı. Ancak, SUK’nin Kürtler’e özerklik konusunda isteksiz davranması KUK’ni ikiye böldü ve daha baskın olan Demokratik Birlik Partisi (PYD) kuzey Suriye’deki gelişmelerde daha etkin bir konuma geldi. Yine 2011’de PYD’nin silahlı kanadı olan Halk Savunma Birlikleri (YPG) kuruldu.

PYD, 2003’te Suriye’nin kuzeyinde kurulmuş gizli bir Kürt partisidir. PKK ile aynı siyasi-ideolojik eksende olduğu biliniyor. PYD üzerinde Öcalan’ın kişisel etkisinin güçlü olduğu da göz önüne alındığında, PYD’yi PPK/KCK’nın Suriye uzantısı olarak tanımlamak pek de yanlış olmaz. Zaten Suriye Kürtler’ini, Türkiye Kürtler’inden ayrı düşünmek de doğru olmaz. Iraklı Kürtler’in aksine Suriye ve Türkiye Kürtleri akrabadırlar. İki ülke arasındaki suni sınırlar çizilene dek beraber yaşamışlardır ve her zaman yakın ilişkiler içinde olmuşlardır. PYD’nin lideri konumundaki Salih Müslim Türkiye’de İTÜ’de kimya mühendisliği eğitimi aldıktan sonra 1977’de Suriye’ye geri dönmüş. Birçok demecinde PYD’nin PKK’nin bir kolu ya da şubesi olmadığını vurguluyor, ama Öcalan’dan esinlendiklerini de saklamıyor. Suriye’de 1980’lerden bugüne PKK’ya katılan ve destek veren çok ciddi bir Kürt nüfus da bulunmaktadır.

PYD özellikle 2012’den itibaren Suriye iç savaşında önemli bir faktör olmaya başladı. Suriye’de “Üçüncü Yol” (Ne Esad, ne muhalifler) seçeneğini savunan PYD, Suriye ordusu kuzeydeki Kürt bölgeleri kendi haline bıraktığı için Esad ile direk bir çatışmaya girmek yerine Kürt bölgelerini kontrol altında tutmaya ve iç savaştan uzak durmaya çalıştı. 19 Temmuz 2012 tarihinde YPG Kobanê’yi, daha sonra da diğer Kürt bölgelerini ele geçirdi. Kontrolü altına aldığı bölgelerin yönetimini elinde toplayan PYD, eğitim, sağlık ve güvenlik alanlarında faaliyet gösterecek komiteler kurdu. 2014’ün başında kendi öncülüğünde kurulan Batı Kürdistan Halk Meclisi (MGRK) eliyle kontrolü altındaki bölgelerde özerklik ilan etti. Kendi anayasasını kabul eden MGRK, Suriye’nin kuzeyindeki Kürt bölgelerini Afrin, Kobanê ve Cizire olmak üzere 3 kantona böldü. YPG de bu “özerk” Kürt bölgesinin güvenliğinden sorumlu, fakat artan İŞİD gücü karşısında bu sorumluluğu tek başına destek görmeden sürdüremeyeceği de aşikârdı.

Bazı iddialara göre PYD Rojava’da Ortadoğu’nun en demokratik yönetimini kurdu. Hatta Rojava’yı gerçek Ortadoğu baharı olarak görenler de var. PYD yarattığı otonom bölgede demokratik, eşitlikçi, seküler ve tabandan örgütlenen komünal bir yönetim kurduğunu iddia ediyor. Bu Barzani aşiretinin Kuzey Irak’ta kurduğu yarı-kurtarılmış bölgenin daha modern bir versiyonu ve Öcalan’ın 2011’de açıkladığı “radikal demokratik devrim” tezi ile uyuşan bir oluşum. Deyim yerindeyse, Öcalan’ın siyasi tezleri Rojava’da test edilmektedir. Öcalan’ın yeni politikası “demokratik özerklik” Rojava’da somutlaşmış ve diğer Kürt bölgelerine de önerilen bir siyasadır artık. O yüzden Öcalan’ın “Kobanê düşerse, barış süreci biter” feryatlarına şaşırmamak lazım. Yani sorun Kobanêlilerin hayatından çok Rojava’da test edilen Öcalan tezleridir. Her ne kadar konjonktürel bir boşluk sonucu oluşmuş olsa da Rojava modeli Kürt hareketi için çok önemlidir.

Bu gerçekten demokratik bir devrim midir, değil midir, orası tabi ki tartışmaya açık. Ancak, yaşanan her neyse onun kalıcı olmasını beklemek aşırı iyimserlik olur. İŞİD şu anda Fırat nehri boyunca sıralanmış Suriye yerleşim birimlerinin çoğunu kontrol etmekte. Bu bölgede de Kobanê oldukça savunmasız bir konumda. Afrin ve Cizire bölgelerinin aksine Kobanê üç tarafı İŞİD tarafından kontrol edilen, dördüncü tarafı da Türkiye sınırı olan ufacık bir kasaba. Üstelik İŞİD artık yeraltındaki bir gerilla grubu da değil; tanklı, toplu bir vahşet ordusu. Yaklaşık üç haftadır süren çatışmalardan sonra İŞİD militanları 6 Ekim Pazartesi akşamı Kobanê’ye girmeye başladı bile. Bütün haberler kasabanın doğusunun İŞİD tarafından ele geçirildiğini teyit ediyor. Amerika önderliğindeki İŞİD karşıtı koalisyonun hava bombardımanları olmasa, İŞİD militanları Kobanê’nin tamamını fazla zorlanmadan ele geçirecek bir durumda.
***
Peki, bu gelişmeler karşısında Türkiye ne yapıyor? Sadece sınırın kendi tarafından savaşı izliyor! Nitekim Türkiye yalnızca İŞİD karşıtı askeri koalisyona girmeyi reddetmekle kalmadı, bu koalisyonun İncirlik üssünü kullanmasına bile henüz izin vermedi. Zaten Amerika ve diğer İŞİD karşıtı koalisyon güçlerinin aksine, Türkiye İŞİD’i bölgedeki en büyük tehdit olarak görmüyor. Türkiye için Esad’ı devirmek İŞİD’i yenilgiye uğratmaktan çok daha öncelikli bir hedef. Türkiye’nin bu konudaki ısrarını stratejik endişelerden çok, Davutoğlu sayesinde en başından beridir yapılmış olan büyük bir dış politika hatasından geri dönmeme inadı ile açıklamak mümkün. Bu yüzden İŞİD’in Kobanê’yi ele geçirmesi Türkiye hükümetini çok da endişelendirmiyor, ama bu konuda doğru bir tutum içinde olduklarını söylemek de mümkün değil. Çünkü Kobanê’nin düşmesi Türkiye’yi 877 kilometrelik Suriye sınırının hali hazırda yaklaşık yarısını kontrol eden İŞİD’e çok daha fazla savunmasız bırakacak. Ayrıca Kobanê’nin düşmesinin en az 300,000 kişilik bir mülteci akınına yol açması da bekleniyor. Türkiye’nin kendi Kürtleri ile çıkacak sorunlar ise muhtemelen en büyük olumsuz netice olacak.

Türkiye neo-Osmanlıcı bir hegemonya kurma hevesiyle şimdiye dek Suriye’deki muhalif grupların oluşturduğu SUK üzerinden Suriye’deki gelişmeleri yönetmeye ve muhalifleri de kendi çıkarları doğrultusunda örgütlemeye çalıştı. Kendi çıkarları derken aslında neyin Türkiye’nin çıkarına olduğunu da iyice irdelemek gerekir. Bu neo-Osmanlıcılık Türkiye’ye şimdiye dek bir kazanç sağlamış mıdır? Örneğin şimdiye dek Özgür Suriye Ordusu’na (ÖSO’ya) yapılmış askeri, maddi ve manevi yardımlar gerçekten Türkiye’nin çıkarına gelişmeler mi yaratmaktadır? Ya da Kobanê’nin İŞİD tarafından işgal edilmesi gerçekten Türkiye’nin çıkarına mıdır?

Herkesin bildiği ve söylediği gibi Türkiye Kobanê’de sıkışmış kalmış Kürtlere sadece uzaktan bakmakla yetiniyor, çünkü güney sınırının öteki tarafında bağımsız bir Kürt devletinin kurulmasından korkuyor. Ama bunu yaparken sadece Suriyeli Kürtler’i değil onları kardeş bilen Türkiye Kürtler’ini de fena halde kızdırıyor. Bu şekilde kendi barış sürecini de ciddi bir şekilde sarsıyor. Belki de İŞİD’e terk edilmiş bir Kobanê, Kürtler’e Türkiye’ye her zaman muhtaç olduklarını hatırlatmak için kullanılıyor. Ama bu yapılırken binlerce insanın canı tehlikeye atılıyor.

Başta Kürtler olmak üzere tüm bu olanları daha da karamsar yorumlayanlar var. Onlara göre Türkiye zaten İŞİD’e destek oldu ve güçlenmesine yol açtı. İdeolojik olarak da kendi tabanına daha yakın olan bu İslamcı gruba karşı bir harekât yapmaktansa onların aracılığıyla Kürt hareketine bir darbe indirmek Türkiye hükümetinin çok daha tercih ettiği bir strateji. Pan-islamcı  bir başbakanın İŞİD’in kurmaya başladığı Sünni İslam devletinden çok Kürtler’in kuzey Suriye’de kurmaya çalıştığı devrimci bir yönetimden ürkmesi kadar doğal ne olabilir ki? Ayrıca İŞİD’e verilen açık ya da üstü kapalı destek Türkiye’nin şu anda en büyük düşmanı bellediği Esad ve PKK ile mücadele etmede iyi bir fırsat oluşturuyor. Sebepleri ne olursa olsun Kobanê meselesinde Türkiye hükümetinin takındığı tavır ülkeyi bir iç savaşın eşiğine getirmiş durumda. Çıkan olaylar sonucunda her gün farklı şehirlerden ölüm haberleri geliyor. Bu son bir haftada sokağa çıkma yasağı ve diğer olağanüstü hal uygulamaları Türkiye’ye geri döndü. Ülkenin dört bir yanı cehenneme döndü.

Öncelikle şunu iyice anlamak lazım: şimdiye dek AKP ve Erdoğan çözüm süreci vasıtasıyla aslında Türkiye’deki en örgütlü muhalefet olan Kürtleri bir şekilde kendi yanına çekmeyi, ya da en azından sesini fazla çıkartmayacak bir konuma getirmeyi başardı. Türkiye’deki Kürtler otokrat bir rejim aracılığıyla kendilerinin daha demokratik bir ortama kavuşacaklarına inandılar. Barış sürecine angaje olup AKP’ye muhalif tavır almaktan kaçındılar. Bu şekilde davranarak da Türkiye’deki muhalefeti böldüler ve etkisizleştirdiler. Lakin Gülen cemaatine dahi tahammül edemeyen bir AKP hükümetinin (ya da daha doğrusu Erdoğan’ın) Kürt muhalefetiyle demokratik bir ilişki içinde olması mantıken mümkün değildir. Bunu Kobanê olayları da kanıtlamıştır. Nitekim hükümetin bu gelişmeler karşısında takındığı tutum ne kadar barışçı ve demokrattır? 

Geçenlerde Cengiz Çandar’ın da belirttiği gibi, hükümetin Kobanê’ye bakışı Türk devletinin Kürtlere geleneksel bakış tarzının İslamcı Türk devletindeki devamıdır.  AKP gerek Türkiye içinde, gerek Türkiye sınırlarının ötesinde Kürtlerin taleplerini her zaman kendi çerçevesinde kontrol etmeye çalışacak ve kurulacak herhangi bir oluşumun da kendi kontrolü altında olmasını sağlayacaktır. Eğer kendi siyasetine aykırı bir oluşum ortaya çıkarsa da bunu engellemek için elinden geleni yapacaktır.  “Kendi siyasetine” derken sadece iktidarda kalma hırsından değil, muhafazakâr ve sunni-islamcı bir ideolojiden de bahsediyoruz. Bu bağlamda seküler, özgürlükçü ve devrimci bir oluşum olduğunu iddia eden Rojava’nın İŞİD olmasa dahi Türkiye’nin dibinde uzun süreli varlık göstermesi zaten beklenemez. Suriye’deki otorite boşluğundan yararlanarak kurulmuş olan bu tek taraflı özerk yönetimin o coğrafyada sadece Türkiye değil, bölgedeki diğer güçler tarafından da (buna Barzani’nin KDP’si de dâhil) barındırılmayacağı aşikâr. Nitekim PYD’nin ısrarla talep ettiği Kürt bölgelerine özerklik şimdiye dek sadece Türkiye tarafından değil, SUK tarafından da kabul edilmedi.

Kabul etmek gerekir ki, Türkiye’nin pozisyonu da oldukça sıkıntılı. Bir yandan kendi Kürt nüfusundan gelen Kobanê’ya yardım talepleri, bir yandan batının Türkiye’nin umursamaz görünen tavırlarına karşı sitemi, öte yandan sınır ötesi harekât yapmanın zorlukları, harekât yaptığı takdirde İŞİD’in Türkiye’de yaratabileceği tehditler, Kobanê’ye silah yardımı yapsa bir gün o silahların kendine dönmeyeceğinden emin olamama durumu… Bütün bu kirli Ortadoğu siyasetinin içinde doğru olanı bulmak ve yapmak gerçekten çok zor.

İşte bu tip durumlarda ancak tek şekilde ‘doğruyu’ bulabiliriz: İnsanlığı seçerek! Binlerce insanın hunharca katledildiği, insan kelleleriyle ve bebek bedenleriyle top oynanan ve kadınların köle yapılıp satıldığı bir ortamda sanırım Kobanê için insanlığın ne gerektirdiği açık: Vahşete karşı savaşanlara destek olmak! Ama daha da önemlisi silahların gölgesinden çıkmış, savaşın ve savaşanların idolleştirilmediği, barışçıl, özgür ve insancıl bir Ortadoğu düşlemek!!!

Dergiler Haberleri