Kıbrıs’ta Şiddet Tarihine Bir Bakış (3)

Coğrafi bölünmeyi demografik bölünme izledi ve Kıbrıslı Rumlar adanın kuzeyinden kovulurken, Kıbrıslı Türkler güneyden kuzeye aktarıldı ve etnik olarak iki “pür” bölge oluşturuldu.

Niyazi Kızılyürek
niyai@ucy.ac.cy

 

 

Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte Enosis Kıbrıslı Rumlar arasında büyük çekişmelere neden olan bir “sorun” haline geldi. EOKA’nın siyasi devamı olan “Yurtsever Cephe” içinde kısa sürede derin çatlaklar oluştu ve siyasi bölünmeler yaşanmaya başlandı. Makariosçularla Grivasçılar arasında yaşanan bu gerilim zamanla açık bir çatışmaya dönüşecekti.

Bölünme “Enosis” ve “Bağımsızlık” tartışmaları sonucunda ortaya çıkmışsa da, EOKA üyelerinin şahsi hesaplaşma ve kariyer kavgaları Kıbrıs Rum toplumunu şiddet ortamına sürükleyen etkenler arasında yer alıyordu. Cumhuriyetin birinci yıl dönümü olan 16 Ağustos 1961 tarihinde ilk defa ölümle sonuçlanan şiddet eylemleri gerçekleştirildi. 1961 yılının sonunda Grivas anılarını yayınlayınca, ortam daha fazla gerildi ve “Grivasçılar” ile “Makariosçular” arasındaki görüş ayrılıkları iyice keskinleşti.

Bu tartışmalarda EOKA’da hiyerarşinin tepesinde görev yapanların çoğu yollarını Grivas’tan ayırarak Makarios’un yanında yer aldılar. Kavga ilerleyen yıllarda daha da derinleşti. Grivas-Makarios çekişmesinin yanı sıra, EOKA’nın önde gelen isimlerinden Polikarpos Yorgacis ile Nikos Samson arasında da yoğun bir rekabet yaşanıyordu. Döneme damgasını vuran Yorgacis-Samson kavgası, ikisinin de polis örgütü içinde güçlü bağları olmasından ötürü polis örgütüne de yansıyordu. Peş peşe işlenen cinayetlerde ikisinin de parmağı vardı.

1960’lı yılların ortasında “Enosisçiler” ve “Enosis-karşıtları” arasındaki bölünme daha da derinleşti. Özellikle Başpiskopos Makarios’un Acheson Planını reddetmesinden sonra Kıbrıs Rum toplumu içinde ve Atina’da Makarios’u Enosis’ten uzaklaşmakla suçlayan çevreler ortaya çıktı. Makariosçular Enosise bağlı olduklarını ama Türkiye’ye toprak vermeden gerçekleştirilecek “Has-Enosis” istediklerini ileri sürüyordu. 1967 yılında Temsilciler Meclisi’nde yapılan bir  tartışmada Grivasçılar Makariosçuları “halkı Enosisten soğutmak”, Makariosçular da Grivasçıları “ülkeyi bölmek ve ülkenin yarısına fes giydirmek”, yani “Türkleştirmekle” suçluyordu.

1968 yılının başlarında Makarios’un “özlenenle/gerçekleşebilir olan” arasında bir ayırım yapmak gerektiğini ve Enosis’in “özlenen” ama “gerçekleştirilebilir olmayan” bir şiar olduğunu açıklamasından sonra, Kıbrıs Rum toplumu yeni bir şiddet dalgasıyla karşı karşıya geldi. 1969 yılında “Milli Cephe” adlı gizli bir örgütün kurulduğu kamuoyuna duyuruldu. “Milli Cephe” amacını “Kıbrıs savunmasını güçlendirmek; Kıbrıs’ın Helen karakterini ön plana çıkarıp milli bilincin kökleşmesini sağlamak ve Enosisi gerçekleştirmek” olarak açıkladı ve bir dizi eyleme imza attı. 8 Mart 1970 sabahı Makarios’un helikopterine kurşun yağdırıldı. Suikastın arkasında bakanlıktan alındığı için Makarios’a düşman olan Yorgacis ile Yunan Cuntasının en radikal unsurları vardı. Yorgacis 15 Mart 1970 tarihinde vurularak öldürüldü.

1971 yılının Ağustos ayında Yorgos Grivas gizli yolardan Kıbrıs’a geldi. Ve Eylül ayı başında Limasol’a yerleşip, kuruluş çalışmalarını önceden başlattığı EOKA B örgütünün başına geçti. EOKA B, öncelikli amacının Makarios’u “Enosis’e zorlamak” olduğunu açıkladı ve 1972 yılının Ocak ayında şiddet eylemlerine başladı. EOKA B, eylemlerini 1974 Temmuz’una kadar sürdürdü. 15 Temmuz 1974 tarihinde de Yunan Cuntasını 1973 yılının sonunda ele geçiren Dimitris Yuannidis ile el ele vererek Makarios’a karşı darbe gerçekleştirdi.

1974 Bir Dönüm Noktası

15 Temmuz Darbesinden sonra Bülent Ecevit hükümeti Kıbrıs’a müdahale etmeye karar verdi. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 20 Temmuz 1974 tarihinde yaptığı gizli oturumda Başbakan Ecevit şöyle diyordu: “Kıbrıs için behemehal bir yeni devlet statüsü oluşturulması gerekir, daha doğrusu bir devlet statüsünün yeniden oluşturulması gerekiyor.” Ana muhalefet lideri Süleyman Demirel de “gücün gereği yeni bir nizamdan” söz ediyordu: “Bir yeni nizam kurulacaktır, bir yeni nizam kaçınılmazdır. Binaenaleyh, Türkiye bugün 1960 Kıbrıs Devletine hayatiyet veren Anlaşmaların şartları içerisinde de kalamaz. Binaenaleyh, bu yeni nizamı kurarken, fevkalade dikkatli davranılması gereğine ve böyle büyük hadiselerin sık sık meydana gelmemesi için, masa başına güçle oturulduğu inşallah nasip olacaktır ve bu gücün gereği olan bir yeni nizamın kurulmasına azami dikkati sarf etmemiz gerekecektir.”

“Yeni bir nizam” dayatmak amacıyla 20 Temmuz günü başlayan Birinci Harekat 22 Temmuz’da sağlanan ateşkes ilanıyla durduruldu. Türk askerleri Kıbrıs’a çıkmıştı ama istenilen ilerleme sağlanamamıştı. Ateşkes kararından sonra üç garantör ülke, Büyük Britanya, Yunanistan ve Türkiye görüşmelerde bulunmak üzere Cenevre’de bir araya geldi. 25–30 Temmuz tarihleri arasında yapılan Birinci Cenevre görüşmeleri BM’nin 20 Temmuz 1974 tarihinde yayınladığı 353 numaralı karar çerçevesinde gerçekleştirildi. Karar, bütün devletleri Kıbrıs’ın egemenliğine, bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne saygı duymaya davet ederek derhal ateşkes yapılmasını, Kıbrıs Cumhuriyeti’ne karşı yabancı askeri müdahalenin derhal sona erdirilmesini, Kıbrıs Cumhuriyeti’nde uluslararası anlaşmalara aykırı olarak bulunan yabancı askeri personelin derhal adadan çıkmasını ve üç garantör ülkeyi bir araya gelerek bir an önce bölgede barışı ve Kıbrıs’ta anayasal hükümeti tesis etmeye davet ediyordu.

Birinci Cenevre konferansı dışişleri bakanlarının ortak deklarasyonuyla sonuçlandı ve 8 Ağustos tarihinde Garantör Ülkelerin yanı sıra iki toplumun temsilcilerinin de katılacağı görüşmelerin başlayacağı açıklandı. Görüşmelerde ele alınacak başlıca konular “anayasal düzene geri dönülmesi” ve “Cumhurbaşkanı Yardımcısı’nın 1960 anayasası çerçevesinde göreve geri dönmesi” olarak belirlenmişti. Türk tarafının ısrarıyla açıklamaya giren bir cümle Türkiye’nin adada kurmak istediği “yeni nizamın” habercisiydi. Türk tarafı “Kıbrıs Cumhuriyeti’nde fiilen Türk ve Rum olmak üzere iki muhtar idare vardır” ifadesinin ortak açıklamaya girmesinde ısrar etmiş ve bunda da başarılı olmuştu.

İkinci Cenevre Görüşmelerinde Türk tarafı coğrafi temele dayalı federal bir devlet düzeninin kurulması gerektiğini savunuyordu. Türk heyeti esas itibarıyla “ya derhal coğrafi federasyon ya da savaş” diyordu. Türk tarafı biraz da ABD’nin teşviki ile coğrafi esasa dayalı federal çözüm şeklini temel alan iki ayrı öneri sundu. Rauf Denktaş’ın Glafkos Kliridis’e verdiği ve Kıbrıs Türk idaresinde kalacak olan toprak oranının %34 olarak belirlendiği “iki bölgeli, iki-uluslu” federal bir devlet şeklini öngören önerinin yanı sıra, Türk heyetinin Yunan heyetine sunduğu ve adını dışişleri bakanı Turan Güneş’ten aldığı ama aslında Kissenger’in Türk tarafına dayattığı “çok-kantonlu-federasyon” tezini içeren “Güneş Planı”. Bu planda öngörülen biri büyük beşi küçük olmak üzere Kıbrıslı Türklerin idaresinde olacak altı kantonun toplam toprak oranı yine %34 olarak belirlenmişti.

Turan Güneş coğrafi ayrılığa dayalı federasyonun “Temel İlkelerin derhal kabul edilmesini” istiyordu. Kıbrıslı Rum toplumunu temsil eden Galfkos Kliridis ise yepyeni bir durumla karşı karşıya geldiğini, Kıbrıs’a giderek danışmak zorunda olduğunu, bunun için konferansa 48 veya 36 saat ara verilmesini istedi. Türk tarafı bu teklifi kabul etmedi. 14 Ağustos 1974 tarihinde Türk tarafı Callaghan’ın bütün ısrarlarına rağmen Glafkos Klridis’e 36 saatlik bir süre tanımayı reddetti. Bu arada, ateş kesi ihlal ederek askeri hazırlıkları tamamlayan Ecevit, Cenevre’ye telefonda şu mesajı geçti: “Turan Güneş’in kızı Ayşe ziyaretime geldi. Seyahate çıkabileceğini kendisine söyledim. Bunu Turan Güneş’e bildirin”. Bunun anlamı, “askeri harekâta devam” idi. Nitekim, Türk tankları adanın doğusu ve batısına doğru harekete geçerek iki gün içinde adayı ortadan bölen “Atilla Hattını” çizdi.

Coğrafi bölünmeyi demografik bölünme izledi ve Kıbrıslı Rumlar adanın kuzeyinden kovulurken, Kıbrıslı Türkler güneyden kuzeye aktarıldı ve etnik olarak iki “pür” bölge oluşturuldu. Türkiye’den adaya gönderilen insanlarla adada yaşayan Türk nüfusu çoğaltıldı.

Türk tarafı savaş esnasında olduğu gibi, savaştan sonra da iki bölgeli, iki toplumlu federasyon modelinde ısrar ediyordu. Kıbrıs Rum tarafı üç yıllık bir bocalamadan sonra 1977 yılında bu öneriyi ilke olarak kabul etti ve Denktaş ile Makarios arasında Yüksek Doruk anlaşması imzalandı. O tarihten beri sürdürülen ve iki-toplumlu, iki bölgeli federal bir devlet kurmayı hedefleyen Kıbrıs görüşmelerinde bugüne kadar bir sonuç alınamadı.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İlgili Haberler

Dergiler Haberleri