KIBRIS’TA “EĞRETİ HAYATLAR” ÜZERİNE…

Keser’in kitabıyla ilgili modern ya da postmodern roman teknik alt yapısı ya da gerekliliklerine girmeden diyebiliriz ki “Eğreti Hayatlar”ın çoğu gerçek, yaşanmış ya da güvenilir tanıklardan dinlenmiş veriler üzerine kurgulanması, biçemde zorlama ya da ya

 

Metin KARADAĞ

mkaradag@ciu.edu.tr

 

 

 

Savaşlar, dinsel-mitik kaynaklara göre Habil-Kabil’e kadar indirilen, kimilerine göre temel içgüdülerin gereksinimlerini karşılama süreçlerine bağlanan zamanlardan, bazılarına göre de insanoğlunun bir toprak parçasına el koyarak mülkiyet kavramını icat ettiğinden beri süregelmektedir. Ancak cümle yaratıklarda görülen sahiplenme duygusunun insanoğlundaki tezahürü, çağlar boyunca gereksinim amacından hızla ıraklaşarak sınırsız egemenlik hırsına dönüştüğünde dünya tarihinin facialarla dolu dönemleri yaşanmıştır. Zamanla kutsal, ulusal amaç ve hedeflerle de kurgulanan çatışmalarda en ağır yıkımlara, yitiklere uğrayanlar ise, bu dizgeselliğin, hesaplaşmaların çok ırağında kalan geniş halk kitleleri olmuştur. Savaşların siyasal odaklı tarihsel yapıtların ana kaynağı olmasının yanı sıra sanatsal-kültürel bağlamlarda da çeşitli yansımaları, utkuların zafer şarkıları ile hüznün ve acının kahreden boyutları,  farklı dil ve coğrafyalarda çağlar boyu ortaya çıkan edebî eserlerde de ele alınmıştır. Dünya edebiyatında savaşın roman türündeki ilk etkili örneği olarak Erich Maria Remarque’ın 1929 yılında ilk kez Almanya’da yayınlanmış olan Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok adlı eseri gösterilir. Romanda I. Dünya Savaşı sırasında masum Alman gençlerinin karanlık ajitasyonlar sonucunda birer savaş araçlarına dönüştürülmesi ve savaşın acımasız koşullarındaki ezilişleri, tüm dünyada etki yaratmış bir edebî ustalıkla anlatılır. Bu öncül sayılan eserden sonra Jaroslav Hašek’in  Aslan Asker Şvayk;  Ernest Hemingway’in  Silahlara Veda; Kurt Vonnegut’un Mezbaha; Graham Green’in Sessiz Amerikalı; James Joyce’un İnsanlar Yaşadıkça gibi hemen akla gelen önemli yapıtlar, savaşların geniş halk kitleleri üzerinde yarattığı yıkım, yitik ve acıları sergiler. Bu bağlamda bizim de üzerinde bir araştırma yaptığımız Alman yazar Peter Weiss’ın Direnmenin Estetiği adlı dev yapıtı, Avrupa’yı biçimlendirmiş olan savaş, devrim ve karşıdevrim eylemlerini, ırkçı, faşizan düşüncenin eleştirisi açısından ele alır (Karadağ…).

 

Türk edebiyatında roman alanındaki örnekler arasında I. Dünya Savaşı, Meşrutiyet dönemi ve Osmanlı’nın son dönemlerini konu edinen Kiralık Konak, Hüküm Gecesi, Sultan Hamit Düşerken gibi eserler de görülmesine karşın bu izlekteki ürünlerde, daha çok Kurtuluş Savaşı sürecini işlenmiştir. Bunlar arasında Halide Edip Adıvar’ın  Ateşten Gömlek (1922), Vurun Kahpeye (1926) adlı eserleriyle 1928 yılında yayınlanan Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Sodome ve Gomore ve Akagündüz’ün Dikmen Yıldızı adlı romanları bu alandaki öncül ürünlerdir. (Doğan…)

 

Kıbrıs Türk romanının “adadaki serüveninin, Bir Bakış (1891-Muzafereddin Galip) ve Yadigâr-ı Muhabbet (1892-94-Kaytazzâde Mehmet Nâzım) adlı eserlerle başladığını” kaydeden Aylanç, günümüze kadar getirdiği Kıbrıs Türk romanını değerlendirirken, savaş izleğinin önemli bir işleve sahip olduğunu vurgular. (Aylanç…) Başlangıçtan günümüze 150’ye yaklaşan bir sayıya ulaşan Kıbrıs Türk romanında savaş izleği doğal olarak Türk-Rum çatışmaları ekseninde kurgulanmıştır. Savaşı ötelemeyi amaçlayan pek çok eserde dolaylı bir biçimde de olsa, savaşla ilgili göndermelerin yapılması, çağrışımlar yaratan figürlerin kullanılması, hem nüfus hem de coğrafî alan olarak sınırlı bir varlığa sahip olan Türk toplumunda doğal bir yansıma gibi kabul edilebilir. Büyük bir bölümünü okuduğumuz, geriye kalan sınırlı sayıdaki eserlere de özetlerinden ve incelemelerden aşina olduğumuz bu romanların genel ortak paydası, milliyetçi bakış açısıdır. Pek çok örnekte abartılmış olan ideolojik tutum, kurgunun oluşturulmasında yapay görünümlü düşünceyi ön plana çıkardığı için kimi teknik zayıflıklar yaratırken kimi eserlerde de, “birey”in arka planda kalmasına, ideoloji-ideal sarmalında durağanlaşan bir sürekliliğin oluşmasına yol açmıştır. Bu süreçle ilgili olarak 1970 sonrasında Kıbrıs Türk romanının “Yaşantı Edebiyatı”nın uzantısı şeklinde gelişim gösterdiğini, romanların büyük çoğunluğunda “savaş” izleğinin yoğun bir biçimde ortaya konulduğunu belirten Yrd. Doç. Dr. Aylanç, “Kıbrıs’ta savaş ve göçlerin yol açtığı parçalanmalar, kayıplar, ölümler, Türklerde trajik bir toplumsal bellek yaratır. Dolayısıyla adada yaşanan hayatı sosyal, siyasi ve kültürel cepheleri ile aksettiren bir ayna görevini üstlenen ve ‘tezli roman’ olarak nitelendirilebilecek otobiyografik nitelikli eserlerde kurgusal özellikler arka planda kalır. Türk romanında milli mücadele yazınının ileri gelenleri arasında bulunan Halide Edip ve Yakup Kadri gibi yazarların etkisinin görüldüğü örneklerde röportaj havası sezinlenir”  (Aylanç …) derken savaş romanlarının genel şablonunu saptar.

 

Savaş romanlarında belirli kalıp ve şablonlar bir geleneksellik baskın iken bu çizginin dışına çıkmayı hedefleyen ve belli oranlarda da bunu başaran örnekler arasında, deneyimli bir gazeteci olan Efdal Keser’in 2016 yılı içinde yayınlanan Eğreti Hayatlar adlı eseri, yazarının tüm içten alçak gönüllüğüyle ifade ettiği  “salt bir deneme” biçimindeki iddiasızlık tavrına karşın, türün dikkate değer bir ürünü olarak görünmektedir. Keser’in televizyon haberciliğindeki birikimi, kitaptaki kurgunun, olay ve kişilere yöneltilen bir kameranın yakın ve genel plan çekimlerine dayandırılmasıyla oluşturulduğu izlenimi yaratmakta. 1963 yılından 1974 sonrası oluşumlarına yayılan olaylar, “saf Kıbrıslı”yı temsil eden baş kahraman Hüseyin Toplu ve karısı Latife ekseninde zaman zaman tarihsel olguların da katkılarıyla içten, yapmacıksız, zorlamayan bir biçemle kurgulanır. Anlatının baş kahramanı olan Lefkoşalı Hüseyin Osman, nam-ı diğer Toplu Usta kazma-kürek işleriyle evini kimseye muhtaç okmadan geçindirmeye çalışan, dürüst bir emekçidir. Türlü ekonomik sıkıntılar ve kitabın ilerleyen bölümlerinde baskısı iyice duyumsanan siyasal kaosa karşın çevresindeki insanlarla dostça ilişkileri içinde olan Toplu Usta, Türk-Rum çatışmalarının her iki taraftaki insanları düşman kılmasını şaşkınlık ve üzüntüyle izler. İnsan olmanın erdemini her davranışında önde tutmaya çalışan Toplu, masumane ve insancıl bir tutumla  bir arkadaşının cenazesini almak isterken  faşizan Rumlar tarafından yakalanır, işkencelere maruz kalır. 1930’lara kadar giden geridönüşlerle o dönemlerin gene yokluklarla dolu ama mutlulukla kurgulanmış günleri yansıtılır. İç öykülemelerle ada kültürünün farklı odaklardaki verileri olaylarla koşut bir biçimde sergilenir. Savaş yıllarında ailesinin dağılmasını, kuzeyde yeni devlet oluştuğunda ortaya çıkan haksız uygulamaları hüzünlü gözlerle izleyen Toplu Usta, önleyemediği o sömürü ortamı içinde dargınlaştığı dünyayı içkiyle sindirmeye çalışır. Acı, ızdırap ve didinmelerle geçmiş 70 yıllık ömrün sonlarında tükenmiş bir beden, kendisine gene o uzun yıllar boyu sadakatle bakmış, korumuş olan eşi Latife’den ebediyen ayrılmak üzereyken, yazarın kalemiyle yaşanmışlıklara veda eder: “Çocukluğundan itibaren ömrü hep yokluk içine geçen Toplu Usta artık rahattı. Bundan böyle acı çekmek yoktu”  (Eğreti Hayatlar, sayfa 243)

 

Emperyalist güçlerin ada üzerindeki türlü plan ve uygulamaları, aslında bu oluşumlardan habersiz  Kıbrıs halkı üzerinde yıllarca baskı, sömürü ve giderek düşmanlık duyguları yaratır. Yedikleri, içtikleri bir olan insanlar, kısa bir sürede ortaya çıkan bu ortama önce şaşırır, sonra da savaş kasırgaları arasında savrulup giderlerken, ortaya pek çok “eğreti hayatlar”, kayıp kuşaklar, geleceğini yitirmiş insanlar çıkar. Parçalanan aileler, tükenmiş umutlar, sisli-puslu yarınlarla  “eğreti hayatlar”ın figürleri olur.

 

Keser’in kitabıyla ilgili modern ya da postmodern roman teknik alt yapısı ya da gerekliliklerine girmeden diyebiliriz ki “Eğreti Hayatlar”ın çoğu gerçek, yaşanmış ya da güvenilir tanıklardan dinlenmiş veriler üzerine kurgulanması, biçemde zorlama ya da yapaylıktan ısrarla kaçınılması,  romanın okunabilirlik açısından başarılı bir düzeye ulaşmasını sağlamıştır.  Kıbrıs ağzının ayrı bir tad kattığı dil kullanımı, olanca sadeliği ve çekiciliğiyle anlatı boyunca sürdürülürken, savaş ortamı ve sonrasının ortaya koyduğu etik dışı gelişim ve olgular da objektif bir bakış açısıyla sergilenmiştir. Yaşanmış pek çok acı ve hüzün dolu olaylar anlatılırken İdeolojik yaklaşımların tuzağına düşmeden, insancıl bakış açısının öne çıkarılması da eserin pek çok benzerinden farklı olmasını sağlamıştır.  Anlatının finalinde ölüm yatağında olan Hüseyin Toplu’nun acı-tatlı uzun bir birlikteliği yaşadığı vefalı-cefakâr eşi Latife’nin yorgun, korkulu gözlerine daldığında duyumsadıklarını aktaran etkili anlatım, “Eğreti Hayatlar”ı anlamlı bir konumda tutacaktır, kanısındayız.


NOTLAR:

  1. Aylanç, Mihrican. Kıbrıs Türk romanının Kaynakları: Tarih, Kültür, Kimlik. Evrensel Kültür. Sayı 288. Aralık 2015.  sayfa 89- 93.
  2. Doğan, Mehmet H. Türk Romanında Kurtuluş Savaşı. Türk Dili Dergisi-Türk Romanında Kurtuluş Savaşı Özel sayısı.
  3. Karadağ, Metin. Peter Weiss’deki Mitik Direnme Eyleminin Halk Edebiyatımızdaki Ortak Yanları. Folklor Edebiyat.Sayı 86.2016/2.sayfa 9-28.
  4. Keser, Efdal. Eğreti Hayatlar- Işık Kitabevi Dağıtım.  Lefkoşa Şubat 2016. 243 sayfa.

 

 

 

 

 

 

 

Dergiler Haberleri