Kıbrıs’ta Anıları Sırtlamak: Geçmişe Kadın Tanıklığı

Kıbrıs’ta Anıları Sırtlamak: Geçmişe Kadın Tanıklığı

Feminist Atölye
info@feministatolye.org


Kıbrıs’ın her köşesinden gelen seslerin oluşturduğu bir kitap,  yükselmeyen seslerin,  fısıltıyla anlatılan hikâyelerin, değer yüklü izdüşümleri; Kıbrıs’ta Anıları Sırtlamak. Kıbrıs’ta hazırlanmış en geniş kapsamlı sözlü tarih projesinin ürünü olan bu kitabın özelliklerinden bir tanesi, lise öğrencilerinin aktif katılımı ile gerçekleşip,  öğrencilerin kendi kılavuzluklarıyla geçmişe yaptıkları derin bir yolculuk olması.  200 görüşmeci ve 200 katılımcı ile gerçekleşen ve proje sonuçlarından biri olarak  “Kıbrıs’ta Anıları Sırtlamak” ı ortaya çıkaran bu emeğin en değerli sonuçlarından biri, görüşülen kişilerin çok önemli bir bölümünün kadın olması ve söz konusu geçmiş olunca,  kadınların çok iyi anlatıcılar olduğu gerçeği. Hayatı her yönüyle ve kendi odaklı olmadan, olabildiğince geniş bir bakış açısı ile nakleden, kahramanlık ya da güç ispatına ihtiyaç duymayan, yalınlıkla yaşadıkları dönemi anlatan mükemmel anlatıcılar.  Kitap, kadın ve erkek görüşmecilerin hikâyelerinden oluşmasına rağmen,  anlatılan dönemlerin özellikle kadınların toplumsal yaşamdaki yerlerini de gösteren güzel bir belirteç olarak da ortaya çıkıyor. Sırtladıkları anıları ile dünü bugüne taşıyan Kıbrıslı kadınların yürüdükleri yollardan yürüyerek Kıbrıs’ta kadın olmanın manasını bir kez daha görüyoruz. 

“Erkek işi” diye bir şey yoktu o zamanlarda. Kadın, erkek ovada, dağda tepede, yaşam kaynakları hayvanlarını beslemek, ekin ekmek için aynı yere basmışlar hep.  “Traktör yoğudu, sabannan sürerdi babam. Çift öküzlermiz vardı. Ben tohum da atardım. Giderdim yardım ederdim genne. Libazma da atardım, tarla da sürgülerdik, tarlayı düzeldirdik onları ben yapardım hep. Çalı da toplardım. Odun, ağaç her işi yapardık. Orak biçerdik biz, burçak yolardık, havetta yolardık, mercimek ekerdik. Zeytin, harnıp toplardık, çamaşır yıkardık, hayvanların altını süpürür atardık, hem saman daşırdık.” Nazlı Musa

Sadece ev emeği değildi hayatlarında. Sabah güneşini görmeden başlayan hayat, kahvaltı hazırlamakla, tarlaya çalışmaya gitmekle, dönüşte yemeğin pişirilmesiyle bitmiyor, çamaşır, ev temizliği, çocuk bakımının yanı sıra, akşamları ise, “dezgah” başında kumaş dokuyarak devam ediyordu. Ev ekonomisinin temeli bu görünmez emek, aslında gündelik hayatın temelini sağlamlaştıran güçlü kadınların ürünüydü. “  (…) dezzağı varıdı. Annemin evi sanki bir dezgahtar evi, fabrika gibi, atölye gibi. Her birimizin birer dezzahı varıdı. Yalnız benim yoğudu. Çünkü ben yetişemedim o dezzahı dokuyayım. .. Herkes işini bitirirkandan giderdi dezzahına. Gendi nafakasını dezzahdan çıkarırdı. Harçlığını çıkarırdı. Herkes bez dokurdu. Cuma Pazarı varıdı. Cuma Pazarı’na götürürler o bezleri satarlardı. Sattıklarında aldıkları paraynan el harçlığı yaparlardı. ..görürdüm onları, hoşuma giderdi. (…) Akşama kamyon geldi. Gür, gür, gür geldi, toprakları döktü. Uu, derik topraklar geldi. Hade saman da getir bize. Saman da getirdi. Ertesi gün ben çocuklarımınan o toprakları aldım ve su getirttim. Galıp yaptırdık ustaya. Çocukları yolladım, gidin dülgere kerpiç galıbı çaksın size, alın gelin dedim. Parayı da verdim. Gittiler, aldılar galıpları geldiler. Biz başladık kerpiç kesmeye. Çocuğumun biri dokuz yaşındaydı, biri on iki yaşında ve ben. Üçümüz bin dane kerpiç kestik havlıda. …bu sefer ustayı bulacayık. Gidelim bulalım bir usta…. Gece yarılarına gadar ustayla beraber işlerdim. Ustayla yaptık bu evleri. Gocam hiç garışmazdı. İşden gelirdi, girerdi yatağa yatırdı. “Gel yahu bize birazyardım et yorulduk.” Ben işten geldim” der, girer yatağa yatır uyurdu. Hiç gelip bakmazdı bile bize.” Vedia Fehmi Alkaş

Gündelik hayatın satır aralarına ne kahramanlık hikâyesi, ne de düşmana sövgü koymayan dümdüz ve yalın hayat hikâyeleri.  Ülkenin siyasetinin dışında, ne milliyetçilik ne de siyaset manevralarından habersiz, umursamaz bir saflık içeren insani duyguların yaşandığı ara sokakların hayatı.  “ Açardık o kapıyı. O tarafdan da cira. Zaten yakınıdık ciralarınan. Gelillerdi. Ya o genç gızlar! Paskaları oldu mu böyle o şu maska dakarlar, gelillerdi o gızlar,
-Hanımisa ver bize şey, şey da böle, Türk olacayık böğece.
Bayılırdıg gülmeden. Eşarp, yemeni isdellerdi. Verirdig. Sonra bişeyler daha isdellerdi. Varsaydı verirdig gendilerine. İşleri bitinca ütüleller getirirlerdi yani. Annaşırdıg doğruya doğru. Ama ne derdi İngiliz: Türk, Rum yok. Herkes gendi şeyiynan. Onun için kimse öyle seyaset gonuşamazdı. E Yani öyle hiç Rumdu, Türkdü diye bir şey yok.”  Nazire Aral

Kadının, kocasının yanında, onun soyadıyla anıldığı, lakabıyla tanındığı dönemlerde, kendi adıyla çağrılabilme saygınlığını kazanan, çalışkan ve güçlü kadınların da anlatıldığı, saygıyla hatırlandığı hikâyeleri yazıyor bu kitap.  “Annemi halk çok severdi. Hep Meyrem Hanım dellerdi anneme.  Herkeslerin soyadı vardı. Babamın da vardı soyadı. Gocasının soyadı olanı, garısına da derlerdi. Mesela benim babama Evgeni dellerdi. Evgeni demek medeni demekdi. Ama anneme hiç Evgenina demezlerdi. Bazılarına öyle dellerdi, ama anneme, Meyrem Hanım, hep.  Böyle çok akıllı insanıdı da. Fatma Hüsnü

Geçmişin erkek egemen bir hayatı temsil ettiğine inandırıldığımız bu adada, mirasın babadan kıza da geçtiği, çiftlik sahibi kadınların saygıyla anıldığı dönemleri görüyoruz sayfalar arasında.“ Şimdiki adı Cennet Çiftliği olmuş onun duydum. O zaman Fuat Bey varıdı. Daha doğrusu eşininmişidi oraları. Vakıfınıdı derlerdi. Çiftlik hanımınındı. Büyükden büyüğe gidermişidi miras, o da gızlarna devretmişidi. 18 sene galdık biz bu çiftlikde.” Nehibe Hocalar

Ve savaşın çok derinden, yıkarak ezerek yıpratarak yaşandığı bu adada, erkeklerin anlattığı savaş hikâyelerinin, mücahitlik günlerinin ya da esirlik dönemlerinin hikâyeleriyle dolu bir tarihle boğulmuş durumdayız. Savaşın bir tek bu yüzünün olmadığını gösteren yine kadınlar olmuştur hep. Kocasından, oğlundan, kardeşinden haber alamadan ayakta kalmanın yolunu arayan, tek başına bir evi, savaş döneminde hem koruyan hem de korkularla boğuşurken etrafındaki korkuları bastırmak için dimdik ayakta durmak zorunda kalan kadınların yaşadıklarını düşünen oldu mu acaba? Eşya diye bir bohçaya attıkları iki parça öteberiyi omuzlayıp, çocuklarıyla karanlıklarda, ovalarda, yürüyerek sessizce korunaklı bölgelere kaçabilmenin yollarını bulan, çocuklarının hayatta ve hep birlikte kalmasını sağlayan hep o kadınlar. Erkeklerin yolculuk yapması tehlikeli diye, kendilerini yollara atıp köylerinden, terk etmek zorunda kaldıkları evlerinden ihtiyaçları olan eşyaları taşıyan cesur kadınlar.  Sonuna kadar karşı oldukları savaşı,  köşesinde, saklanarak ve erkeğin korumasıyla yaşayan bir güçsüzler ordusu olmayan kadınlar.   “ (…) 1964’de Rumlar köyü basdı. Göç ettik Arpalık’tan.  İlk gece sinemanın içinde galdık. Bütün köyün çocukları ve gadınları. Erkekler mevziye gitdiler nöbet beklemeğe. Gaynım, ben ve gaynanam. Üç ayle birer oda aldıg ve okulun havlısında oturdug. Bir hafda geçdigden sonra Barış Gücüynan tekrar köye döndüg. Köydeki yeyceklermizi, yataglarmızı, yorganlarmızı aldıg .Gitdiğmizde işde ben ilkokula yerleşdim. İlkokulda yedi aylık hamileydim. Bir ay orda galdım…” Keriman Arpalıklı

Savaşı gören, barış için çırpınan yürekleri taşıyan, Kıbrıs’ın, Kıbrıslıların hep birlikte yaşadığı dönemlerdeki günlerini hatırlayan, o günlerin kokusunu, tadını bilen bir kitap sunuyoruz sizlere. Kadınların tanıklığının, geçmişle hesaplaşmak için niye iyi bir başlangıç olduğunu gösteren bir Kıbrıs tanıklığı bu.

Dergiler Haberleri