Niyazi Kızılyürek
niyazi@ucy.ac.cy
Zürih ve Londra Antlaşmaları’nın imzalanmasından sonra (Şubat 1959) Kıbrıs Anayasası’nı hazırlamak üzere Karma Anayasa Komisyonu kuruldu. Komisyon Türk, Yunan, Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum heyetlerinden oluşuyordu. Heyet başkanları; Nihat Erim, Themistoklis Tasatsos, Rauf Denktaş ve Glafkos Kliridis olarak belirlendi. Komisyona danışmanlık yapmak üzere İsviçre’nin Lozan Üniversitesi’nden Prof. Marcel Bridel görevlendirildi. Bridel ve iki ana toplumu ilgilendiren konuların yanı sıra, küçük toplulukların hakları ve karma evlilikler üzerinde de duruyordu. Bu konulara özel bir önem veriyordu. Karma Komisyon, ilk genel kurul toplantısını 11 kişinin katılımıyla 13 Nisan 1959’da Ledra Palace Otelinde yaptı.
Anayasa hazırlanırken en çetrefil konulardan biri, Türk ve Rum toplumlarının nasıl adlandırılacağı, vatandaşlık ve toplumlara ait olma kriterlerinin nasıl belirleneceğiydi. Henüz görevinden ayrılmamış olan Vali Foot, toplumların adlarının “Kıbrıslı Türk” ve “Kıbrıslı Rum” olmasını önerdi ama Kıbrıs Türk ve Rum anayasa heyetleri buna tepki gösterdi. Onlar, “Türk Toplumu” ve “Rum Toplumu” denilmesini tercih ediyorlardı. Sonunda öyle de oldu... Fakat, toplumlara aidiyetin hangi kriterlerle belirleneceği büyük bir tartışma konusuydu ve bu kriterleri saptamak Karma Anayasa Komisyonu’nun göreviydi.
Yunan anayasa heyeti, Türk ve Rum toplumlarına aidiyetin din esasına göre belirlenmesini savunuyordu. Buna göre, anayasa yürürlüğe girdiğinde Kıbrıs’ta yaşayan Müslümanlar, otomatik olarak “Türk Toplumuna” ait olacaklardı. Geriye kalanlar otomatik olarak “Rum Toplumuna” mensup sayılacaklardı. Yunan heyeti, Rum toplumuna aidiyet konusunda ayrı kriterler önermiyordu. Türk toplumunu din kriterine (İslam) göre belirleyip geri kalan bütün yurttaşların Rum toplumuna mensup olmasını ileri sürüyordu.
Türk heyeti bu öneriyi reddetti ve her iki topluma aidiyetin hangi kriterlerle belirleneceğinin ayrı ayrı saptanması gerektiğini destekledi. Nihat Erim, Türkiye’de Kemalist ideolojinin uygulandığını ve Kemalizm’in devletin laik olmasını öngördüğünü belirterek, toplumlara aidiyetin din esasına göre belirlenmesini kabul edemeyeceğini söylüyordu. Kriterlerin nötr ve çağdaş anlayışa göre belirlenmesi ve öznelerin özerkliğini gözetmesi gerektiğini vurguluyordu. Buna göre, bireyler hangi topluma ait olacaklarını özgür iradeleriyle serbestçe belirleyeceklerdi. Müslüman olmayan biri, eğer isterse Türk toplumuna katılabilmeliydi. Rum-Ortodoks olmayan biri de isterse Rum toplumuna ait olabilmeliydi. Erim için kişinin dini veya kültürel geleneği değil, özgür iradesi belirleyici olmalıydı.
Erim’in ileri sürdüğü görüşlerin çağdaş yurttaşlık anlayışını yansıtan ilerici görüşler olduğuna kuşku yoktur. Nitekim, Yunan heyeti başkanı Prof. Tsatsos, Erim’in görüşlerinin Eski-Yunanda Sokrates’in “Helen eğitimine katılan herkes Helen’dir” görüşünü çağrıştırdığını söyledi. Fakat yine de ortaya net bir tavır koymuyordu. Tsatsos kendisinin, bütün heyetlerin kabul edeceği kriterleri benimseyeceğini söylemekle yetiniyordu. Tsatsos ile Kliridis görünüşte Erim’in görüşlerine olumlu yaklaşıyorlardı. Ne de olmasa serde liberallik vardı... Fakat gerçekte küçük toplumların, yani Maronit, Ermeni ve Latinlerin otomatik olarak Kıbrıs Rum toplumuna katılmalarını istiyorlardı, bunu da din esası (Hristiyanlık) üstünden kotaracaklarını düşünüyorlardı.
Kliridis bunu açıkça ifade etmiyor, kurnazca argümanlar ileri sürüyordu. Örneğin, Erim’in önerisinin uygulanmasının pratikte zor olacağını söylüyordu. Ayrıca, din değiştirmenin bireyin iradesine bağlı olması durumunda, binlerce Kıbrıslı Rum Müslüman olduklarını söyleyip Kıbrıs Türk toplumuna katılabilecekler, sonra da yeniden Rum toplumuna dönebileceklerdi. Ve bu durum, Kıbrıslı Rumlara yarayacaktı! Erim, bu görüşlere itiraz ediyor, söz konusu nüfus gruplarının hangi topluma ait olacaklarına bizzat kendilerinin karar vermesinde ısrar ediyordu. Oturumlar sonuç alınmadan uzayıp gidiyordu...
22 Mayıs 1959 tarihinde yapılan toplantıda konu yeniden gündeme geldi. Nihat Erim bu sefer, “dil” ve “ait olma hissiyatı” gibi kriterlerin belirleyici olmasını önerdi. Kimin hangi topluma ait olacağını anadilinin ve ait olma duygusunun belirlemesini savunuyordu. Anadili Yunanca olanlar Rum toplumuna, Türkçe olanlar Türk toplumuna ait olacaklardı ama ayrıca, bireyin kendini hangi topluma ait hissettiğinin de dikkate alınmasını istiyordu. Anadili Türkçe veya Yunanca olmayanların hangi topluma katılacaklarını ise kendileri özgür iradeleri belirlemeliydi. Burada, bir parantez açarak şunu belirtelim ki, Zürih-Londra anlaşmalarına göre Kıbrıs devleti, iki-toplumlu bir devletti ve herkes mutlaka iki toplumdan birine ait olmak zorundaydı.
Erim’in önerileri liberal ve laik önerilerdi. Yunan ve Rum heyetleri ise din esasını ön plana çıkarıyorlardı. Nitekim, Yunan heyeti başkanı Kıbrıs Rum heyeti ile yaptığı istişarelerden sonra Erim’e olumsuz cevap verdi. Tsatsos, Erim’in görüşlerinin kıymetli ve liberal olduğunu söylüyordu ama Zürih-Londra anlaşmalarının “liberal olmadığını” ve karma toplumların oluşmasına cevaz vermediğini ileri sürüyordu. Tsatsos, Türk toplumuna katılmak isteyen bir Kıbrıslı Rum’un din değiştirip Müslüman olması gerektiğini ve bir Türk’ün de din değiştirip Hristiyan olması halinde Rum toplumuna katılabileceğini vurguluyordu.
Anayasa Komisyonunda yapılan tartışmalar son derece ilginçti. Bir tarafta Kemalizm’in laiklik ilkesini şiar edinmiş Türk ve Kıbrıs Türk heyeti, diğer tarafta da din esasına göre yurttaşlık düzenlemesinde ısrar eden Grekler vardı...
Erim, tek kriterin din olmasının kabul edilemeyeceğini yineleyip duruyordu. Tsatsos, ise Müslüman ve Hristiyanlık temelinde yapılan ayırımın Kıbrıs’ta ezelden beri geçerli olduğunu, İngiliz döneminde de Hristiyan ve Müslüman toplumlarından bahsedildiğini ileri sürüyordu. Kliridis, Tsatsos ile aynı görüşlere sahipti. Kıbrıs’ta iki toplumu ırk değil, din ve dilin birbirinden ayırdığını iddia ediyordu ve toplumlar Müslüman ve Gayrı-Müslüm olarak ayrılıyordu. İsteyen dinini değiştirmekte elbette serbest olacaktı...
Denktaş, Hristiyanlık ve Müslümanlık arasındaki farklar kadar, Hristiyan dogmalar arasında da farkların olduğunu, ayrıca ateistler ve başka dinlere mensup kişilerin de bulunduğunu hatırlatarak, bu kişilerin mecburen Rum Toplumuna katılmalarının doğru olmadığını söylüyordu.
“Tanrı-Devleti Kurmuyoruz!”
Prof. Bridel, Yunan heyetinin önerilerine katılmıyordu. Sadece Türk toplumunu din esasına göre tanımlayarak geri kalan herkesin Rum toplumuna ait olduğunu söylemenin doğru olmadığını, iki toplumun da ayrı ayrı tanımlanması gerektiğini ileri sürüyordu ve Rum ile Yunan heyetlerinden Rum toplumunu da tanımlayacak kriterleri ortaya koymalarını istiyordu. Ayrıca, Tsatsos’un, Hristiyan kimliği ile Rum kimliğini özdeşleştirmesine itiraz ediyordu. Katoliklerle Ortodokslar arasındaki farkların pek çok açıdan Hristiyanlık ile İslam arasındaki farklardan daha ciddi olduğunu belirtiyordu.
Zor duruma düşen Tsatsos söyleyecek söz bulamıyordu ve “Aristo mantığı güttüğü” gibi yüzeysel bir argüman ileri sürüyordu. Olumsuz bir özellik, farklılaştırmanın temel dayanağı olabilirdi ve din, bu noktada en dar kriter sayılabilirdi... Yani, “Müslümanlar Türk toplumuna aittir, geri kalan herkes Rum toplumuna aittir” önermesinin “Aristocu bir mantık” yürütmesine dayandığını iddia ediyordu. Bridel, bu mantık yürütme biçimine sert sözlerle itiraz etti. Karma Anayasa Komisyonun görevinin bir “Tanrı-Devleti” değil, insanlar için bir devlet kurmak olduğunu söyledi ve ada nüfusunun büyük çoğunluğunun kesin bir laiklik sistemiyle yönetilmesi doğru olmamakla beraber, Ortodoks dinine ait olmayanlar için devletin laiklik ilkesinin geçerli olması gerektiğini ileri sürdü.
Bridel, Rum toplumunun nesnel kriterlerle belirlenmesi gerektiğini belirterek, Ortodoks dinine mensup olanların Rum olarak tanımlanmasını önerdi. Burada bir parantez açarak şunu belirtelim ki, Kıbrıs Rum ve Yunan heyeti din esasına göre bir tanımlama yaparken elbette laiklikten uzak geleneklerinden hareket ediyorlardı. Fakat işin içinde siyaseten de ince bir hesap vardı: Din esasına (İslam’a) göre Türk toplumunun tanımlanması, geri kalan bütün Hristiyan nüfus gruplarının Rum toplumuna dahil edilmesi... Asıl amaç bu idi...
Nitekim, Tsatsos, Rum ve Türk olmayanların nüfusunun %2’nin altında olduğunu belirtiyor ve Zürih-Londra anlaşmalarında ayrı dini grup oluşturmak için en az sayının belirlenmediğini ileri sürerek küçük grupların otomatik olarak Rum toplumuna ait olmaları gerektiğini söylüyordu. Nihat Erim ise “kendileri karar versin” diyordu ve devamla, “Vatikan Devletine benzer bir devlet kurmuyoruz, Türk ve Rum olmayanların siyasi haklarının nasıl hayata geçirileceğini karara bağlamak istiyoruz.” Aristoteles’e de bir gönderme yapan Erim, Aristo’nun sadece bir faktörü temel alarak mantık yürütmediğini ve “küçük topluluklar Rum Toplumuna ait olmak istiyorlarsa, olsunlar ama buna, o insanların gıyabında karar verilemez.” diyordu.
Toplumların Tanımlanması
Türk ve Rum Toplumlarının hangi kriterler temelinde belirleneceği, Anayasa Komisyonunda uzun tartışmalara yol açıyordu. Yukarıda da gördüğümüz gibi, Yunan ve Rum heyetleri, Türk toplumunu tanımlamakla yetinmek istiyorlardı ve “Türk” olarak tanımlanmayan herkesin Kıbrıs Rum Toplumuna mensup olmasını savunuyorlardı. Bu görüşe hem Türk heyetleri, hem de Prof. Bridel itiraz ediyorlardı ve Rum ve Türk toplumlarının ayrı ayrı tanımlanmaları gerektiğini ileri sürüyorlardı. Rum ve Yunan heyetleri sonunda geri adım attılar ve bu öneriyi kabul ettiler. Nihat Erim, yurttaşların hangi topluma mensup olacağını özgür iradeleriyle kendilerinin belirlenmesinde direniyordu. Fakat Kıbrıslı Rumlar buna itiraz ediyordu. Bunun üzerine, Erim, dil esasını ve özgür iradeyi gündeme getirdi ve bu temelde uzlaşmaya gidildi. Sonunda sağlanan uzlaşmada şöyle bir formül kabul edildi:
Rum toplumu, Elen kökenli (aslından) olup anadili Yunanca olanlar veya Elen kültür geleneklerini (ananelerini) paylaşanlar veya Elen-Ortodoks Kilisesine mensup olanlardan oluşur.
Türk toplumu, Türk kökenli (aslından) olup anadili Türkçe olanlar veya Türk kültür geleneklerini (ananelerini) paylaşanlar veya Müslüman olanlardan oluşur.
Burada belirleyici faktörün köken olduğunu görüyoruz. Yardımcı kriterler olarak dil, kültürel gelenekler ve din kabul edilmiştir.
Bu uzlaşma sonucunda Türk tarafının istediği gibi, iki toplum da aynı kriterlerle tanımlandı ve Rumların sadece dini esas alarak tanımlama yapılması isteği engellendi. Böylece, Kıbrıs halkını oluşturan iki topluma kimlerin dahil olduğu belirlenmiş oldu. Bu kriterlerin dışında kalan bireyler, anayasanın yürürlüğü girmesinden sonra, en geç üç ay içinde birey olarak hangi topluma katılmak istediklerini bildireceklerdi. Eğer dini bir gruba aitseler, mensup oldukları dini grubun kolektif kararıyla seçilen topluma ait olacaklardı. Eğer dini grupların seçtiği topluma katılmak istemeyenler olursa, bir ay içinde Cumhuriyet’in yetkili memuruna ve Cemaat Meclisi Başkanlarına başvurabileceklerdi.
Dini Grupların Tanımlanması
Aynı dine inanan, aynı mezhebe ait olan ve anayasa yürürlüğe girdiğinde en az bin kişiden oluşan, bunların an az yarısı (beş yüzü) Kıbrıs yurttaşı olması şartıyla dinsel grup olarak tanımlanırlar. Kıbrıs Anayasası’nın yürürlüğe girmesiyle, üç dini grup ortaya çıktı: Ermeniler, Maronitler ve Latinler. 14 Kasım 1960’da yapılan bir referandumla, 1077 Ermeni, 1046 Maronit ve 322 Latin, Rum toplumuna katılma yönünde oy kullandılar. 5 Ermeni ile 1 Latin, Türk toplumuna katılma yönünde oy kullandı. Rum toplumuna katılan dini gruplar, seçimle kendilerini Rum Cemaat Meclisinde temsil edecek üç temsilciyi ayrı ayrı seçtiler.
Toplum Değiştirme Hakkı
Bir toplumdan çıkıp diğer topluma girmek isteyen bir yurttaş, Cumhuriyet’in ilgili memuruna yazılı başvuruda bulunur, ayrıca, Elen ve Türk Cemaat Meclisi başkanlarına başvurur. Katılmak istediği Toplumun Cemaat Meclisi tarafından kabul edilirse, toplum değiştirebilir. Bu uygulama, Nihat Erim’in yurttaşların özgür iradeyle toplum seçme önerisinin sulandırılarak kabul edildiğini gösterir.
Elen veya Türk Cemaatine mensup olmuş dini gruplar ve Türk veya Rum kökenli olmayan bireyler de isterlerse toplum değiştirebilirler. Birey ve dini grup olarak başvuru yapabilirler. Katılmak istedikleri toplumun Cemaat Meclisi başvurularını kabul ederse, toplum değiştirebilirler.
-Evli kadınlar, kocalarının ait olduğu topluma mensup sayılırlar.
-21 yaşın altındaki çocuklar babalarının ait olduğu topluma mensupturlar.
-Baba bilinmez ise veya çocuk evlatlık edinilmişse, annesinin toplumuna mensup sayılır.
Kaynakça
Nihat Erim, Bildiğim ve Gördüğüm Ölçüler İçinde Kıbrıs, Anakara, 1975.
Αχιλλεας Κ. Αιμιλιανδης, Οι Μυστικές Διαπραγματεύσεις, Εκδόσεις Παπατζής, Αθήνα, 2022.