Kavramlar...Eylemler...Düşüncenin Yaşamla Buluşması..

Nihayetinde boşluk bir belirsizlikti ve insanlık adına daha iyiye yönelik yeni başlangıçları teşvik edebileceği gibi, yeni bir karmaşayı/kaosu tetiklemesi de mümkündü.

 

                                                                                                          Hakkı Yücel

                                                                                              yucelh@kibrisonline.com

 

Dünya (ve de insanlık)  yirminci yüzyıldan yirmi birinci yüzyıla, ya da daha kitabına uygun söyleyecek olursak, modern dönemden modern sonrası döneme geçerken, hayatın bütün alanlarında ‘varoluşsal’ bir krizi de açığa çıkardı. Nasıl olmasındı ki, siyasal düzlemde uluslararası sistemin üzerine oturduğu ve bir denge oluşturduğu ‘İki Kutuplu Dünya’ ortadan kalkarken; aynı anda bu tarihsel dönemi kuşatan düşünce (zihniyet) dünyası ve onun gerçeklik algısı da bir bakıma alaşağı oluyordu. Her seviyede yaşanan bu sarsıntının/yıkımın arkasında bir boşluk bırakacağı ve bunun da sancısı yoğun, çok boyutlu yeni bir inşa sürecini başlatacağı aşikârdı. Nihayetinde boşluk bir belirsizlikti ve insanlık adına daha iyiye yönelik yeni başlangıçları teşvik edebileceği gibi, yeni bir karmaşayı/kaosu tetiklemesi de mümkündü.

 

Nitekim öyle de oldu; umudun ve korkunun eş zamanlı bir arada olduğu paradoksal bir süreç yaşandı ve hâlâ da yaşanmaya devam ediyor. Belirsizliğin, potansiyel olarak içerdiği yeni imkânlar, fırsatlar ve ihtimaller çokluğu, siyasal ölçekte yeni söylemlere ve pratiklere alan açan perspektif genişliğine ve çeşitliliğine zemin teşkil ederken;  düşünsel ölçekte ise yeni kavram(sallaştırma)ları gündeme getiriyor. Modern dönemin ideolojik sabiteleri sağlam, merkezileşmiş, kesinlik arz eden, monolitik bilgisi, gerçeklik algısı ve hakikat anlayışı; yeni dönemin hızı ve dinamik değişkenliği karşısında, bir bakıma hükmünü yitiriyor. Bir başka ifadeyle modern dönemin zamanı aşkın, hayatın her alanını etkisi altına alan, kendi dışında kalan farklılıkları kendine tabi kılan ‘mutlak gerçeklik’algısı ve hakikat anlayışı; yeni dönemin zamana içkin, onun dinamik koşullarıyla ilişkili olarak değişkenlik gösteren ‘olgusal gerçeklik’leri karşısında ‘çoklu gerçeklik’ algısı ve ‘çoklu hakikat’ anlayışıyla yer değiştiriyor. Şimdilerde bunun kavramsal tezahürleri mebzul miktarda mevcut. Hatta o kadar ki, kimi zaman henüz yeni tedavüle girmiş kavramlar bile, kısa sürede eskiyebiliyor ve ardı sıra yeni kavram(sallaştırma)lar arz-ı endam edebiliyor. Bu baş döndürücü ve bir o kadar da kafa karıştırıcı hız ise akla ister istemez, bugünün karmaşık/kaotik dünyasında yaşamla düşüncenin ne oranda buluşabildiği, ne kadar işlevsel olabildiği sorusunu gündeme getiriyor.

 

Güncelliğini koruyan bu problematiğin üzerine derinliğine kafa yoran, ufuk açıcı tespit ve değerlendirmelerde bulunan da çok, karman çorman edip üzerinden uçup geçen de. Tam da böyle bir sorunun yanıtı arayan, düşünce ile yaşam arasındaki ilişkinin nereden ve nasıl kurulduğunun ve de nasıl kurulması gerektiğinin peşinden giden, kimlerince yirminci yüzyılın en dikkate değer filozoflarından Gilles Deleuze’ün ve birçok çalışmayı birlikte yaptıkları Felix Guattari’nin bu bağlamda söyledikleri oldukça dikkat çekici. “Felsefe nedir?” (Yapı Kredi Yayınları) kitabının da yazarı olan ikili, yaşamla düşünceyi buluşturmak adına, bir bakıma felsefeyi fildişi kulesinden indirmeye yönelik olarak, onun zamanı aşan ‘aşkın olma’ halinden, zamana dâhil  ‘yaşama içkin’ olma haline geçmesi gerektiğine vurgu yaparlar. Özellikle altını çizdikleri ‘içkin olma’ halini, yaşamda cereyan eden ‘olaylara/oluş süreci’ne müdahil olmak ve oradaki farkları gözeterek, “yaşamı dinamik bir tarzda düşünmek”  biçiminde tarif ederler. Onlar için dinamik tarzda düşünmek ise evvel emirde ‘kavram yaratmak’ demektir. Ancak bu kadar değildir; yaşamın dinamizmiyle örtüşen, oradaki karmaşık ilişkileri anlamayı sağlayacak olan bu kavramlar, aynı zamanda eylemenin de aracı oldukları takdirde işlevsel olabileceklerdir. Deleuze’ün “düşüncesinin sınırlarında” gezinen makalelerin bir araya getirildiği “Göçebe Düşünmek” (Metis Yayınları) kitabında da dile getirildiği üzere onun açısından “eyleme aktarılamayan düşüncenin yararı yoktur “ Böyle düşündüğü içindir ki ‘düşünce-yaşam’ ya da ‘teori-pratik’ buluşmasını/ilişkisini önemser. “Ona göre düşüncenin iş görmesi veya yararlı olması, yanlış bir şekilde düşüncenin eyleme, teorinin pratiğe karşı konumlandırılmasından türetilmektedir. Oysa teori, ‘bir pratikten diğerine aracıyken’, pratik ‘teorik bir noktadan diğerine gerçekleştirilen aracıların’ toplamıdır. Söz konusu olan şey zihinde şekillenen bir modelin hayata uygulanması değil, uygulandıkça yeniden şekillenen, karşılaştığı engellerden ötürü yerini yeni söylemlere bırakan çift yönlü bir teori pratik etkileşimdir.”

 

 Bu dinamik ilişkide ikilinin altını çizdikleri ve “her türlü düşüncenin ontolojik zemini”olduğunu söyledikleri  ‘olay’ ve ‘fark’ kavramları, tam da bugünü resmeden kaotik süreci anlamada ve açımlamada ayrıca önem arz eder. Şundan ki, bugünün dünyasında yaşama içkin dinamik olaylar silsilesi, mutlak gerçeklik’ anlayışı ve algısının değişkenlik arz eden ‘olgusal gerçeklik’le yer değiştirmesine yol açarken;  aynı zamanda açığa çıkan farklılıklar da, gerçekliğin/hakikatin çoklu mahiyetini ortaya koymaktadır. Bu durum, düşüncenin özgürleşmesini sağladığı kadar, kendi dışındaki alanlarla temasını da artırmaktadır. Onun, statik kalıplar içinde kalmamasının, eskiyen kavramları yenilemesinin ya da yeni kavramlar üretmesinin nedeni de, yaşam ve düşüncenin doğrudan ilişkide olduğu bu çoklu alanların varlığıyla ilgidir. Çoklu alan mevcudiyeti ve buradan doğan çoklu ilişki ise, bir yandan düşüncenin diğer yandan da onu ifade edecek dilin sınırlarının zorlanması, çeşitlenmesi demektir. Daha somut bir ifadeyle, öteki/farklı olanla diyaloğun gelişmesi (dialogism) ve çok-dillilik (heteroglossia) halinin oluşmasıdır ki bunun çarpıcı karşılığı, neredeyse Platon’dan bu yana Batı düşünce dünyasındaki ‘monolojik’ geleneğin aşılmasıdır. Bu kadarla da sınırlı değildir; bir başka karşılığı yaratıcılığı teşvik ediyor olması, bir diğeri ise her zeminde çok boyutlu varoluşsal gelişmeyi sağlamasıdır.  

 

Buradan hareketle Deleuze &Guattari, düşüncenin özellikle üç alanda çok doğurgan olduğuna dikkat çeker. Bu alanlar “felsefe-bilim-sanattır” . Düşüncenin aynı zamanda bir ‘eyleme’ aracı olduğu göz alınırsa buraya siyaseti eklemek de gerekmektedir. Sonuç olarak şunu söylemek mümkündür: Düşüncenin bu geniş alanlarda kendi sınırlarını aşmak suretiyle kavramlar üretmesi, yaşama içkin potansiyelleri açığa çıkarmasını, yaşamın karmaşık ilişkilerini çözümlemesini ve oradan somut pratikler üretmesini getirecektir ki, Deleuze&Guattari’nin  “siyasal mücadeleler açısından belirleyici olan iktidar ve direniş ilişkilerini, bilimsel düşüncede meydana gelen gelen gelişmelerin felsefi sonuçlarını, sanatın bizi alışkanlıklarımızdan kurtararak nasıl yaratıcılık düzeyine taşıyabileceğini ve bunlarla bağlantılı bir dizi sorunu tartışmaya açtığı” ve önermelerde bulundukları yer de işte tam burasıdır.

 

İtiraf etmeliyim ki bana bu yazıyı yazdıran sevgili Niyazi Kızılyürek’in sevgili Fazilet Özdenefe’nin sosyal medyada yer alan yazısından yola çıkarak kaleme aldığı, 8 Ocak 2017 tarihli Yenidüzen gazetesinde yer alan “Post-Hakikat Politikası ve Kıbrıs Görüşmeleri” başlıklı yazısı oldu. Gerek Kızılyürek’in, gerekse Özdenefe’nin, Kıbrıs Sorunu ve elan devam eden -bu yazı yazılırken devam ediyordu- Cenevre Görüşmeleri bağlamında dile getirdikleri “post-hakikat” kavramı, tam da günümüz dünyasında yaşanan kavram spekülasyonuna ve bunun siyasetteki karşılığına örnek teşkil etmesi bakımından dikkat çekiciydi. Gerçeğin ‘olgusal’ ve hakikatin ‘çoklu’ karakterini; ‘olgusal ötesi, hakikat ötesi’yle değiştirerek, soyut tahayyüllerle ve niyetlerle sınırlayan, bir başka ifadeyle yaşamla düşünceyi birbirinden koparan bu kavramın, bugünün dünyasında bir karşılığı olduğu, karşılığı olduğu kadar kafaları karıştırdığı aşikâr.

 

Görünen o ki, günümüz dünyasının belirsizlikler içeren kaotik yapısı yeni kavram(sallaştırma)ları zorunlu kılacak, her alanda yaşanan varoluşşsal kriz, bu kavram(sallaştırma)lar, yaşamın oluş sürecini ve farklılıkları gözeterek ona içkin hale geldiği, bir başka ifadeyle düşüncenin yaşamla buluşması gerçekleştiği oranda aşılabilecektir..

Dergiler Haberleri