Karantina okumaları -12-

Karapaşaoğlu, kitapların tam da dijitalleşmenin hayal gücümüzü yok ettiği bir dönemde daha değere bindiğine vurgu yaparak, özellikle kitabın hayal gücünü genleştirici yönüne vurgu yapmakta.

Karantina okumaları, şair ve yazar Halil Karapaşaoğlu'nun önerileri ve yorumlarıyla devam ediyor.

Dijitalleşmeye dikkat çeken Karapaşaoğlu, insanlığın iki büyük kırılma noktası olduğunu ifade ederek, bunlardan ilkinin neolitik devrim, diğerinin ise içinden geçmekte olduğumuz 4. Endüstri Devrim'i, yani dijital devrim olduğunu belirtiyor.

Karapaşaoğlu, kitapların tam da dijitalleşmenin hayal gücümüzü yok ettiği bir dönemde daha değere bindiğine vurgu yaparak, özellikle kitabın hayal gücünü genleştirici yönüne vurgu yapmakta.

“Zamanların ve mekanların arasında seyirlere çıkarız. Hatta bu kitaplar zamanın ve mekanın ötesini düşlememizi sağlar. Hayal gücü “bakma” problemini açığa çıkarır. Gündelik hayatımızda, konuşmadığımız karakterle konuşmaya başlarız. Bir taşla, bir uçurtmayla konuşulur mu, demeyin. Bir ağaç arzulanır mı, demeyin. Bakmışsınız, demirden çelikten yapılmış bir robot sevgiliniz olmuştur.”


 

“Kitaplar, zamanın ve mekanın ötesini düşlememizi sağlar”

Halil Karapaşaoğlu
Şair

“Esaret altında yaşayanlar karantina günlerinden hiç çıkmaz! Esareti unutturan değil, esaretten hayal kurarak kurtulmasını sağlar bahsettiğim romanlar, öyküler ve şiirler. Umut buradan doğar. Bugünlerde okumaktan çok okuduğumla yaşadığımı daha iyi hissediyorum.”

 

Dijitalleşmekte olan dünyayı çok önemsiyorum. İnsanlığın bence iki kırılma noktası var. Biri Neolitik Devrim ikincisi ise 4. Endüstri Devrim’i olarak adlandırılan Dijital Devrim. 10 bin yıldır yeryüzünde yaşadığımız bütün değişimlerin ve dönüşümlerin kökeni Neolitik Devrimle bağlantılı olarak seyretti. 10 bin yıl sonra bugün ise bütün ilişkileri kökten değiştirecek başka bir sürecin içine girmiş bulunmaktayız.

4. Endüstri Devrimi’nin insanda yaratacağı bir çok değişikliğin yanında sanırım en sarsıcı olanı insanın “hayal gücünden” yoksun bırakılacak olmasıdır. İnsan şimdi olmasa da, yıllar içinde hayal etmekten yoksun bırakılarak, hayal kuramaz bir hâle bürünecektir. İnsan, hayal kurmayı, düşlemeyi unutacaktır. Düş kuramamanın yol açacağı evren neye dönüşür, düş kurmayı unutan insan nasıl bir oluş içinde olur, soruları bir yandan beni korkuturken öte yandan başka başka hayaller kurmama neden oluyor.

İşte tam bu noktada sadece karantina günlerinde değil, ilerleyen yıllar içinde kitap okumanın önemi açığa çıkıyor. Kitabın, bilgi, eleştiri ve sezgilerimize yaptığı etki yanında hayal gücünün genleşmesini sağlıyor. “Hayal gücünün gelişmesi” sorunlu bir ifade olduğundan özellikle “gelişmek” fiilini kullanmaktan sakındığımı belirtmeliyim.

Kitap, hayal gücünün genleşmesini nasıl etkiler? Bütün kitapları bu anlamda kutsallaştırmak, başka sorunlarla baş başa kalmamızı sağlar. O yüzden kitapları da ayırmak gereklidir. Benim için teorik kitapların yanında roman, öykü ve şiir kitaplarının ayrı bir önemi vardır. Bütün roman, öykü ve şiir kitapları önemlidir, demiyorum. “Has” veya “hakiki” sözcüklerinden de sakınmaya çalışıyorum. Okur ne demeye çalıştığımı, ne demek istemediğimden anlaycaktır. Hâlâ ifade etmeye çalıştığım kitaplara karşılık gelen sözcüğü bulamadım.

Herhangi bir sıfatı yakıştıramadığım bu kitaplarla hayal gücümüz genleşir. Zamanların ve mekanların arasında seyirlere çıkarız. Hatta bu kitaplar zamanın ve mekanın ötesini düşlememizi sağlar. Hayal gücü “bakma” problemini açığa çıkarır. Gündelik hayatımızda, konuşmadığımız karakterle konuşmaya başlarız. Bir taşla, bir uçurtmayla konuşulur mu, demeyin. Bir ağaç arzulanır mı, demeyin. Bakmışsınız, demirden çelikten yapılmış bir robot sevgiliniz olmuştur. Yıllar önce Jean Baudrillard’ın simülasyon olarak ifade ettiği, bugünlerde tekrar gündeme gelecek olan teorisini, hayal kurarak zaten yaşamıyor muyuz? En kaba tabirle mastürbasyon simülasyon değil midir? Hayal kurma, kitapların bize bahşettiği bir yeti değil ancak hayalleri genleştiren en güçlü etmendir.

Esaret altında yaşayanlar karantina günlerinden hiç çıkmaz! Esareti unutturan değil, esaretten hayal kurarak kurtulmasını sağlar bahsettiğim romanlar, öyküler ve şiirler. Umut buradan doğar. Bugünlerde okumaktan çok okuduğumla yaşadığımı daha iyi hissediyorum.

 

Bir Çağ Yangını- Hulki Aktunç

Şair ve yazar Hulki Aktunç’un “Bir Çağ Yangını” romanı ilk olarak Derinlik Yayınlarından 1981 yılında basıldı. Ne yazık ki en son 19 yıl önce basılmış bir roman. Derinlik Yayınları 80’li yıllarda Türkiye’de edebiyata derin etkileri olmuş ancak değeri anlaşılamamış bir yayın eviydi. Hem yayınevinin sahibi olan hem de benim en çok sevdiğim öykücülerden Necati Tosuner’i burada anmak gerekir. İmkân buldukça bu yayınevinden çıkan kitapları toplamaya çalışıyorum.

Aktunç, bu romanında geleneksel romanın karakter işleyiş biçiminden uzaklaşmaktadır. Yaşı, ne giydiği, olayın geçtiği evdeki eşyalar ya da evin bulunduğu semtle ilgili olan detayların hiç birine roman da yer verilmemiştir. Karakterler okuyucuyla dolaylı olarak değil, doğrudan felsefi bir problemle karşı karşıya gelmektedir. Yıllardır yaşamakta oldukları evde kalan ölülerle konuşan Nisa ve onun erkek kardeşi Ömer üzerinden yazar ölülerle ilişki içine giriyor. Geçmişte evin içinde yaşamış ancak ölmüş birçok insan romanın içinde “canlı” birer karakter olarak karşımıza çıkmaktadır.

Kaya Çanca (Yaşamı ve Eserleri)- Gürgenç Korkmazel
 

Sevgili Şair Gürgenç Korkmazel’in edebiyatımıza kazandırdığı bu kitap unutulan şairimiz Kaya Çanca’nın şiirlerini ve yazılarını toplu olarak bulabileceğimiz tek eser. Ne yazık ki Kaya Çanca’da üzerinde çok durulmamış şairlerimiz arasında. Kaya Çanca henüz 28 yaşındayken Abohor’da bulunan annesinin evinde intihar etmişti.

Kaya Çanca’nın şiirlerinde çizmiş olduğu bu dipsiz karanlık dünya ilk gençlik yıllarımdan bu yana beni hep etkilemiştir. Edebiyatımızın en mutsuz şairiydi Çanca. Kullandığı dilden ziyade onun içinde bulunduğu ruh halinden dolayı kopamadığım bir şairdir. İntiharın Ölümü, Kan, Açmalı Kapıları isimli şiirlerini çok severim. Savaş, barış ve milliyetçi şiirlerin ağır bastığı bir dönemde, bu dönemin bireyde yarattığı yok oluşu iliklerine kadar yaşamış önemli bir şair Kaya Çanca. 

Bütün Yort Savul’lar!- Ece Ayhan

Ece Ayhan’un toplu şiirlerini İstanbul’daki Aslıhan Pasajında bir sahaftan almıştım yıllar önce. Kitap, yeni baskısı için Burak Şuşut’un editörü olarak çalıştığı ve çalışma notlarının olduğu bir kopya. Onun notlarıyla kendi notlarımın karıştığı en değerli kitaplarımdan. İlk sayfasında “Düzeltisi Yapıldı” yazıyor.

Bugünlerde şiirlerine tekrar bakma ihtiyacı hissettiğim bir Şair Ece Ayhan. Kendime en yakın hissettiğim şairler arasındadır. Felsefe ve hayatla olan ilişkisi şiirlerinde hep vardır. Üslubunun yanında başkaldıran varlığı beni çok etkilemiştir. Üzerine çok yazmak isteyip, yarım bıraktığım, yazamadığım bir şairdir Ece Ayhan.

Simülakrlar ve Simülasyon- Jean Baudrillard

Baudrillard’ın bu çalışmasına en son üniversite yıllarımda bakmıştım. Yazmış olduğum tez vesilesiyle bu dönem tekrar bakmak durumunda kaldım. O dönem ön yargılarımla okuduğum Baudrillard’ı şimdi merakla okuyorum.

Ortaya koymuş olduğu simülasyon teorisini bu dönem çok daha fazla tartışacağız sanırım. Gerçeğin ortadan koybolduğu ve başka bir gerçekliğin içinde uzun zamandır yaşıyorduk zaten. Şimdi bu mefhumun içinde kaybolma dönemidir.

Totality and Infinity- Emmanuel Levinas

Levinas’ın çalışmalarıyla robotların ötekileştirilmesi süreci üzerine düşünürken, araştırma yaparken tanıştım. Türkçe literatürde üzerine çok çalışma yapılmamış bir filozof Levinas. Maurice Blanchot ve Derrida’nın yakın dostu. Çalışmaları onlar kadar ne yazık ki yankı bulmadı. Ancak “öteki” kavramını tartışmak için okunması gereken önemli bir yapıt. Felsefi anlamda “öteki” kavramını tartışan ilk filozoflardan. “Öteki” olanı reddetmiyor. Ötekinin öteki olarak kalabileceğinin altını çiziyor. “Self” ile öteki arasındaki mesafenin korunmasına vurgu yapıyor. Ötekinin egemen “self”e indirgenmesinin tehlikelerini gösteriyor. Levinas, öteki kavramını düşünmesinin “tarihin ona bir yaptırımı” olarak değerlendiriyor bir röportajında. İkinci Paylaşım Savaşı’nda bütün ailesini kaybedip, kendisinin de Nazilerin savaş esiri olması “tarihin ona bir yaptırımı” ifadesiyle ne demek istediğini bize iyice anlatıyor aslında.         

 


Önceki bölümler

karantina okumaları-1 

karantina-okumalari-2 

karantina-okumalari-3

karantina-okumalari-4

Karantina Okumaları -5

Karantina Okumaları -6

Karantina Okumaları -7

Karantina Okumaları -8

Karantina Okumaları -9

Karantina Okumaları -10

Karantina Okumaları - 11 

      

 

 

 

                  

 

Kültür & Sanat Haberleri