Karantina günlerine dair beş okuma

"Hayat sürprizlerle dolu. Her şey programa göre ilerlemiyor".

İbrahim Beyazoğlu

ibrahim.beyazoglu@emu.edu.tr

ibrahim.beyazoglu@gmail.com

Belki de yaşadığımız sürece hiçbir şey bir daha eskisi gibi olmayacak. Tahminde bulunmak çok zor. Zira, Pasifik Bulvarı'ndaki, Debbie Macomber'ın dediği gibi "Hayat sürprizlerle dolu. Her şey programa göre ilerlemiyor". Bütün bu işaretler yan yan yana getirildiğinde, iletişim de böyle bir hal alabiliyor (Nihayetinde iletişimin yaslandığı dil cam gibi berrak bir araç değil). Yine de bu koşullar dahilinde, geleceğin belirsizliği ile ilişkili beş okuma deneyimimden bahsedebilirim. 

1. Halkın büyük çoğunluğu panikte. Hatta korona histerisi yaşıyor. Belki de tarihte görülmemiş karmaşa içindeyiz. Ekranlarda vakalar hakkında haberler akıp duruyor.  İşte Stoacılar'ı sevme nedenim tam da bu:  Olup bitene "ilgisiz" yaklaşmaları. Bizim anladığımız anlamda ilgisizlik değil ama. Boşvermişlikten bahsetmiyorum. Burada Stoacılar'ı önemli kılan, dünyaya dair soğukkanlı, alabildiğince "tarafsız" bir görüşe sahip olmaları. Bu filozofları en iyi tanımlayan kelimeler bunlar sanırım. Belki de şu sıralar en çok ihtiyaç duyduğumuz şey böylesi bir soğukkanlılık. 

2. Dindar değilim. Zaten Buda'yı okumak için mütedeyyin olmak da gerekmez. Peki Buda'yı neden seviyorum? Çünkü "şefkat" burada tanımlayıcı kelimedir. Başka bir varlıkla birlikte “hissetmek” anlamına gelir. Buna ötekiyle hemhal olmak da denebilir.  Zaten Buda'nın kendisi felsefesinin dini bir doktrin haline getirilmesinden rahatsızdı. Belki de aynı şey erken dönem Hıristiyanlar için de geçerli. Gelgelelim, pandemi insanları birbirinden kopardı. Korku ve şüphe iklimi yüzünden hemhal olmaktan çok her koyun kendi bacağından asılır havasındayız. Şu ana kadarki manzara böyle. 

3. Öte yandan, en sevdiğim İngiliz William Blake'e gelecek olursak: Bu asi adamı en iyi tanımlayan kelime bence hayal gücüdür. Yani imgelem. Ayrıca şefkatli bir insandı. Şu sıralar hem düş gücü hem de sevgi bakımından fakiriz. Daha farklı bir geleceği hayal etmek yerine hâlâ inatla geçmişte yaşamak istiyoruz. Farklı düşünmek ve hayal etmek cesaret isteyen bir iş. Ama biz alışkanlıklarımıza bir süreliğine bile olsa veda etmekte çok zorlanıyoruz. Her şey eskisi gibi olsun istiyoruz. Yani muhayyilemizde varolan eski normal gibi. Tahayyül ettiğimiz eski alışkanlıklarımız ağır basıyor. İstesek de olanları eski haline getiremeyiz. Geçmişi geri döndüremeyiz. Bu yüzden nostalji tuzağına dikkat etmek gerek. Nostalji böyle zamanlarda tepkisel bir ilişki halini alıyor. “Gerici” bir ilişki yani. Öyle ki anılarda kalan her şey, talihsizlikler bile bize hoş gelmeye başlıyor. Bu anlamda, Dante'nin parlak bir gözlemi var: "Mutlu günleri anmak acılı günlerde, inan ki acıların en büyüğü". 

4. Ve gelelim büyük şair Hâfız-ı Şirâzî'ye. Neden Hâfız? Çünkü Hâfız denince ilk aklıma gelen vecd hali ya da "sarhoş" olmaktır. Hani şair Baudelaire'nin başka bir zaman-mekanda dediği gibi: sarhoş olun. Yeter ki olun. "Sarhoş" olmak, pandemi histerimizi frenleyebilir. En azından bu korku ile aramıza mesafe koyabilir. Bu da az şey değil. Buna sevebilmeyi de ekleyebiliriz. "Başlangıçta kolay görünüyordu aşk" der , Hâfız. "Fakat güçlükler çıktı". Görünüşe göre bugün bile bu güçlüklerin sonu hiç gelmedi. Güçlükler nedense daha pratik. Oysa yâr beni ansın bir koz ile, o da çürük çıksın diyen yok. 

5. Ve son olarak büyük deha Anton Çehov.  Pandemi günleri bana Çehov'u anımsattı. Özellikle Kıdemli Bahçıvan'ın Anlattıkları hikayesi. Favori Çehov öyküm. Peki neden Çehov? Pandemi süreci boyunca herkes birbirini suçluyor. Ve bu durum maalesef katlanılmaz bir hal aldı. Ancak kimse kimseyi suçlayacak veya hesap soracak durumda değil. Bunu anlamakta zorlanıyoruz. Kıdemli Bahçıvan'ın Anlattıkları bugüne dek bu hususta yazılmış en etkileyici hikaye bence. İşin garibi, bu hikaye, Çehov'un bildik realizmiyle taban tabana zıt. Daha çok Tolstoy'u andırıyor. Ama bilenler bilir: Çehov çok yönlü bir dahiydi. Keşke en azından birkaç sene daha yaşasaydı.

Dergiler Haberleri